Kırmızı Pazartesi’de karakter kadrosu | Serkan Parlak

Haziran 14, 2018

Kırmızı Pazartesi’de karakter kadrosu | Serkan Parlak

Kırmızı Pazartesi, bir namus cinayeti hikâyesidir. Gabriel Garcia Marquez, Woolf ve Faulkner’den etkilendiği karmaşık modernist anlatı tekniklerini ortalama okuyucu kitlesi için işlevsel ve anlaşılır bir hale getirmiştir. Birbirinin tekrarı gibi gelen cümleler yarattığı ritim duygusuyla metne şiirsel bir hava katar. Ölüm daha ilk paragrafta söylenir, ancak gerilim son satıra kadar sürer. Anlatım biçimi, okuyucunun olup biteni öğrenme arzusunu son ana kadar canlı tutar. Sonunda hakikate yine ulaşamayız ancak kader,talih,tesadüf, onur ve namus kavramları üzerine yoğun biçimde düşünürüz. Romanın Türkiye’de yaklaşık otuz beş yılda elli altı baskı yapmasının nedeni usta yazarın seçtiği temaları ve anlatım biçimini ustalıkla sentezlemesi olabilir. Ayrıca iki farklı çevirinin de başarılı olduğu belirtilebilir.

Gizemli, çekici, zengin bir genç adam olan Bayardo San Roman, ağustos ayında meçhul bir kasabada ortaya çıkar, kendine bir eş aramaktadır. Angela Vicario’dan hoşlanır, kız önce karşı koyarsa da orta sınıftan olan ailesi onu ikna eder. Altı ay sonra muazzam bir düğün yapılır; ama o gece Angela’nın bakire olmadığını söyleyen Bayardo onu ailesine geri yollar. Suçlunun kim olduğunu öğrenmek isteyen annesi tarafından zalimce sorguya çekilen ve dövülen Angela, aynı kasabadaki başarılı bir Arap ailenin tek oğlu olan Santiago Nasar’ın adını verir. Angela’nın öç almak isteyen ikiz ağabeyleri Pedro ve Pablo, Santiago’yu kendi evinin ve kasaba halkının gözleri önünde defalarca bıçaklar. Halk bu cinayetin dehşetini uzun süre unutamaz.

Roman isim ve numara verilmeyen beş bölümden oluşur. Bu sıralama kronolojik değildir, konulara göredir. 1. bölüm, Santiago Nasar’ın hayatının son doksan dakikasını anlatır. 2. bölüm, Bayardo ve zifaf gecesine ayrılmıştır. 3. bölüm, birtakım hukuki konuların ardından ikiz kardeşler -Pedro ve Pablo Vicario- üzerinedir. 4. bölüm, otopsinin ve olaya karışan ailelerin başına geleceklerin anlatılmasının ardından Angela’nın sonradan filizlenen aşkını anlatır. Son bölümde ise kasaba halkının tepkilerini anlatan satırların ardından takip ve cinayetin yer aldığı gergin geçen birkaç dakika verilir. Roman kurbanın evinde başlar ve aynı yerde biter. Baştan sona her sayfada cinayetin izleri vardır. Olaylar bir gün önce akşamüstü başlayan düğün şenliğiyle, ertesi sabah güneşin doğumu arasındaki on iki saati içine alır. İki büyük olay anlatılır: düğün ve cinayet.

