Karamazov Kardeşler sana çok benzemiyor mu? | Erdinç Akkoyunlu

Aralık 19, 2018

Karamazov Kardeşler sana çok benzemiyor mu? | Erdinç Akkoyunlu

1990’ların ortasından 2000’lerin sonuna kadar İstanbul’da ve üniversite için gittiğim Ankara’daki sahaflarda bir tür edebiyat arkeolojisi gerçekleştirdim. Bu çaba sırasında da birçok kitabın birinci ya da ilk baskılarından birini edinebilmeyi başardım. Hiçbiri Hakkı Süha Gezgin çevirisiyle  Ahmet Halit Kitapevi’nden 1940 basımı ‘Karamazov Kardeşler’ kadar değerli olmadı. 17-18 yıl önce iki cilt romanı yok pahasına Kadıköy’deki sahaftan alıp eve getirdiğimde saman sarısı dört sayfası birbirine yapışık ciltleri bıçakla Dostoyevski’nin ruhunu incitecek bir acemilikle açtım.  Aceleciliğimin anıtı gibi yamuk yumuk kesilmiş sayfalarıyla kat kat olan romanı da sayfaları tutan ipler kopup lime lime olana kadar birkaç günde okudum. Sonraki yıllarda da hatmettiğim yüzlerce romanla yaptığım karşılaştırmada F. M. Dostoyevski’nin Karamazov Kardeşler romanının dünya edebiyatının Everest’i ama bunun ölçü biriminin de N. Tolstoy olduğunu düşündüm. Sonra sizin ne düşündüğünüzü merak ettim ve Karamazov Kardeşler’i bu kez de Ayşe Hacıhasanoğlu’nun Türkçesi’nden Can Yayınları’nın tek ciltte yayımladığı halini yeniden okudum.

Karamazov Kardeşler, sadece metnin kendisinden söz edilerek incelenebilecek bir roman değil. Büyük romanlar bir tek kendi metin içerikleriyle incelenmez diye bir kural da yok. Pekala Yüzyıllık Yalnızlık’ı kendi dokusunda ele almak mümkün. Ama iş Karamazov Kardeşler ise Dostoyevski’nin yanı başında Tolstoy da durur uzaklarda Turgenyev de, gölgesi romanın üzerine düşen Shakespeare de. Rusya’da Dostoyevski’nin yaşam sürdüğü 1821 ile 1881 yılları arasında nasıl bir edebiyat iklimi olduğunu bilmeden Karamazov Kardeşler’in bir baba cinayetinin romanı olduğunu ifade etmek ancak roman özetlerinin uzmanlık alanına girer: O yıllarda Rus edebiyat kanonunun soyluların evlerindeki şatafatlı balolarda ve akşam yemeklerinde genellikle bu eğlencelerin prensi olan Turgenyev’in öncülüğünde gerçekleştiğini, fiilen yada gıyabında itilip kakılanın da Dostoyevski ve güçleri yeterse Tolstoy olduğunu Edebiyat Haber’deki Dostoyevski’nin Dostoyevski’si adlı yazımda uzun uzadıya yazmıştım.

