Kısa anlatı her zaman öğreticidir… | Feridun Andaç

Eylül 23, 2014

Kısa anlatı her zaman öğreticidir… | Feridun Andaç

feridun andac 10.tifKısa romanlardaki yalınlık/yoğunluk beni kendine çekmiştir her zaman.

Anlatıcı gevezelik etmeden anlatır her şeyi. Ne demek istiyorsa, özlüce dillendirir.

Burada sanki, okurun metnini gözetimde tutmasını ister gibi bir hali vardır anlatıcının.

Göze, duygulara, düşünceye aynı mesafede seslenir.

Bir okur olarak bunu öyle hissederim.

Öyle ki, yer yer roman okuma bakışımı da kırmıştır bu tür kısa romanlar. Fransız edebiyatındaki “yeni roman”cıların bu yanı hep ilgimi çekmiştir.

Roman deyince uzun soluklu anlatılar döneminin kapandığına inananlardanım.

Geçen gün bir dostum, Savaş ve Barış’ı okuduğunda bir tat almadığından söz ediyordu. Durup bunu tartışmadım kendisiyle. Artık biliyordum ki; yalnızca Tolstoy okurudur, onu okuyup/anlayacak, ona sabredecek olan.

Elbette ki Napolyon’un Rusya Seferi’ni öğrenmek/anlamak için okumazsınız Savaş ve Barışı. Romancının oradaki dünyasına, yansıttığı insan/toplum gerçeğine bakarsınız. Bir dönemin, bir durumun, insan gerçekliğinin buluşturularak anlatımıdır orada sizi daha çok kendine çeken.

Simone de Beauvoir’un 1966’da yazdığı Moskova’da Yanlış Anlama anlatısını okurken; yazılanlar/yaşananlar kadar bunların okura nasıl aktarıldığı da ilgimi çekti. Öyle ya, Beauvoir, 84 sayfalık anlatısında zaman tanıklığıyla birlikte üç insanın kopuş/bağlanış/buluşma/yüzleşme öyküsünü de anlatıyordu. İlk bakışta uzunca bir romana dönüşebilecek bir konu/gerçeklik onun anlatımıyla romansa evriliyordu.

“Kısa” yazarak özetlemiyordu çoğu şeyi elbette. Tam tersi,  André – Nicole çifti Sovyetler Birliği’ne, Moskova’ya  yaptıkları yolculukta hem kendilerine döner, hem de dönemin gerçeklikleriyle yüzleşirler. Burada da durumdan duruma geçişlere, içsel sorgulayışlara yönelir anlatıcı.

Onların bireysel öyküleriyle kapalı bir toplumun sanrısı buluşur. Aradaki/oradaki Macha, sonradan yurt edindiği ülkeyi canla başla savunur. Eksik, aksaklıkları nedenselleştirir.

tmpimage_1408948083.5297_1Beauvoir, yaş ve dönem öyküsünü öyle bir yalınlıkta iç içe işler ki; siz oradan yansıyanlarla daha geniş zamanlara uzanırsınız.

André, bırakıp gittiği kızı Macha/Maria ile yan yana geldiğinde, ikisi de kendilerine ve geçmişlerine dönerler. Bir tür yüzleşmedir yaşadıkları:

“Yine de, insan yaşlandıkça zenginleşiyor” dedi Macha. “Ben kendimi yirmi yaşımda olduğumdan daha zengin hissediyorum. Sen öyle hissetmiyor musun?”

“Azıcık daha fazla; ve çok daha eksik.”

“Ne kaybettin?”

“Gençliğimi.”

André kendine bir kadeh votka koydu. Üçüncü müydü? Dördüncü müydü?

“Ben genç olmaktan nefret ettim” dedi Macha.

André bir parça vicdan azabına kapılarak dikkatle ona baktı. Ona hayat vermiş, sonra da onu sersem bir anneyle bir elçinin eline teslim etmişti.

“Gerçek bir babaya sahip olmamanın eksikliğini mi çektin?”