Santiago Nasar, Arap asıllı zengin bir ailenin mutsuz evliliklerinden olan tek çocuklarıdır. Yakışıklıdır. Yirmi iki yaşında olmasına rağmen serveti sahibidir. Üç yıl önce ansızın ölen babasından miras kalan sığır çiftliğini yönetir. İyi giyinir. Avlanmayı ve ateşli silahları kullanmayı çok sever. O gün silahını yanına almaz. Düğün sırasında çok normal görünür, anlatıcı ve Bayardo’yla eğlenirler. Kendisini uyarmaya çalışan pek çok kişi engellenir. Yanlış bilgilendirilir ya da olayı umursamazlar. Nasar’ın işleri bir türlü rast gitmez. Talihsiz rastlantılar ve tesadüfler onu kaçınılmaz sona götürür. Santiago kaderini yaşar ve hatta yaşamak zorundadır. Olup bitene ilgisiz kalmaya mahkûm gibidir. Şaşkınlık içinde nişanlısının babasından gelen silahlı direniş teklifini de geri çevirir. Masumdur çünkü, bu yüzden şaşkındır. Genç kızın bekâretini bozmadığı halde suçlanır. Ancak o, gururlu ve kibirli bir genç adam izlenimi verir. Ancak hizmetçilerinin kızını sürekli taciz ettiği de gerçektir. Angela hakkında “Senin alık kuzenin,” diyerek dalga geçmiştir anlatıcıya. Erkeklerin toplumda ve cinsel konularda büyüklenmelerine bağlı olarak ölmek üzereyken bile gururludur, her zamanki dik duruşuyla yüz metre kadar yürür. Evlerinin önünde komşularını selamlar, ırmağın karşısındaki teyzesine “Beni öldürdüler, Wene Hala,” der ve evine ulaştıktan sonra düşüp ölür.

İkiz kardeşler Pedro ve Pablo Vicario’nun mesleği kasaplıktır. Erkek adam olacak biçimde büyütülürler. Halleri tavırları kaba saba ama iyi huylu insanlardır. Kafalarındaki korkunç saplantı nedeniyle üç gündür uyumadıklarından çok yorgun görünürler. Vahşi cinayet sonrası pişmanlık duymayan katil iki kardeş hemen rahibe teslim olurlar, teslim olma biçimleri onurlu bir davranış olarak hatırlanır. Cinayeti namus uğruna meşru müdafaa amaçlı işlediklerini söylerler. “Onu bilinçli olarak öldürdük,” demişti Pedro Vicario, “Ama biz masumuz.” “Belki Tanrı katında öylesinizdir,”demişti Peder Amador. “Tanrı katında da insanların gözünde de,” demişti Pablo Vicario da. “Bu bir namus sorunuydu.” Erkekler suçlanmaz, sorun kadınlardadır, ister ikiyüzlü ahlak anlayışı diyelim isterse çifte standart. Çapkın erkek suçlanmasa bile -Aşk avına çıkmak, şahinle avlanmak gibidir- namusun temizlenmesi için öldürülmesi gerekir. Günümüz Türkiye toplumunda da nedenleri değişmekle birlikte sıklıkla namus cinayetleriyle karşılaşmaktayız, ancak öldürülenlerin tamamına yakını kadınlardan oluşuyor. Kırsal toplumlara özgü bir tema demek artık çok yanıltıcı olabilir.

İkizler, biri çıkıp da cinayeti engellesin diye akla gelebilecek her çareye başvurmuşlar, cinayet işleyeceklerini açıkça duyurmuşlar ancak engellenmemişlerdir. İyi insan olduklarından kimse aldırış etmez söylediklerine. Hemen herkes bilmektedir, duymuştur, ama ikizlerin hele üst sınıftan masum birini öldürme ihtimaline kimse inanmaz. Vicdani çatışmanın doğurduğu çelişkili haller arasında gidip gelirler. Pablo, kız kardeşlerinin kirlenen namusunu temizlemek için kardeşini neredeyse zorla alıp götürür. Erkeklik görevlerini yerine getirmek zorundadırlar. Yerel hukuk bunu gerektirir. Dükkânda beklerken sütçü kadın eşinin tıraş takımlarını getirir, Pablo ödünç makineyle tıraş olur; Pedro ise et doğrama bıçağıyla. Maçoluk ve kabadayılığın son noktasıdır bu. Cinayet sonrası kapatıldıkları hücrede de bir türlü uyuyamazlar, içleri geçmek üzereyken cinayeti yeniden yaşarlar, S. Nasar’ın kokusu bir türlü burunlarından gitmez. Atmosferi zenginleştiren bir katkıdır bu.

