“Kafamda Bir Tuhaflık”a İlişkin Bir Çözümleme Denemesi | Prof. Dr. Onur Bilge Kula

Temmuz 13, 2016

“Kafamda Bir Tuhaflık”a İlişkin Bir Çözümleme Denemesi | Prof. Dr. Onur Bilge Kula

onur-bilge-kula-1024x680-596x397Ben artık o mektupları yazan kişi değilim

Orhan Pamuk “Saf Düşünceli Romancı” adlı denemesinde geliştirdiği yazın-kuramsal düşünceleri, “Kafamda Bir Tuhaflık” romanında uygulamıştır. Pamuk’un bu son romanı izlek çeşitliliği ve anlatı yetkinliği bakımdan farklı okumalara olanak vermektedir. Romanın izlek yelpazesinin genişliği, romanda anlatıya katılan içgöç, gecekondulaşma, kentleşme, siyasal simge ve söylemler, dinsellik ve azınlıklar gibi konularda görülebilir. Ben bu yazıda romanda gizemlileştirilen “tuhaflık” üzerinde durmak istiyorum.   Tuhaflık, yazarca romanın başından sonuna değin ve değişik yoğunlukta hemen her bölümde bir anlatı öğesi olarak kullanılmakla birlikte, romanın sonlarına doğru daha görülür duruma getirilmiştir.

Bu romanın son bölümündeki anlatımla, eşleri ölen ve birbiriyle evlenen Mevlut ve Samiha aralarında bir “oyun” geliştirir. Bu oyun, karı-kocanın “bütün hayatlarını belirleyen ‘Mektuplar kime yazıldı?’ sorusuyla yüzleşme” yoludur. Her ikisi de mektupların kime yazıldığını aslında baştan beri bilmektedir. Romandaki anlatımla, Mevlut’un “resmi ve şahsi tutumu” açıktır: Korkut’un düğününde ilk kez gördüğü Samiha’nın gözlerine tutulmuştur; ancak Samiha’ya göz koyan amcaoğlu Süleyman’ın yanıltması sonucu, mektupları Samiha’nın ablası Rayiha yazmış ve onunla evlenmiştir. Bundan “hiç pişman olmamıştır”; çünkü Rayiha ile mutlu olmuştur.

Mevlut’un ölen eşi Rayiha’nın “hatırasına saygısızlık” etmeme düşüncesini Samiha da kabul etmektedir. Ne de olsa Rayiha Samiha’nın ablasıdır. Mevlut ile Samiha’nın anlaşamadıkları şey, “Samiha iki kadeh rakı içip, mektuplardan birini açıp, gözlerimi ‘yol kesen harami’ye benzetirken neyi amaçladın?” diye Mevlut’a sorduğu zaman ortaya çıkmaktadır. Samiha, o sözleri kendisine yazdığı için Mevlut’un bu tür soruları yanıtlamasının aralarındaki “anlaşmanın ruhuna aykırı” olmadığını düşünmektedir. Mevlut ise bunu kabul etmekle birlikte, “bugün o eski ruh haline girmeyi” reddetmektedir. Samiha “o ruh haline girme; ama bunları yazarken ne hissettiklerin anlat” diye ısrar etmektedir. Mevlut, bunu yineleyemeceğini söylemekte ve bu tavrını “Çünkü o mektupları yazan kişi değilim artık ben” diye açıklamaktadır.

Burada betimlenen Mevlut tipi, hem mektupları aslında Samiha’ya yazan, hem de bunu açığa vurmanın Rayiha’nın anısına saygısızlık olacağını düşünen karakterdir. Gençliğinin bedensel dürtüleriyle yetişkinliğinin insancıl duyarlılığı arasında devinen bu yazınsal karakter, Orhan Pamuk’un “saf ve düşünceli” diye nitelendirdiği roman anlayışını yansıtır.

Süleyman, Mevlut’a ağabeyi Korkut’un “siyaset merakından” ve “memleket için yaptıklarının karşılığını almak” ve İstanbul’da yaşayan Beyşehirlilerin ve bölge insanının “desteğini” kazanmak için bir “hemşeri derneği” kurduklarından söz eder. Bu derneği destekleyenler arasında “Duttepe’den, Kültepe’de, Nohut ve Yören’den başka zenginler de” vardır. Bu amaçla Mecidiyeköy’de bir daire kiralanmıştır; Mevlut orayı çay kahve yapıp, “bir büfe gibi” işletmelidir; bunun yanı sıra akşamları derneği kapatınca boza da satabilecektir. Mevlut, Süleyman’ın önerdiği işi kabul eder (s. 386- 387).

