Kaan Murat Yanık: “Coğrafya kaderse benim kaderim bu bölgedir.”

Kasım 8, 2017

Kaan Murat Yanık: “Coğrafya kaderse benim kaderim bu bölgedir.”

Söyleşi: Arif Yaşar

Kalküta, Uçurtma Mevsimi ve Butimarın ardından Uzakların Şarkısını okurlarıyla buluşturan Kaan Murat Yanık ile romanın yazım süresince neler yaşadığını, romanda neler olduğunu ve roman karakterlerini konuştuk…

Butimar’dan iki buçuk yıl sonra yeni bir roman Uzakların Şarkısı… Bildiğim kadarıyla sancılı bir yazım süreci geçirdiniz. Ne dersiniz?

Çok… Romanın bu süreç içerisinde beni çok yıprattığını söyleyebilirim. Bilhassa derinlikli, çok yönlü karakterler oluşturma gayretiyle farklı çatışım kümeleri vücuda getirmeye çabalarken hem kahramanlarımla hem de kendimle çok kavga ettim.

Kurmaca, Kaan Murat Yanık’ın alışageldiğimiz postmodern çerçevesi içinde yerleştirilmiş. Fakat Butimar’a kıyasla daha yoğun bir anlatım ve sürpriz üstüne sürpriz var. İntiharın eşiğinde dolaşan bir kahraman, bir anda bambaşka bir dünyaya düşüyor. Nasıl şekillendi bu çerçeve?

Metnin birinci bölümünde kendisiyle, geçmişiyle ve hatta geleceği ile problemleri olan bir karakter olan Bünyamin’in hayat ile ölüm arasına gerilmiş ipte yürümeye çalışmasını anlattım. Zaten pateit bir vaka halinde olan Bünyamin üniversite yıllarında ağır bir travma yaşamış.

Burada araya gireyim. Bu travma; bu travmayı yaşadığı mekan ve zaman ve elbette tüm bunların müsebbibi olan Eylül karakteri… Ne kadar kurgu derseniz deyin, okurun aklında soru kalabilir. Bu tramvaya bizzat tanık olmuş, Bünyamin’in başına gelen bu felakete dokunmuş gibisiniz?

Roman yayımlanmadan evvel,  aynı zamanda sıkı bir okurum olan yakın arkadaşım ile bu konuyu tartıştık. O da sizin gibi düşünüyordu. Hatta burası yani bahsettiğimiz felaketin yaşandığı özel üniversite… “Bunların hepsi çok gerçek.” dedi.

Siz ne dediniz?

Açıkçası böyle bir realite oluşturmayı başarabilmişsem mutlu olurum dedim. O kısımlarda gerçek hayatın izdüşümleri var!

Sert bir gerçeklik var esasında romanda. Şu kısımda olduğu gibi: “Biri beni on parçaya ayırıp sonra tekrar birleştirmiş sanki. Her parçam ayrı bir şey düşünüyor.”

Buna sevindim.

Butimar çıktığı dönemde ses getirmişti ve bir eleştirmen “Butimar sıkı bir roman, Kaan Murat’ın bundan sonraki romanında Butimar’ı aşması zor olacak” demişti. Sizce ne dersiniz bu konuda?

Bahsettiğiniz eleştirmenin sözleri ve Butimar’ın ses getirmesi beni kaygılandırmadı desem yalan olur. Yazma sürecinde sık sık zihnimde çalkalandı bu ifadeler. Sözü uzatmadan kendi fikrimi söyleyeyim; Uzakların Şarkısı, Butimar’dan daha sert bir kitap oldu.

Peki tekrar romana dönelim. Tuhaf bir kurgusu var ve karakterlerinizi gerçek hayattan çıkarıyorsunuz. Burada Zencefil de okur için çılgınca gelebilecek bir karakter. Daha roma çıkmadan fenomene dönüştü.Türünün -tabiri caizse- en psikopat papağanı olan bir kakaduyu roman kahramanı yapmak nereden aklınıza geldi?