Kırmızı Pazartesi romanının özünde bir aşk hikâyesi vardır. Bu hikâyenin en önemli kişilerinden olan Bayardo San Roman, kasabaya düğünden altı ay önce gelmiştir. Otuz yaşlarındadır ama hiç göstermez. Çok yakışıklıdır. Gizemlidir. Demiryolları, telgraflar-Mors Alfabesi-, bulaşıcı hastalıklar konusunda bilgilidir. Eğlenmeyi, içmeyi, kavgaları ayırmayı, çok sever. Şampiyon bir yüzücüdür. Kasabaya gelme amacı, evlenecek birini bulmaktır. Güçlü, gururlu, kibirli, kendini beğenmiş ve buyurgan biridir. Korkusuz ve kahraman bir savaşçıyı andırır. Bitmez tükenmez olanaklara sahiptir. İşleri yoluna koymada çok ustadır. Angela’nın istediği villayı imkânsız gibi görünmesine rağmen içindeki eşyalarla birlikte çok yüksek bir rakama almayı becerir. Ailesini kasabaya getirdiğinde kim olduğu konusundaki gerçek ortaya çıkar: eski güzellik kraliçesi annesi, ortalığı karıştıran afet iki kız kardeşi ve önceki yüzyılın iç şavaş kahramanı general babasıyla insanlarda saygı uyandırır. Bu yüzden istediği her şeyi elde edebilecek gibi görünür. Bayardo, Angela’ya birden âşık olmuştur. Karşı konulmaz bir çekiciliği vardır. İktidar ve servetinin gücünü organize ettiği muhteşem düğün şenliğiyle gösterir. Dans grupları, hediyeler ve yemekler olağanüstüdür. Bütün bunlar onun Angela’nın aşkını kazanmak için gösterdiği çabalardır, yaptığı baştan aşağı gösteriştir. Ancak düğün bitimi yeni evlerindeki ilk gecelerinde Angela ile ilgili gerçek ortaya çıkınca onu evine geri götürür. Bir hafta sonra evinde alkol komasına girmiş olarak bulunur ve ailesi tarafından götürülür. Terk edilen villa harabeye döner.

Angela, kısıtlı olanaklara sahip bir ailenin en küçük kızıdır. Babası ailesini geçindirmek için çok çalışmaktan gözleri bozulan orta halli bir kuyumcu, annesi ise sert kişiliğini iyi gizleyen bir ilkokul öğretmenidir. Kendini eşinin bakımına ve çocuklarının büyütülmesine adamıştır. Angela, evlenmek için yetiştirilmiştir. Gergef işlemeyi, dikiş dikmeyi, dantel örmeyi, çamaşır yıkayıp ütü yapmayı, aşk mektupları yazmayı iyi bilir. Ölümü yaklaşan hastaların bakımı konusunda uzmandır. İki ablası gibi o da çok terbiyelidir. En güzelleri de odur. Ancak kimsesiz ve ruhsuz görünür. Bayardo’nun ona talip olması tanıdıklara çok şaşırtıcı gelir. Güçlü ve muktedir iki erkeği farkında olmadan dize getirir. Romantik aşkın uzlaşmaz yanı vurgulanır böylece. Başlangıçta Bayardo’yu kendini beğenmiş olarak görür, zamanla kendisine fazla olduğunu düşünür. Bu işte maddi kazanç gören annesi aşkın öğrenilebileceğini söyler ona. Bu kusursuz cinayette bir anlamda asıl suçlu, güvenilmez olan, tanıklık etmek istemeyen Angela’dır.