En uzun açılış cümlesi

Dostoyevski Turgenyev’i edebi olarak geçip onunla ilgili takıntısından kurtulduktan sonra ‘Rusya büyük edebiyat iç savaşında’ Tolstoy’a cephe açmak ve saygısını dile getirmek için Karamazov Kardeşler’i yazdı. Ve romanı bu amaçla yazdığından hiçbir yerde söz etmedi. Eleştirmenle de bu konuya Tolstoy’a duydukları saygıdan ötürü pek girmediler. Oysaki Karamazov’lar’ın edebi yapısı Dostoyevski’ye suçüstü yapmakla kalmıyor, Tolstoy saldırısı hakkında pek çok edebi kriminal iz de barındırıyor. Edebiyat dünyasının (ben hariç) hatırı sayılır kesimine göre, gelmiş geçmiş en büyük yazar Tolstoy romanlarını  bugün de dünyada birçok yazarın bizde de en çok O. Pamuk’un yaptığı üzere ‘Sihirli açılış cümlesi’ ile başladı. Bu açılış cümlesi, romanın tüm özetini barındırma iddiasını taşırken öte yandan da romanı ikonlaştıracak bir reklam sloganı gibi tüm okurun zihninde kalma unsurudur. Anna Karenina’nın giriş cümlesinde Tolstoy;  ‘Bütün mutlu aileler birbirine benzer, her mutsuz ailenin mutsuzluğu kendisine göredir’ dedi. Dostoyevski ise hiçbir romanına bu Tolstoyvari açılışla girişmedi. Suç ve Ceza’yı: ‘Temmuz başlarında çok sıcak bir akşamüstü genç bir adam S. Meydanı’ndaki kiralık tavan arasından çıkarak, sanki bir şeyden çekiniyormuş gibi ağır K. Köprüsüne doğru yürüdü’ diye başlattı. Bu iddiamı duyanlar ‘Ama Yeraltından Notlar’ı sihirli açılış cümlesiyle yazdı’ diye itiraz edecek. ‘Ben hasta bir adamım’ diye başlayan ifade sihirli bir giriş cümlesi sayılabilir ama Dostoyevski hasta bir adamı anlatırken bunu söylemeyecekti de başka ne diyecekti? Tıpkı Kafka’nın Dönüşüm’de ‘Gregor Samsa bir sabah huzursuz düşlerinden uyandığında kendini yatağında korkunç bir haşereye dönüşmüş olarak buldu’ ifadesi gibi Dostoyevski de romanlarında sadece kahramanın psikolojisini anlatan süssüz, iddiasız ama güçlü bir giriş yapar. Onun derdi Tolstoy gibi kutsal düşüncesini okura dayatmak değildir.

Öte yandan Karamazov Kardeşler’in giriş cümlesi olmasa da baba Fyodor Pavloviç Karamazov’un katledildiği bölüme kadar yani 1072 sayfalık romanın 620’inci sayfasına kadar Dostoyevski’nin ‘İstersem Tolstoy gibi her bölümün motor imgesini ana hikayeden başlangıçta uzaklaştırıp, detaylarla ona yaklaşarak sonunda da büyük bölümlerle yazılmış bir romanı oluşturabilirim’ düşüncesini ifade ediyor. Bir başka değişle, Dostoyevski bir romanın yarısında dünyanın en uzun ilk cümlesini yazarak kendi tarzı olmayan bir edebi iklimle oluşturduğu bölümde Tolstoy’a ‘İlk cümle böyle yazılır’ diyor.

Göz göre göre cinayet

Karamazov’ların ilk bölümünün bir ilk cümle olduğunu öne sürmek sizi şaşırttı mı? Duysa, Dostoyevski bile şaşırabilirdi. Ama gerçek bu: Tolstoy’u büyük yapan, onun romanlarında ela aldığı konuyu doğrudan bir anlatımla okura aktarması değil, ana karakterini ve hikayesini önce başlayan birçok küçük ve yan hikayeye alın yazısını kıskandıracak bir mükemmellikle birleştirmesinden geliyor. Karamazov Kardeşler’de Dostoyevski bize ismi bilinmeyen bir Rus şehrinde meydana gelen bir cinayeti adım adım anlatırken, cinayetin işlendiği bölüme değin Tolstoy’un patenti kendisine ait olan tekniğini isterse pekala ondan daha ustaca kullanabildiğini ilan eden bir roman oluşturdu. Roman, biri şirret ötekisi mazlum iki kadından Dmitri, İvan ve Alyosa adlı üç erkek çocuk peydahlayan baba Karamazov’un bağıra bağıra gelen öldürülüşünün hikayesi. Dostoyevski bu romanında hayli uzun bölümlerle akraba ve yakınları tarafından evlat edinilerek öksüz yetim büyütülen üç gencin psikolojisini anlatarak işe başlıyor. Ardından Smerdyakov adlı dördüncü ve gizli bir Karamazov’un da tecavüz bebeği olarak dünyaya gelişini satır arasında veriyor.

