Kara delikler ve Pandora’nın kelebeği | Anıl Ceren Altunkanat

Aralık 25, 2017

Kara delikler ve Pandora’nın kelebeği | Anıl Ceren Altunkanat

“Hepsinin bedenleri bir araya gelmiş haldedir; her biri bir başkasının savaşının kurbanı, bir başkasının unutuşunun devamı, kolektif amnezimizin yayılmacı, değişmez haritası üzerindeki bir kara deliktir.”

Tesadüfler, ihtimaller… Yarım kalanlar, yarım bırakılanlar… Erişilmez olanlar, erişilmez kılınanlar… Kayıp yıllar… Belleğin oyunları; hatıralar ve unutuşlar… Yaşamın gölgesinde yaşananlar. Boş kâğıtlar. Kara delikler. Kurbanlar ve travmalar.

Justin Ker, ilk kitabı Yağmur Damlaları Arasındaki Mesafe’de öykülerini bu sızılar etrafında kuruyor. Kitap, adının da etkisiyle, yağmurlu ve karanlık bir günün yarattığı ruh halini sözcüklere döküyor çoğu zaman. Kasvetli. Mesafeli. Özensiz görünecek kadar doğrudan. Ama tam da bu yüzden çapıcı. Doğrudan. Yağmur gibi.

***

“O hâlen başına gelecek tesadüfi buluşmaları, kazara karşılaşmaları bekliyor; zira bunlardaki kasıt eksikliği, doğruluklarını onaylıyor. Böylelikle, cevaben boş kâğıt parçasını veriyor çünkü hâlen kendi tesadüflerini bekliyor, çünkü yenilgiyi kabullenmek istemiyor.”

Boş kâğıtların baş döndürücü ihtimallerine tutunup yaşıyoruz nicedir. Nicedir olanlar karşısında bir sığınak henüz olmamış olan. Belki olmayacak olan. Doldurulmuş her kâğıt bir hüküm, bir yenilgi, bir son çünkü. Olan her şey – hemen her şey – bir yıkım, çöküşün eşlikçisi. Zayıf ve fersiz umut ancak sığ boşlukta yer bulabiliyor kendisine. Boşlukta ve boşluğun vaat ettiği her tesadüfte.

Yarım kalan şeylere sarılıyoruz bu yüzden, eksik kalanlara. Hükümle, yenilgiyle, sonla damgalanmamış olanlara. Varsın hiç tamamlanmasın, geçmişe dair de olsa bir umut var yarım kalanda. Ve bu geçmişte geçen hayallere yelken açmaya olanak sağlıyor. Bugün ve gelecek için umut kalmayınca hayaller de geçmişe salınıyor, geçmişte dallanıyor. Geçmişte yaşamıyoruz, hayır, bugünden kaçıp geçmişte yaşanmamış bir yaşamın hayaline sığınıyoruz.

“Sonra, tıpkı onun gibi, şunun farkına varacaktı ki buluşmaları mükemmeldi çünkü sonu erişilemez kalmıştı. Geçici ve bitirilmemiş bir şeydi, hiç kuşkusuz tam da olması gerektiği gibi.”

Böylece yok sayıyoruz geçmişle aradaki mesafeyi; geçmiş şimdiyi besleyen – yahut dayanılır kılan – hayaller tarlasına dönüyor. Çünkü şimdinin mesafeleri dolambaçlı, yolları çetrefil. Çünkü şimdi emek istiyor, güvenli sığınaklardan uzaklaşmayı gerektiriyor. Yol almayı gerektiriyor.

“Singapur’a döndükten sonra bir mola sırasında, adam mesafeyi ölçmenin pek çok yolu olduğunu düşünüyor: Kadın yirmi iki kilometre uzakta yaşıyor, adamın parmağı telefon üzerindeki sekiz tuşa bastıktan sonra kadının sesi belirecek. Ne var ki onu aramıyor çünkü aralarındaki mesafe düz bir çizgi değil; nihayete ermemiş yolculuğun dolambaçlı yayından oluşuyor.”

Şimdi bir hareket alanı. Kaçtığımız bu belki. Şimdi, yöneldiğimiz seçenek dışında kalanları eliyor ve bir yola itiyor. Ataletin gölgesine sığınamayacağımız bir yola. İhtimalleri seçenek, seçenekleri çaba haline getiriyor. Zorluyor. Kendini, eylemi dayatıyor. Gözleri kısmadan, görerek bakmayı dayatıyor.

“Işıktan mahrum geçirdiği yıllar şimdi her şeyi daha açık seçik görmesini sağlıyordu. Her şeyin üzerini kapatan kıvrımlar ve örtüler temizlenmişti. Her şey göze batıyordu. Yetişkinler, kılık değiştirmiş çocuklardan ibaretti.”

***

Justin Ker’in öyküleri yağmurlu bir günün kasvetini taşımakla birlikte, içinde dirimin kıvraklığını da barındırıyor. Neşe değil bu. Yalın anlamıyla umut da değil. Yaşamın kendisi. Doğrudan çoğu zaman; özensiz ve zorlayıcı.

“Boş bardağı kaldırıp kendi şerefine içti. Kendime, diye düşündü içinden, bir de karşıma çıkan tüm gerçeğe dönüşmemiş ihtimallere.”

Yılın son yazısı bu mu olmalı, bu kadar kasvetli mi olmalı, çok tereddüt ettim. Ama sonra bunca umutsuzluğun içinde barınan umut, Pandora’nın kelebeği göz kırptı. Ker’in öykülerindeki gibi. Yaşam gibi.

Belki de kadeh buna kalkmalı.

Yarısı dolu, yarısı buğulu.

Anıl Ceren Altunkanat – edebiyathaber.net (25 Aralık 2017)

Yorum yapın