Macha tereddüt etti: “Bilinçli olarak değil, aklımda sadece gelecek vardı. Çevremden kaçıp kurtulmak. Evliliğimin başarılı olması. Vassili’yi iyi yetiştirmek. Kendimi yararlı kılmak. Ama sonra, olgunlaşmaya başlayınca, nasıl söylesem, köklerime ihtiyaç duydum. Geçiş önem kazandı; yani Fransa. Ve sen.” (s.42)

Buluşma zamanında dile gelen/getirilen her şey; hem yaşanan ortamın hem de baba-kız’ın gerçekliğini anlatır bize.

Beauvoir, bunları kısa, yalın, dolaysız biçimde dillendirir. Öyle ki; siz anlatının akışında ilerlerken, anlatılmayanları da kurar/hayal edersiniz.

İşte bu, kısa anlatıların başarısıdır, bence! Yazarın imgelemi, anlatmak istediğine hakimiyeti, ne dediğini bilme, söylemini kurma yetisi anlatısını başarılı kılar.

Özetlemez demiştim, aksine yaşatarak gösterir/anlatır. Kişi diyaloglarına yansıyan da budur.

Kişiler tiyatro sahnesinde gibidirler; neyi/niçin söylediklerinin ayırdında olmalarının ötesinde, dengelidir her bir söz. Anlatıcı arındırarak, hayatın görünen gerçekliklerinden süzerek anlatır olup biteni, görülmesi isteneni.

İşte bu diyaloglardan biri:

“Posası çıkmış başarısız birinden başka bir şey olmamam seni hayal kırıklığına uğratmıyor mu?”

“Bu da nerden çıktı! Bir kere önünde hâlâ zaman var.”

“Hayır. Doğruya doğru, asla bir şey yapamayacağım. Belki mecbur kalıp Paris’ten ayrılırsam. Ama o zaman da Nicole başka bir yerde yaşamaya tahammül edemez. Philippe’ten uzakta kalamaz.” (s. 42)

Beauvoir, bu kısa anlatısında yer yer “düşünce romanı” havası yaratmakta. Yani, çizdiği karakterlerin düşüncelerine yer vermesi; anlatısını belirli bir uzam/zaman eksenine oturtarak; “sistem”e dair sözler etmesi, gene üç ana karakterin iç yolculukları ve birbirleriyle yaşadıkları, zamanla yüzleşmeleri anlatıya düşünsel bir derinlik katar.

Bir bakıma insanın varoluşsal yolculuğunu sorgular yazar. Özellikle de “yaşlılık” eşiğine gelişin “korku”ları/ “kaygı”ları gelip kahramanlarını bulurken dile getirilenler bu yanını da anlatır yaşamın.

Macha’nın babasına/André’ye söylediklerinde ise o varoluşsal bakışın inceliklerini buluruz aslında:

“…60’ta beni etkileyen şey –hâlâ öyle- başkalarına kendini verirken, kendin için de var olabilmen. Sonra her şeye karşı olan ilgin, dikkatin. Senin yanında her şey önemli oluyor. Üstelik neşeli birisin. Yemin ederim, genç kalmışsın: Tanıdığım herkesten daha genç. Hiçbir şey kaybetmemişsin.” (s. 43)

İşte bu noktada da “kaybedilen” in sorgusuna yönelir.

“Can suyu…”

Yani hayatın çekilen özü. Benlik sarmalında azalan ya da bağlandıklarımız, tutkularımızla kazanılan…

Gelinen yaşlanma sınırı aslında aşılabileceklerle varoluşun anlamına döndürür insanı.

Beauvoir,  çok adlandırmasa da; 60. yaşla gelen, tükenen, kazanılan, kaybedilen, bağlanılanlara dönük bir roman yazmıştır. Ama yaşanan ve tanık olunan, içinden geçilen zamanın gerçekliğini de göz ardı etmeden…

Kısa bir anlatı her zaman okurun imgelemini zenginleştirir. Kendi bakışı/duyuşu, çağrışımsal yolculuklarıyla anlatıcının/yazarın verilerini yalnızca bir tutamaç yapar, kendi esinine kanat kılar o okur.

İyi anlatıların/yazarların iyi okur yetiştirmesini de buna bağlarım çoğunlukla. Okuyun Beauvoir’u, ne dediğimi bir kez de kendiniz görün sevgili okurum.

Feridun Andaç – edebiyathaber.net (23 Eylül 2014)

Yorum yapın