Karamazov’ların başlangıç bölümü tüm özellikleriyle Dostoyevski’nin yazı dünyası tarafından bir cinayet işlensin diye kurulur. Dmitri, annesinden kalan mirası babasının hiç ettiğini ve kendisine verdiği 3 bin rubleden çok daha fazlasını hak ettiğini düşünerek kendini kuran ve baba Karamazov’u bir gün katledeceğini önüne gelene söyleyen 28 yaşındaki bir delikanlıdır. Gazetecilik yapan İvan ise ateist ve içten pazarlıklı 24 yaşında bir gençtir. Alyoşa ise Dostoyevski’nin İsa peygamberin yeryüzündeki temsilcisi olarak gördüğü kanatsız bir melek 20 yaşındaki bir başka oğludur. Alyoşa, uzun süre ayrı kaldığı babasının yaşadığı kentte kendini kiliseye adayan bir yaşama hazırlanırken, bölgenin azizi, şifacısı Zosima’nın himayesindedir. Dmitri’nin babasından talep ettiği mirası görüşmek için Zosima’nın huzurundaki görüşmede İvan ve Alyoşa da bulunurken baba Fyodor Pavloviç, bu kutsal aziz karşısında Dmitri’yi kan arayan bir katil gibi göstermek için elinden geleni ardına koymaz, Dmitri de öfkesine yenilir. İlerleyen bölümlerde de Dmitri’nin nişanlısı Katerina İvanovna adlı naif, güzel ve gururu kırılan kadın ortaya çıkarken, bu kadına da ortanca İvan’ın aşık olduğunu öğreniriz. Dmitri de aynı zamanda bölgenin hafif meşrep kadınlarından Gruşenka’ya kör kütük aşıktır. Güzeller güzeli Gruşenka’ya aynı zamanda baba Karamazov da aşıktır ve hem kendisini öldürmek isteyen Dmitri’den kurtulmak hem de Gruşenka’yı o güne kadar edindiği yani çocuklarının annelerinden kalan mallara el koyarak yaptığı servetle baştan çıkartmak ister. Öte yandan Alyoşa da Zosima’dan şifa dilemek için gelen 14 yaşındaki Lisa’yı kendi melek varlığıyla ayağa kaldıracak kadar iyileştirip, ona aşık olmuştur. Ve onunla evlenmek için rahip olmayı bir kenara bırakmayı düşünür.

Romanın ilk kısımlarında Dmitri’nin babasını öldürmeye ilişkin tüm şüpheleri üzerine çektiği uzun bölümlerin yanı sıra nişanlısı ve onu 3 bin ruble dolandıran ya da borcu olan Dmitri’yi bir hafif meşrep güzeller güzeli Gruşenka’ya kaptıran Katerina İvanovna’nın aristokratik hezeyanları romanın yapısını oluşturur. Bir taraftan da baba Karamazov’un üzerine düşecek ölüm çığı gümbür gümbür gelirken, bunu gören herkes ölüm kesinleşsin diye bu katliamı önlemeyi öteler.Dostoyevski’nin kurduğu roman dünyasında hiçbir karakter bir fazlalık yaratmazken, uzun uzadıya bölümler Dostoyevski’nin kalemi değil de Tolstoy’un uzun metinleri gibi sonu görünmez uçurumlara dönüşür.