Zencefil ile uzaklara yaptığım bir seyahat esnasında tanıştık. Elbette pek dostane bir tanışma merasimi olmadı. Deli, bembeyaz ama çok zeki bir papağanla dostluk kurmak ve onu romanımın başkahramanı yapmak bir dürtüydü. Birlikte uzun bir mesai geçirdik, maceralardan geçtik. Yeri geldi bir portakalı bölüştüğümüz oldu. Zencefil benim için bir hayvan veya roman karakteri olamaz. O gerçek bir dost!

Romanın karakter kadrosu çok geniş. İsimler ilginç. İpek Böceği, Fıstıkçı Şahap, Kurbağazade, Feylesof, Zurna Osman, Besti Nine, Ejder, Fülfül, Frenk Üzümü ve elbette  Gülbadem…  Bunlardan birkaçı. Bir anda büyülü ve renkli bir  18. Yüzyıl İstanbul’unda buluyoruz kendimizi. Çok teferruatlı bir araştırma yapmış olarak gördüm, doğru mu?

Karakterleri oturup isimlendirirken ve 18. Yüzyıl İstanbul’unu tasvir ederken bu kavramların tümü ile bütünleştim. Söz gelimi Galata Kulesi veya Kukumav Kahvehanesi…  Bu görüntüler, bilincime öylesine yoğun bir şekilde nakışlanmıştı ki, çalışmaya ara verip uyuduğum zamanlarda bile rüyalarımın dekorunu sarıyorlardı. Evet… O zaman, o İstanbul’a gittim, o kuyuya indim, o parçalanmaz boşluğa daldım, o aşılmaz zamanı parçaladım. Belki de yorgunluğumun sebebi bunlardır.

Ya renk meselesi? Romanda her insanın bir rengi olduğunu ve bu renklerin manasının psikanalit çözümünü sarsıcı bir şekilde anlatmışsınız. Bilimsel bir temeli var mı?

Sanırım en çok soru bu renk meselesi olacak. Bu yüzden sürprizi bozmamak adına bu sorunun yanıtını okura bırakacağım.

Besti Nine karakteri tipik bir Anadolu kadını. Orijinal Azerbaycan Türkçesi ile konuşturulmuş ve bu noktada gizem, grilim ve mizah şablonları iç içe geçmiş. Yanılmıyorsam sizde Azerbaycan Türküsünüz. Biraz köklere dokunma mevzusu var mı?

“Besti” anneannemin ismi… O benim için hiç ölmedi. Romanımdaki ve zihnimdeki yeri hep hazırdı. Uzakların Şarkısı’nda olmalıydı ve oldu. Azerbaycan ve Kafkas kültürüne elbette dokunmadan  duramazdım. Coğrafya kaderse benim kaderim bu bölgedir. Dedelerim Azerbaycan’dan göçmüşler ve hem kültürel anlamda hem de dilsel çizgilerde bu zenginliğin içinde büyüdüm. İnsan kökü kadar vardır bence. Bir Azerbaycan Türkü olarak kökenimi sulamak istedim.

Son olarak, Uzakların Şarkısı’nın son kısmını üstü örtük de olsa konuşalım. Zamanda yolculuk, aşk, ölüm ve diğer meseleleri büyülü gerçeklik akımı içerisinde var etmişsiniz. Bunu fantastik veya sürreal kurguya evriltmeden yapmışsınız. Yorumunuz nedir?

Şaşırtmak. Anlatmak için yaşamak… Hep yazmak… Büyülü gerçekçiliği seviyorum.  Başka türlü bir son olamazdı. İçime sindi. Fantastik kurguyu sevmiyorum. Benim meselem, olmayan bir dünya değil var olup ama her yerinden başkalık akan bir dünya. Bununla uğraştım.

Arif Yaşar – edebiyathaber.net (8 Kasım 2017)

Yorum yapın