“Kaosun Kalbi” ya da hayatın büyüklüğü nedir? | Sülbiye Yıldırım

Temmuz 20, 2020

“Kaosun Kalbi” ya da hayatın büyüklüğü nedir? | Sülbiye Yıldırım

Mart ayının ilk günlerinde çıkan Kaosun Kalbi, Koray Sarıdoğan’ın yazdığı fantastik bir roman. Kitabı, komplo teorilerinin günlük yaşamın bir parçası haline geldiği, yaşamın kendisinin fantastik bir olgu halini aldığı bu pandemi günlerinde, korona virüsün gerçeküstü dünyasına hapsolmuş karantinada yaşarken okudum. Koray Sarıdoğan’ın başarıyla yarattığı roman evreninde, zamanın ruhunu yakalayan nitelikli bir fantastik romanı okumak, kötüleşen dünyada iyiyi bulmak isteğinden ve ümidinden vazgeçmeyen Tibet’le tanışmak iyi geldi.

Mekânları, karakter yaratımı ve işlediği konuyla başarılı bir roman olan Kaosun Kalbi; fantastiğin tekinsizliğini, romanın kendi içinde işleyen matematiksel ritmini ve yaşayan mekânların roman evrenine kattığı gerçekliği oldukça başarılı yaratabilmiş. Ayrıca türün olmazsa olmazı; gerçeğin içine sızan olağanüstünün ayrıksı durmama halini sonuna dek başarıyla sürdürüyor. Roman boyunca anlatılan imkânsızı, bir an bile sorgulamanıza fırsat vermiyor. Anlatılanlar son derece gerçekçi geliyor, hatta olabilirliğinden korku duyuyorsunuz fakat yazar, bu kuşkulara kapılıp fantastiğin içinde kaybolmanıza fırsat vermiyor. Okurun dikkatini ve merak duygusunu diri tutarak, romanın yakaladığı tempoyu başından sonuna dek sürdürüyor, kahramanın peşinde soluk soluğa roman evrenindeki yolculuğuna eşlik etmenizi sağlıyor.

Koray Sarıdoğan romanda tekinsiz bir kurgu evreni yaratırken Türk mitolojisinden imgeler kullanmış. Kahramanımızın ismi, askerliğini yaparken dağda karşılaştığı beyaz kaplan, mavi ejder, purba öne çıkan önemli mitolojik öğeler. Ayrıca Tibet mitolojisindeki Agartha-Şambala efsanesi ve bu efsanenin Nazizmle ilişkisi de hem romanı inşa eden önemli bir veri, hem de romanın ana konusu olan komplo teorisinin ipuçları.

Romanda olaylar İstanbul’da Yerebatan Sarnıcı’nda geçiyor. Seçilen bu mekânlar tekinsizliği güçlendirici mitolojik ve mistik bir öğe olarak roman evreninin yer alıyor. Özellikle İstanbul, Giovanni Scognamillo’nun dediği gibi; “Doğu ile batının buluşma, kaynaşma odak noktası ve ola ki manyetik alan”ı* olarak, anlatılan hikâyenin hem zamanı, hem de yaşayan karakteri olmak gibi canlı bir işlev yükleniyor. Yazarın bu manyetik alanı vril enerji olarak adlandırması, kahramanımız Tibet’in olağanüstü güçlerinin bu mekânlarda ortaya çıkış şekli fantastik kurguyu destekleyen, zenginleştiren ve anlamı güçlendiren öğeler. Bu öğeleri başarıyla kullanan yazar, okurun okuma edimine dâhil olmasını da sağlıyor.

Koray Sarıdoğan girişte, daha romana başlamadan Alan Moore ve Giovanni Scognamillo’dan yaptığı alıntılarla okura, ezoterik ve mitolojik bir öyküye yolculuk yapacağının ipuçlarını sunuyor. Bu yolculukta Tibet gerçek dünyayı anlamanın peşinde koşarken okuru da gerçek dünyanın inşasındaki sorumluluğu hakkında sorgulamalara yönlendiriyor.

Kaosun Kalbi yedi bölümden oluşuyor. Her bölüm, bir epigrafla başlıyor. Bölümün kalbini oluşturan epigrafların sahipleri ve temsil ettiği anlayış anlatıya derinlik kattığı gibi, okurun romandaki anlamı yakalayabilmesine yardımcı oluyor. Epigrafların bölümle ilişkisini kurmaya, romandaki işlevini anlamaya çalışırken de kendinizi yazarla iş birliği içinde buluyorsunuz. Bu alıntılar okuru anlatıya dâhil eden önemli unsurlardan biri.

Romanda birinci bölüme başlamadan önce, girişinde üç kısa anlatı yer alıyor. Her biri birbirinden bağımsızmış gibi duran bu kısa ama yoğun anlatılarda romanın hikâyesindeki ana temanın dayandığı komplo teorisine; ezoterik karakter Baron Rudolf von Sebottendorf’un Tasavvufa olan ilgisine, iyi ve kötü kavramına, güç istenci ve Nazizm’e örtük göndermeler var. Okuru romana hazırlayan bu anlatılar aynı zamanda romanın çok katmanlı anlatısının giriş kapısı.

