İnsanlığın en eski iftirası | İsmail Gezgin

Şubat 6, 2014

İnsanlığın en eski iftirası | İsmail Gezgin

ismail-gezginMuammaların Ardında Yatan Bilimsel Bilmeceler

Batılı bilim dünyası muammayı sever. Kendisini Homo Sapiens Sapiens’in güvenli soyuna teslim eden Batı bilimi sürekli olarak, “insan”lığa yakıştırmadığı Homo Neanderthalensislerin “hayvani muammasından” dem vuran makaleler ve çalışmalar üretir.

Konuya ilişkin son çıkan haber de bunu teyit etmektedir. Beyaz eril ırk, kendine, varlığına ve kaynağına yakıştıramadığı bazı hastalıkların sebebi olarak Neanderthalensisleri göstermiş, böylece aranılan “günah keçisi” genetik bilimsel yollarla kanıtlanmıştır. Her ne kadar aksini iddia etse de mitin bir devamı olan “bilimsel” rivayete göre, Homo Sapienslerle cinsel ilişki kuran kimi Neandertahelensisler modern insan türünün hastalıklı bir beden taşımasının müsebbibi olmuşlardı. Yoksa bu kusursuz insan hastalanmazdı…

Üstelik bu Batı biliminin ilk vukuatı değildir elbette ve anlaşılan odur ki son da olmayacaktır.  Yakın zamana kadar Latin Amerika kültürlerinin gizemlerinden söz eden çok sayıda kitap, Batılıların ayıplarını kapatacak kimi muammaları ön plana çıkarıyordu. Kıtanın “keşfedilmesi”yle başlayan büyük soykırım Latin Amerika halklarının ortadan kaldırılmasını amaçlıyordu. Böylece bu halkların ürettiği İnka, Maya, Aztek gibi kültürlerin sahibi, muammanın konusu haline getirilmişti. Latin Amerika’nın yerli halklarını bu kültürleri üretecek kapasitede görmeyen ırkçı Batı bilimi, kinayeyle soruyordu:

resim3Bu büyük kültürleri üreten insanlara ne oldu?

Çünkü onlara göre bu kültürleri üretenler “beyaz” olmalıydı ve burada beyazlar yaşamıyordu. Bu soruya “bu kültürleri üreten insanlar siyahtı ve onları siz öldürdünüz” yanıtını verecek, bir alternatif bilim kendini var edemedi…

Batı dünyası, “uygarlık” kavramının “beyaz”laştırılmasının önündeki tüm engelleri gizem yoluyla aşmanın yolunu bulmuştu bir kez. Kendi uygarlık tanımının dışında kalan Mısır, Mezopotamya ve Latin kültürlerin arkeolojik kalıntıları hakkındaki muammalar halen sıklıkla dile getirilmektedir… Piramitleri Mısırlıların yapmış olduğunu inkar etmek uğruna, her türlü metafizik atfa sarılarak, bu devasa yapıların tanrılar ve hatta uzaylılar tarafından inşa edildiğini söyleyecek kadar ileri gidebilmişlerdi. Napolyon’un Mısır seferinin gerekçelerinden birisidir; “Mısırlıların Batı’nın yardımı olmazsa hayatta kalmaları bile söz konusu değildir”. Denilebilir ki, Batı’nın Doğu’ya uygarlık getireceği masalı bu dönemden kalmadır. Öte yandan kendi uygarlıklarının öncülü olarak kabul ettikleri Kadim Yunan ve Roma kültürlerini üretenler tam da istedikleri gibi “beyaz” adamlardı dolayısıyla tarih boyunca bilim desteği ile yüceltildiler.

insanligin-En-Eski-Muamma_170369_1Geçtiğimiz günlerde Can Yayınları tarafından yayımlanan Bertrand David ve Jean-Jacques Lefrére’in kaleme aldığı, İnci Malak Uysal tarafından Türkçeleştirilen İnsanlığın En Eski Muamması isimli çalışma içeriğiyle bu konudaki örneklerden yalnızca birisidir. Paleolitik Dönem mağaralarının duvarlarına yapılmış olan resimlerin nasıl imal edildiği ve anlamını konu alan kitap, söz konusu Batılı zihniyeti günümüze dek taşımaktadır. Kitapta eski insanların resimleri yaparken gösterdikleri ustalıktan şüpheyle bahsedilmektedir. Bu kitap, resimlerin küçük heykelciklerin kandil ışıklarıyla duvarlara yansıyan gölgelerinin üzerinden çizildiğini, yani kopya edildiğini iddia edecek kadar olaydan bihaber iki insanın çalışmasıdır. Öyle ya bu ilkel insanlar böylesi ustalık gerektiren resimleri kopya etmedilerse başka türlü nasıl çizebilirlerdi?

“İnsanlığın En Eski Muamması” eleştirilecek denli kayda değer bir çalışma olmamakla birlikte, gerek adıyla gerekse öne sürdüğü tezlerle “bilimsel çarpıklığı” bir kez daha hatırlatmaktadır. Kendisini gelişmiş, tarihsel insanı ilkel görme kibrine kapılmış elitist zihniyet burada da devreye girmiş, eski insanların mağaraların duvarlarına yaptığı resimleri ya küçümseyerek “av büyüsü” olarak değerlendirme yoluna gitmiş ya da bir muammaya dönüştürmüştür. Özellikle Aydınlanma’nın da etkisiyle “bilim adamı” “ilkel”liğinden etkilendiği bu resimleri gizemli bir ticari ürüne çevirmekten de geri durmamıştır.

resim2Bilim şatolarındaki iktidarları alaşağı edecek her türlü soruyu zihninden silenler, 30 bin yıl önce yapılmış resimlerin ardında dahi, kendilerini iyi hissettirecek bir muamma arayışına girmiştir. Put yapan putu unutmuştur. Resim yapan resmi sorgular hale gelmiş, salt ilerleme aşkıyla aklını şişirdiği benliği, ilkseli küçümsemesine yol açmıştır. Kendine hiç sormamıştır; “Ben neden resimler yapıyorum, katedralleri, kiliseleri neden resimlerle süslüyorum? Bu resimlerin anlamı ne? Yükseklik sarhoşluğu olsa gerek, ondan başka herkes “ilkel”. Bugün İspanya’nın simgesinin boğa oluşuna ve halen matadorların boğaları öldürdüğü festivaller düzenlenişine bakmaksızın, bu topraklarda 30 bin yıl önce resimlenen boğayı anlamlandırmak mümkün dahi değildir. Günümüzde metropollerden mabetlere, marka amblemlerinden bedendeki dövmelere kadar günlük yaşamın tamamına sirayet eden sembolleri görmezden gelen bu anlayış, kültür öncüllerini vahşilikle itham edip küçümsemekten geri durmamıştır.

Batılı bilim kendisine yakıştırmadığı her türlü mirası muammaya bağlayarak bir ideoloji nesnesine dönüştürmüş, emperyalist politikaları ve soykırımları bu şekilde örterek dikkatleri hep başka taraf çevirmeyi başarmıştır. Bu yaşananlar, Edward Said, Martin Bernal gibi, bilimi Batı düşüncenin ana yörüngesinden çıkaran bilimcilere duyulan ihtiyacı  her geçen gün daha da fazla hissettirmektedir.

İsmail Gezgin – edebiyathaber.net (6 Şubat 2014)

Yorum yapın