Jean Genet’ten “Giacometti’nin Atölyesi”: “Sanat ölüler içindir” | Emek Erez

Temmuz 10, 2014

Jean Genet’ten “Giacometti’nin Atölyesi”: “Sanat ölüler içindir” | Emek Erez

GIACOMETTI-NIN-AToLYESi_151518_1Yazarların, sanatçıların birbirleri ile ilgili fikirleri okur tarafından ilgiyle karşılanır. Özelliklede konu aykırı, bilinenin dışında yaşamsal pratiklere sahip, dönemlerinde kimse gibi olamamış, sanat ya da edebiyat akımlarıyla bir şekilde barışamamış, kendi özgürlük yolunda koşuya çıkmış isimlerse. Bize bahsettiğimiz özelliklerde iki ismi sunan bir kitap, “Giacometti’nin Atölyesi”. Metis Yayınları tarafından basılan kitap,  Genet’in ölümünden önce yazdığı son eseri olma özelliğini taşırken, ayrıca sanat üzerine bilinen tek çalışması. Kitabın en önemli özelliği ise; bize hem Genet’in sanat düşüncesi hakkında bilgi sunması hem de Giacometti’nin “ölçüsüz” yapıtları hakkında merak uyandırması.

Genet’e göre içinde bulunduğumuz dünya insanlık dışı bir dünyadır ve bizim dünyayı değiştirme edimimiz onu bütünüyle başka bir dünyaya değiştirmeye yetmeyecektir. Bu dünyanın görünen yüzüdür ve bunun dışına çıkmak için çabalamak en büyük özlemimizdir. Görünenin dışına çıkmanın yolu ise ölçülebilir olanın dışına çıkma cesaretini göstermekten geçer. Bunu başarabilmiş bir isimdir ona göre Giacometti, çünkü aldatıcı görünüşünden arındırılmış insandan, geriye kalanın sırrını çözmek için, gözünü rahatsız eden şeyi uzaklaştırmayı iyi bilen bir sanatçıdır o. Giacometti’nin sanat edimi insanlardan çok nesneleri kapsayabilen bir arayıştır aynı zamanda. Artık insanlarda nesneler gibidir çünkü arınmaları hatta bilindik, biçimli durumdan sıyrılmaları gerekmektedir. Ve belki de Giacometti’nin yapmaya çalıştığı nesnelerde, kaybolmuş insan duygusunu ortaya çıkarmaktır.

Genet, her insanın derin bir yalnızlık içinde olduğuna inanır. Ona göre; herkesin gizli yaraları vardır. Bu nedenle görünüşler aldatıcıdır. Giacometti yapıtlarında insanların ya da nesnelerin gizlenmiş yaralarını ortaya çıkarır ve bu onun eserlerinde beslendiği tek şeydir. İnsanın yarası ya da yalnızlığı insanı ışıtan bir durumdur çünkü. Bu nedenle Giacometti için sanat yaraların ışığını ortaya çıkarma amacı taşır.

“Sanatta neye yenilikçi denir, pek anlamam. Bir yapıt gelecek kuşaklarca anlaşılmalı öyle mi?” derken Genet, bu durumu oldukça yadırgar. Çünkü ona göre sanat yapıtı çocuklar ya da gelecek kuşaklar için değildir. Tam tersine ölüler için ya da hiçbir zaman sağ olmamışlar içindir. Çünkü bir sanat yapıtının büyük ölçeklere ulaşması demek; binlerce yıl önceye dönmesi, kendilerini tanıyacak ölülerin doluştuğu bellek ötesi geceyi yakalaması demektir. Ayrıca Genet’e göre; sanat yapıtının gerçekliğin sınırlarında ya da ölçülü biçimli formlarda olması, bu günkü kuşakların (ona göre insanlık dışı bir dünyanın aldatıcı görünüşlerini temsil eder bu günkü kuşak) algısına hapsedilmesi, görüntünün seyredenin aldanmışlığına hapsedilmesi olur. Bu nedenle eser bu gün ya da gelecek için değil doğmamış ya da ölmüş için yapılmalıdır. Bu anlamda Giacometti, bu sanatsal edimi gerçekleştirmiştir onun eserleri hareketlidir, bakışınızı onun üzerine sabitleyemezsiniz, zamanın derinliklerinde bir yerdedir, sonsuzdur. Siz onu değil o sizi esir alır ve bu nedenle ne kesindir ne de tam anlamıyla gerçek, doğmamış ya da ölmemiş olanın boşluklu, derinlikli ve yalnız karşılığıdır, ölü bir çağa ait ve ölüler içindir.