Romanın başında anlatıya katılan “tuhaflık”, romanın sonunda tuhaflığa yol açan durumların olağanlaştırılmasıyla ortadan kaldırılmaya çalışılır; ancak ortadan kaldırılamaz; çünkü Mevlut’un başındaki tuhaflığın nedeni, onun dünya ve yaşam anlayışıdır. Dolayısıyla, Mevlut yaşadığı sürece, tuhaflık da sürecektir.

Orhan Pamuk, tuhaflık duygusuna ilişkin söz konusu olağanlaştırmayı, özellikle “Mevlut Yalnız – İki Kişi Birbirine Bu Kadar Uygun Olur” adlı bölümde anlatılaştırır. Karısı ölen, iki kızı evlenerek evden ayrılan Mevlut artık yalnızdır.  Mevlut’un bir zamanlar mektup yazdığı Samiha’nın kocası Ferhat öldüğü için, Samiha da artık bir başına kalmıştır. Yaşamdaki en güçlü yanının bazılarının “saflık” olarak gördüğü “iyimserliği” ve “her şeyi kolay ve hafif yanından görme” olduğunu düşünen Mevlut, yalnızlık duygusundan korkuya kapılmaya ve “Allah’a daha çok ihtiyaç duymaya”, Cuma günlerinin dışında da “camilerde namaz kılmaya” (s. 408) başlar.

Hemşerilerin “dul kalmışların evlenmesine” yardımcı olduklarına tanık bu başkahraman,  açığa vurmamakla birlikte, “genç yaşta dul kalan ve çocuksuz olan” bir kadınla evlenmesine yardımcı olunmasını bekler. Bu tümcede kullanılan “genç yaşta dul kalan ve çocuksuz olan” sözleri tam da Samiha’yı tanımlar. Nitekim romanda amcaoğlu Korkut, Mevlut için uygun eşin Samiha olduğunu “o da senin gibi yalnız” sözleriyle dile getirir (s. 409). Mevlut, Samiha’yı düşünmenin ölen eşi Rayiha’ya “saygısızlık” olduğunu, bu nedenle başka bir kadını düşünmemesi gerektiğini kendi kendine telkin etse de, bir başka anlatımla, güdü ve düşünce arasında gidip-gelen bir öz-sorgulama yapsa da, Samiha’yı aklından çıkaramaz.

Tuhaflık sözcüğü nasıl gizemsizleştirilir?

kafamdaMevlut’un kafasında tuhaflığa yol açan ikilemini, amcaoğlu Süleyman alaylı bir anlatımla dile giderir. Süleyman’ın ağzından romandaki anlatımla, karısı ölen, iki kızı evlenip yuvadan uçan “dürüst, güvenilir, temiz yüzlü ve iyi huylu” bir adamla, bu adamın aşk mektupları yazdığı ve yıllardan beri tanıdığı kocası ölen genç kadın, diyesi, Samiha evlenmelidir. Üstelik Duttepe’deki herkes, Mevlut’un “o mektupları” Samiha’ya yazdığını bilmektedir. Dolayısıyla, tuhaflığın nedeni bilindiğine göre, tuhaflık ortadan kalkmıştır. Bu bölümde “tuhaflık” sözcüğünün gizemi, Mevlut ile Süleyman arasındaki diyalogda çözülür. Süleyman, Mevlut’a düğünde gördüğü ve mektup yazdığı güzel kızın adını bilerek yanlış söylediğini, çünkü Samiha’ya kendisinin göz koyduğunu açıklar. Böylece, Mevlut’un başındaki tuhaflık duygusu nedensizleşir. Böyle olmasına karşın, ölen eşi Rayiha’ya saygısını korumak için, söz konusu mektupları ona yazdığında uzun süre ısrar eden Mevlut, kızının da desteğiyle, Samiha’yla buluşup konuşmaya karar verir. “Ev” adlı bölümdeki anlatımla, ikinci buluşmalarından sonra Mevlut ve Samiha evlenirler.