İkizler, cinayeti bildik biçimde işlerler. Ancak cinsellikle ilgili suç bilinmezliğini korur- Angela’yla kim, nerede ve nasıl ilişkiye girmiştir?- Anlatıcının annesine göre namus, aşktır. Angela, annesinin sıkı denetimi altında ablalarıyla büyümesine rağmen iffetini nasıl kaybetmiş olabilir? Ablaları, gerçeği annelerine anlatmasını engeller. Bakire olmadığı halde saflık simgesi duvağıyla portakal çiçeklerini takması hem simgelere karşı büyük saygısızlık hem de cesaret gösterisi olarak değerlendirilir. Angela, cinayet sonrasında yerleştikleri ve annesiyle birlikte yaşadığı kasabada terzilik yaparak yaşlanır, kendini tanır ve huzura kavuşur. On altı yıl boyunca her hafta bir anda âşık olduğu eski kocası Bayardo’ya mektup yazar. Bir ağustos günü elinde karısının gönderdiği iki bin mektupla çıkagelir adam, hiçbirini okumamıştır. Postmodern yapıtlara özgü ironi göze çarpar. Eskiden aşklar mektuplar aracılığıyla ifade edilirdi. Tutkular açıkça yazılırdı. Bu durumda gerçek, güçlü ve tutkulu aşk Angela’nınkidir. Romanın yarısına kadar gelenek ve namusla ilgili olan aşk, ikinci bölümde kadın ve erkeğin kişisel duygularına bağlı olarak gerçekleşir. Aşk için güç ve kontrolü bırakarak bu duyguya boyun eğmek; maçoluk ve geleneklerden kurtulmak gerekir.

Kasaba halkına göre S. Nasar yaptığı kötülüklerin kefaretini ödemiş, ikiz kardeşler ise erkekliklerini kanıtlamış, Angela namusunu geri kazanmıştır. Ortada tek bir kurban vardır: Bayardo San Roman. Kırmızı Pazartesi’de Marquez, toplumdaki kadın ve erkek rolünün incelenmesine derin bir alan ayırırken romandaki karakterlerin toplumun belirlediği kalıplara girme zorunluluğu üzerine odaklanmıştır. “Her erkek onlarla mutlu olur, çünkü acı çekmek için yetiştirilmişler.” Toplum genç kızları sadece evlilik için hazırlamaktadır. Cinsiyetçi bir anlayışla kızların istekleri göz ardı edilmektedir. Kasabanın erkeklerinin rolüne bakıldığında “Oğlanlar erkek adam olacak biçimde büyütülmüşlerdi.” Geleneksel bir dünyadır bu, kadın erkek ilişkileri bireysellik ve sevgiden ziyade kuralcı ve toplumsal biçimde karşımıza çıkar. Şiddet ve çelişkiler belirgindir.

Kırmızı Pazartesi karamsar bir metindir, ele aldığı tema bunu gerektirir. Yoğun şiddet içeren bölümler atmosferi besler. Ancak bu şiddet ideolojik değil ahlaki bir vurgu taşır. Yerel namus yasası işler. Kolombiya toplumunun muhafazakar dokusu hemen hemen bütün kırsal tarım toplumlarında görülebilir. Değişime direnç söz konusudur. Kasaba halkının cinayet konusundaki iletişimsizliği ve pasifliği şaşırtıcıdır ancak inandırıcıdır. Marquez, her ne olursa olsun gerçekleşeceği söylenen şeylerin engellenebileceğini, insan müdahale ettiğinde dünyanın gidişatının değişebileceğini ima eder. Halklar sandıklarından çok daha fazlasına hâkimdir. Sonuçta kader de ideolojik bir kavramdır.

Kaynaklar:

Gabriel Garcia Marquez’e Giriş, Gerald Martin, Can Yay.

Bir Söz Büyücüsü: Garcia Marquez, Gene H. Bell-Villada, Kırmızı Kedi Yay.

edebiyathaber.net (14 Haziran 2018)

Yorum yapın