emmagem-lonelinessGenet’in “Sanat ölüler içindir” demesinin ardında bir başka anlam daha vardır. Günümüz insanı ölmüş yığınları ve kalabalıkları temsil eder. Bu sayısız kalabalıkların ve yığınların artık görmeleri gerekeni görmesi için, sert bir sanatsal pratiğe ihtiyaç vardır. Ölmüş yığınlar eti kemiğiyle ayaktayken, Giacometti’nin yapıtlarının aktardığı “yalnızlık bilgisini” artık fark etsin ister Genet, çünkü ona göre en emin övüncemiz yalnızlıktır. İnsanlar yalnızlığının değerini öğrenmelidir, sanatsal anlamda bunu başaran yalnızlığı övünç düzeyinde ifade eden kişidir işte Giacometti ve kesintili bir mekȃn deneyimi ile temsil eder yalnızlığı. Kalabalıkların farkında olmadığı şeyi ifade eder bir bakıma, belki de hiçbir zaman farkına varamayacağı. Genet için Giacometti’nin bu denli anlamlı olmasının sebebi de aslında onun yalnız nesne ve insanları ile ilgilidir belki de. Çünkü Genet çok büyük bir değer atfeder yalnızlığa ve şöyle tanımlar;  “Yalnızlık benim anladığım anlamıyla, acınacak bir durum değil, daha çok gizli bir krallık, derin bir iletişimsizlik, fakat el uzatılamaz eşsizlikte, belirsiz bir anlama biçimi”. Giacometti’nin yapıtları onu o “gizli krallığa”, yalnızlığa götürür. Nesnel anlamları duyguların boyutuna taşır. Hissettirdiği en güçlü duygu ise; insan varlığının bu dünyadaki yaralı yalnızlığıdır.  Tıpkı Genet’in yaşamı boyu hissettiği gibi.

Peki nesneler yalnız mıdır? “Bir gün, odamda, iskemlenin üzerinde duran havluya bakıyordum; o an her nesnenin sadece yalnız olmakla kalmayıp bir de ağırlığı olduğu –ya da daha doğrusu- bir başka nesnenin üstüne abanmasını engelleyen bir ağırlıksızlığı olduğu izlenimini edindim. Havlu yalnızdı, o kadar yalnızdı ki, sanki iskemleyi çeksem bile yerinden kıpırdamayacaktı.” Giacometti’ye göre dünya çok hafifken nesnelerin bile ağır bir yalnızlığı vardır. Sözünü ettiği havluda olduğu gibi aslında şeylerde derin bir yalnızlık içindedir. Onları bu yalnızlıktan arındırmak için kendisini yok eden bir sanatsal tavır gereklidir. Sartre’ın deyimiyle onun hayali; “yapıtının arkasından tamamen silinmektir”.  Bu durum bir bakıma Giacometti’nin nesnelerle olan ilişkisini tanımlar. O bronzu inceltirken, onun görünmeyen yalnızlığını, yarasını ortaya çıkarmak için inceltir. Bu nedenle ortaya çıkan eser olabildiğince incelmiş bir forma bürünür. Çünkü ne kadar inceltirse o kadar derine indiğini düşünür ve insanların suretinde bir nesnenin yalnızlığını ortaya çıkararak, adeta insan ve nesneyi yalnızlığın -Genet’in deyimiyle-  “gizli sığınağında” ortaklaştırır.

Genet ve Giacometti yalnız, uyumsuz, aylak iki önemli isim. Onları buluşturan, ikisinin de ölçülebilenin, kategorize edilebilenin, biçimlenebilenin dışında birer bireysel varlık olmaları belki de. Onlar insan varlığının en övünülecek durumunun aslında kalabalıkların ya da yığınların bir parçası olmanın dışında bir yerde; yalnızlıkta ve yaralarda olabileceğine inanırlar. Ve sanatın amacının, insanların aldanışlarının ya da görünen dünyanın gerçeklerinin sınırında olmadığında ortaklaşırlar.

Emek Erez – edebiyathaber.net (10 Temmuz 2014)

Yorum yapın