Mevlut, gecekondusunu iyi bir daireyle değiş-tokuş etmesine, Samiha ile ortak gelirleriyle iyi yaşayabilecek koşullara sahip olmasına karşın, romanın başından sonuna değin belli aralıklarla, ancak hiç vazgeçmeden boza satmayı sürdürür. Boza sanki Mevlut’un varlık nedeni, kişiliğinin sürekliliğinin kanıtı olarak anlatılaştırılır. Boza satışı sırasında Mevlut hem kendi varlığını yeniden kurar ve tanımlar, hem de “Bozacı iyi ki boza satmayı sürdürüyorsun. İyi ki ‘kim alacak’ demiyorsun” diyen alıcılarla karşılaşır. Mevlut “içinden geldiği” için boza sattığını söyleyince, “Hiç vazgeçme bozacı. Bu kuleler, betonlar arasında kim alır deme. Sen hep geç sokaklardan” yanıtını alır ve şu sonal sözü söyler: “Ben kıyamete kadar boza satacağım.” Böylece, boza, toplumun çeşitli kesiminden insanları karşılaştıran, buluşturan ve kültürel sürekliliği sağlayan bir öğeye dönüşür. Boza, olumluyu olumsuzdan, doyumluyu doyumsuzdan, geleneksel ve kalıcı olanı yeni ve geçici olandan ayıran bir izlek olarak romanın merkezini belirler.

Kalıcı olan ile gelip geçici olanı birbirinden duyarlılıkla ayıran ve böylece saf ve düşünceli bir nitelik kazanan Mevlut, romanın en sonundaki anlatımla, “hem resmi hem şahsi görüşünü, hem kalbinin hem de dilinin niyetini” haykırır: “Ben bu âlemde en çok Rayiha’yı sevdim” (s. 466). “Hem resmi, hem şahsi, hem kalbinin, hem de dilinin niyetini” haykırma anlatımı, romanın bütünsel tasarımını ve yazınsal merkezini imler. “Ben bu âlemde en çok Rayiha’yı sevdim” tümcesiyse, Mevlut’un kafasındaki tuhaflığın başlıca nedenini anlatır. Bu neden, Mevlut’un genel beklentilere uymaması, yaşamsal gerçeklerle kendini özdeşleştirememesi, dolayısıyla hep saf ve düşünceli davranmasıdır. Mevlut, romanın başında bir kez gördüğü ve güzel gözlerine vurulduğu, ancak bir yanıltma sonucu ablasıyla evlendiği Samiha ile romanın sonunda evlenmiştir. Bir anlamda muradına erdiği için, yeni durumdan hoşnut olmalıdır. Ne var ki Mevlut, güzel Samiha’yla evlenmesine karşın, “Ben bu âlemde en çok Rayiha’yı sevdim” diyerek, yeni bir tuhaflık duygusuna kapı aralar. Onu düşünceli yapan da bu özelliğidir.

Orhan Pamuk, içgöç, gecekondulaşma, alt kültür kümelerinin oluşumu, çeteleşme, vurgunculuk, ahlaklılık-ahlaksızlık gibi görüngüleri ve politik-ideolojik gelişmeleri, “Kafamda Bir Tuhaflık” romanının merkezini oluşturan Mevlut figüründe anlatılaştırmıştır. Yazarın, Mevlut’un toplumsal varlığını belirginleştirmek için, seçtiği ve betimlediği bozacılık, yoğurtçuluk, nohutlu pilav satıcılığı, otopark bekçiliği, elektrik tahsildarlığı ve Konya Beyşehir çevresinden gelenlerin politik amaçla kurdukları dayanışma derneği işletmeciliği, anlatıya toplumsal-kültürel ve insansal çeşitlilik ve özellik kazandırmıştır. Bu işleri yapan bir başkahraman seçimi, romanda hem gecekondulaşmanın türevi olarak ortaya çıkan alt-kültür kümesinden insan tiplerini ve davranışlarını, hem de toplumun diğer kesimlerden insan görünümlerini serimleme olanağı verir. Romanı çekici kılan en önemli etmen, Orhan Pamuk’un kurguladığı başkahramanın toplumsal-kültürel ve insansal ilişkilerinin zenginliğini olağanüstü estetik-yazınsal yetkinlikle ve bir fotoğraf gibi görselleştirerek yazınsallaştırması ve okuyucunun edinimine sunmasıdır. Orhan Pamuk “Kafamda Bir Tuhaflık” romanında, kendi sosyal sınıfının dışına çıkarak, toplumun alt katmanlarından başka insan tiplerini anlatılaştırmak suretiyle, Sartre’ın “Edebiyat Nedir?” (s. 67) kitabındaki anlatımıyla, onların yaşam gerçekliğini ortadan kaldırılması gereken bir “haksızlık” olarak betimlemiştir. Böylece, kendi estetik-yazınsal yetkinlik alanını da genişletmiştir.

 “Kafamda Bir Tuhaflık”ta kent tarihsel öğelerin yazınsallaştırımı | Prof. Dr. Onur Bilge Kula>>>

Prof. Dr. Onur Bilge Kula – edebiyathaber.net (13 Temmuz 2016)

Yorum yapın