Çok uzun metinler

Böylesi dipsiz bölümlerle anlatılan baba Karamazov’un cinayetine ilişkin festivalde ‘İki adi birbirini yesin’ diye ağabeyi Dmitri’nin elini kana bulamasını ellerini ovuşturarak bekleyen İvan hiçbir şeye karışmayarak bekler. Soyadı bir Karamazov olmayan ama Karamazov adının gururunu taşımak için gereken içten pazarlık, habislik, sinirlilik, uyumsuzluk, sevgisizlik, hoşgörüsüzlük ve en önemlisi de çıkarcılık huylarının tamamını barındıran Smerdyakov da perde gerisinde birçok iş halleder. Romanın ilk yarısı Dmitri’nin ruhsal bunalımları, Alyoşa’nın o kirli ortamda dokunduğu herkese umut ve ışığı bir salgın hastalık gibi bulaştıran katışıksız iyiliği, İvan’ın huysuzluğu, baba Karamazov’un büyük oğlundan kurtulma planları, biri iffetli diğeri şehvetli iki kadının çarpışmalarıyla sürüp gider. En nihayetinde ise cinayetin tüm oklarının Dmitri’ye çevrildiği kaçınılmaz son ile baba Karamazov öte dünyayı boylarken, Karamazov kardeşler de boyut değiştirip bir Dostoyevki romanına dönüşür.

Eğer Dostoyevski daha önce Suç ve Ceza’yı yazmamış olsaydı, Karamazov Kardeşler de yazılamazdı. Bu ukala cesareti sayılabilecek iddiamın arkasındaki edebi kanıtı ise Karamazov’ların cinayet soruşturması ve mahkeme safhasını içeren yaklaşık 450 sayfalık ikinci bölümünün tamamı oluşturuyor. Dostoyevski yüzlerce sayfa boyunca ‘Dmitri Karamazov babasını öldürecek’ dedikten sonra okura ‘Dmitri’nin bu cinayeti işlediğine dair elinde benim söylediklerimin dışında bir kanıtın var mı ey okur’ diye soruyor. Dünya edebiyatı tarihinde o güne kadar böylesi bir kazık yemen okur da, başka bir çaresi olmadığından oturup 450 sayfa boyunca Dmitri’nin nasıl masum, Smerdyakov’un da nasıl bir şeytan olduğunu okuyor. Ama hepsi bu kadar da değil, Karamazov Kardeşler’i bugün bile bir polisiye roman yapmayan ve onu aile romanı sınıfında tutan cinai bölümler aslında romanın tamamını oluştursa da, romanın polisiye sayılmamasındaki en büyük ayıbın da dünya roman tarihinin en önemli soruşturmacısı İppolit Kiriloviç’e yapıldığı ortada. Dava savcısı Kiriloviç, mantık ile psikolojiyi kullanıp sadece bu iyi tasarlanmış ve icra edilmiş cinayeti çözüp, gerçek katili (babasını öldürdükten sonra bunu İvan’a itiraf eden üstüne Dmitri ceza alsın diye kendini asan sosyopat Smerdyakov’u) ortaya çıkartmakla kalmıyor öte yandan Karamazov Kardeşler’den sonra yazılan tüm polisiye romanların baş soruşturmacı karakterini de derinden etkiliyor. Fakat Karamazov’ların çok parçalı ve aile ilişkilerine vurgu yapan yapısı nedeniyle romanın belki de Suç ve Ceza’nın ikonlaşmasından ötürü polisiye sayılmaması, Kiriloviç’i bir kenara iter. Buna karşın romanın ikinci bölümünde İvan’ın sanrılar gördüren bir beyin hastalığının ortaya çıkması, Dmitri’nin baba katilliğini arzularken aslında babasını ne denli çok sevdiğinin altının çizilmesi, Alyoşa’nın da katilin Dmitri mi İvan mı olduğuna ilişkin gelgitleri sırasında vicdanı ve mantığı ile yaşadığı Hıristiyanlığa ve insanlığa ilişkin çatışmaları, romanın psikolojik boyutunu parlatır. Bu özellikleri de romanın ikinci bölümünü bir klasik Dostoyevski romanı yaparak, Tolstoy’a kafa tutma ve büyük ölçüde bunu başarma manifestosu olmaktan da hayli çıkarır.