Roman Hitler ve Nazizm ile ilgili bir komplo teorisinden yola çıkarak yazılmış. Bu komplo teorisinde Tibet’in ve ailesinin yeri kitap boyunca iyi kurgulanmış olaylar zincirinde, nefes almadan okuyacağınız güzel bir serüven seriyor önünüze. Ana karakter ‘Kahraman’ karakter olarak yaratılmış. Kitap kapağındaki; ‘Mavi Ejder Serisi’ ifadesi kahramanımızın serüvenlerinin devam edeceğinin de ipucunu veriyor. Kahraman, ilk başlarda kendisi farkında olmasa da bir ‘kurtarma’ yolculuğuna çıkıyor, üstelik riskli ve sorumluluk isteyen bir yolculuk. Kahramanları seviyoruz, Tibet’i de seveceğinize eminim. Kötüleşen dünyada iyilerin varlığına inancımızı tazeliyor, insani yanımızı bize hatırlatıyor.

Koray Sarıdoğan girişten sonraki bölümlerin başlarındaki epigrafları 90 kuşağının itirazlarını dile getiren, sistemin ötekileştirdiklerinin sesi olan muhalif sanatçıların yapıtlarından seçmiş. TuPac, Bruce Lee, Metallica, Fever Ray gibi sanatçılar muhalif tavırlarını şarkı sözlerine, film repliklerine yansıtmış 90 kuşağı idolleri. Psikolojik bunalımlar, uyuşturucu kullanımı, ayrımcılık, eşitsizliğe itirazları, hak ve adalet arayışları, iklim krizi bu sanatçıların yapıtlarında yer alan temalar. Agresif duruşları ve yerleşik sanat anlayışındaki yıkıcılıkları da ortak noktalarından sayılabilir.

Çoğu sisteme başkaldırırken sistemin nimetlerine kavuşunca kaybolup giden, yaşanan zamanın insan üzerindeki yıkıcılığının da sembolleri olan bu insanlar; “varlığımızı, acılarımızı, düş kırıklıklarımızı aşkınlaştıracak, hayata ve ölüme, yanılsamalı da olsa, bir anlam katacak dünya görüşüne özlem”**i yansıtıyorlar.

İletişim devrimi çok kısa dönemde çok büyük değişimlere yol açtı. Artık bilimin hızı, bilginin yayılıma hızına yetişemiyor neredeyse. Bu durum hiç durmadan yoğunlaşan ve hiç kimsenin kontrol edemez göründüğü evrensel bir görüntü oluşturdu. Bu görüntü düşüncelerimizi, duygularımızı, algılayışımızı ve davranışlarımızı derinden etkilemekte. Özellikle 1990’larda başlayan ve tüm dünyayı etkisi altına alan değişim ve dönüşümler toplumsal yapıların sarsıntılar geçirdiği ve geçirmeye devam ettiği yıkıcı bir süreci yarattı. Güven duygumuz onulmaz bir şekilde yaralandı, yaralanmaya devam ediyor. Büyük bunalımlar yaşıyoruz. Yerel ve bölgesel savaşların çokluğunda dünyanın kızıla boyanması yetmiyormuş gibi, pompalanan tüketme doyumsuzluğumuzda doğaya da acımasız davranıyoruz. Suyu, havayı, toprağı kirlettik, birçok canlının soyunu tükettik. Sıra insan soyuna gelmiş gibi ve en kötüsü de bütün bunları büyük çoğunluk, iletişim olanaklarının kolaylığında, rahat koltuklarımızda sadece “seyrediyoruz”.

Kaosun Kalbi’nde, kontrol edilemez görünen bu evrensel görüntüde dünyaya hâkim olma ve yönetmeye istekli zihniyetin, elde etmeye çalıştığı güç istencinin nelere yol açtığını, nasıl kişisel ve toplumsal yıkımlara neden olduğuna tanık oluyoruz. Elbette bu istenci kapitalizmin varlık nedeni olan sömürü ihtiyacından ayrı düşünmemiz doğru olmaz. İnsanlığın yıkımına neden olan büyük felaketlerin önemli nedenlerinden biridir güç istenci ve onun uzantısı sömürü düzeni. Geldiğimiz noktada bu düşüncenin ürünü baskıcı, şiddete eğilimli, ırkçı, ötekileştirici yönetimler dünyaya hâkim durumdalar. Yıkımdan sorumlu olanlar dünyada tek başlarına at koşturup dünyanın kendileri için yaratıldığını düşünmekteler.

Büyük dünya savaşlarına yol açmasına rağmen isteğinden inatla vazgeçmeyenlerin, bu inatla beslenenlerin, yönetme ve yönlendirme erkini elinde tutma isteği hiç bitmeyecektir, ta ki sıradan insanlar olarak bu yıkımdaki büyük payımızın bilincine varıp Kaosun Kalbin’deki Tibet’in içimizde yaşadığını keşfedinceye dek. Tam da burada son bölümün epigrafına değinmeden geçmek olmaz. Koray Sarıdoğan’ın yayımlanan ilk romanı, Kadran Kadraj’dan bir alıntı; “Önemli olan, geri dönememe riskini göze almaktır…”***

Varlığımızı, acılarımızı, düş kırıklıklarımızı aşkınlaştırabilmek, hayata ve ölüme, yanılsamalı da olsa, bir anlam katabilmek, anlamsızlıktan kurtulmak için risk almaya değmez mi?..

* Giovanni Scognamillo / İstanbul Gizemleri

**Amin Maalouf / Ölümcül Kimlikler

***Koray Sarıdoğan / Kadran Kadraj

Sülbiye Yıldırımedebiyathaber.net (20 Temmuz 2020)

Yorum yapın