Karamazov kardeşler gerek göz göre göre işlenecek bir cinayeti işleyen yapısı, gerek karakter yaratımı, gerek o dönemin Rus toplumuna yaptığı çok derin yargı ve eleştiriler gerekse de Hıristiyanlık dünyasının değer yargılarına ilişkin göndermeleriyle Dostoyevski’nin en önemli romanı olarak anılıyor. Ama benim dünyamda Karamazov Kardeşler’in dünyanın en iyi romanı yarışmasında foto finişte Savaş ve Barış’ı geçmesinin başka sebepleri var:

Ben bir romanın mühendislik çalışmasıyla yani her metninin büyük bir titizlikle ve hesapla yazılmasına karşı değilim. Ama Dostoyevski’nin tutulduğu sara krizlerinden sonra kendini bilmeden kaleme aldığı onlarca sayfanın özgünlüğü ve coşkusunu, hiçbir hesap kitap romanına değişmem. Öte yandan Karamazov Kardeşler’in eğer ben bir yayınevi editörü olsaydım romana fazlalık yapan iki yüzden fazla sayfasını hesaba katınca, romanın ana konusunda uzaklaşan ve romanı okumayı görece zorlaştıran bu tür sapmaların yersiz olduğunu düşünürdüm.

Neden büyüktür

Gerçekse ise Dostoyevski romancılığının lezzeti onun romanlarındaki fazla ve uzun bölümlerin nitelik terazisine çıktığında tartıyı tam ve eksiksiz gösterebilme gücünden geldiğini  düşünüyorum. Bir başka değişle nokta atışı yapmaktansa, kaybolup istenilen yere varmanın tadı başkadır. Karamazov Kardeşler’in büyüklüğünün bir başka göstergesi de edebiyatın doğurganlığına yaptığı katkıdan geliyor. Karamazov Kardeşler, Dostoyevski kariyerinin son romanı oldu ama Dostoyevski yaşasaydı nasıl ki Kumarbaz, Ecinniler, İnsancıklar, Yeraltından Notlar gibi romanlarından Karamazov’ları çıkarttıysa, Karamazovlar’dan da bazı sırları açığa vurulmamış karakterleri başka olayların başkahramanı yaparak yeni romanlar yazacaktı. Dostoyevski bize özgünlüğün bambaşka hikayeler anlatmak değil de yazarın tek bir hikayesinin içinden çıkabilen başka ve birbiriyle bütün hikayeler olduğunu anlatması açısından da önemlidir. Her şey bir kenara Karamazov Kardeşler, insana insanı tam bir çıplaklıkla gösterebilme gücünden dolayı büyüktür. Kurgu ve edebiyat oyunları mı? O zaman tercihiniz Tolstoy. En büyük o. Fakat benim gibi yazarken fazlalıkların, okurken kimi eksikliklerin ve en çok da insan hallerinin peşinden gidiyorsanız, tüm bunları bir araya getirince roman tıpkı hayat gibi çok değişkenli bir yapıya sahipse, o zaman en büyük Dostoyevski’dir. Onun en büyük yapıtı da gereksiz uzun bölümleri, Tolstoy’a yaptığı göndermeler, ikinci bölümüyle kendi edebiyatına dönüş ve içinden yeni romanlar çıkarabilecek bir makine roman özelliğiyle Karamazov Kardeşler’dir. Zaten insan hayatta ya bir insandır ya da bir Karamazov. En çok Dmitri, İvan, Smerdyakov ve Fyodor Karamazov. Ya da Alyoşa olsa da bir Karamazov…

Erdinç Akkoyunlu – edebiyathaber.net (19 Aralık 2018)

Yorum yapın