“İnsandaki Yıkıcılığın Kökenleri” bakış açımızı değiştirecek bir başyapıt | Yaşar Öztürk

Mayıs 13, 2016

“İnsandaki Yıkıcılığın Kökenleri” bakış açımızı değiştirecek bir başyapıt | Yaşar Öztürk

İnsandakiYıkıcılığınKökenleri_2016_1b_ÖnkpkBarışın, sevginin, özgürlüğün ve güzelliğin izini sürerken aslında birilerine yaranma kaygısı gütmeyen bir düşünürdü Fromm. Günümüze parmak uçları ile her şeye ulaşabilme olanağı içinde körleşme yaşayanların yanında Fromm örneğin daha yeni basılan Philip Zimbardo’nun Şeytan Etkisi gibi uzun araştırma ve deneylere dayanan çalışmaları elyazmalarından okuyarak bugün doğru bildiğimiz pek çok şeyin tam tersi olduğunu 50 yıl önce yazmış. İnsandaki Yıkıcılığın Kökenleri yaşama bakış açımızı değiştirecek önemli bir başyapıt.

“Bütün insanlık tarihi bir özgürlük kavgası tarihi, bir devrimler tarihidir” dedikten sonra Fromm insanların sürü olarak gözleri bağlanmış, kulakları sağırlaşmış biçimde katillerinin peşinde nasıl gittiklerini çok güzel anlatıyor: “Önderler, çok sık olarak, gerçekte amaçları halklarını köleleştirmek olduğu zaman, bir özgürlük savaşında halklarına önderlik ediyor oldukları sloganını kullanmışlardır. Başka hiçbir vaadin insan yüreğini daha güçlü biçimde etkilemeyeceğine, özgürlüğü bastırmak isteyen önderlerin bile özgürlük sözü vermeyi zorunlu bulmaları olgusu tanıklık etmektedir. insanda doğuştan bir özgürlük için mücadele etme tepişi bulunduğunu varsaymamıza yol açan bir başka neden, özgürlüğün, bir kişinin eksiksiz gelişimi için, akıl sağlığı ve huzuru için zorunlu koşul olması; özgürlükten yoksunluğun insanı sakatladığı ve sağlıksız olduğu gerçeğinde yatar. Özgürlük, sıkıntının bulunmaması anlamına gelmez.”

Kalabalıklaşmaya başlar başlamaz toplumların başına bela kesilen kişiliklere el atıyor Fromm: “Aşırı derecede özsever kişiler, çoğu kez ünlü olmaya neredeyse zorlanırlar, çünkü başka türlü bunalıma düşebilir ve akıl sağlıklarını yitirebilirler. Ama başkalarını, övgüleri bu özsever düşleri geçerli kılacak ölçüde etkilemek, büyük yetenek –ve uygun fırsatlar– gerektirir. Böylesi kişiler başarıya ulaştıkları zaman bile, daha çok başarı peşinde koşmaya sürüklenirler çünkü onlara göre, başarısızlık çöküş tehlikesini getirir. Halk içinde başarı kazanmak, bir bakıma, bunların bunalıma ve çıldırmaya karşı yaptıklan öztedavidir. Bu kişiler, amaçları uğruna mücadele ederken, gerçekte akıl sağlıkları için mücadele etmektedirler.”

Ya ötekiler, şöyle anlatıyor Fromm:  “Tarihsel bakımdan da aynı şey geçerlidir. Belli bir düzen hakkındaki gerçekleri dile getirenler, öfkeleri kabarmış olan iktidardakiler tarafından sürülmüş, zindana atılmış ya da öldürülmüştür. Hiç kuşkusuz, bunun apaçık açıklaması, bu kişilerin içinde yaşadıkları kurulu düzenler bakımından tehlikeli oldukları ve bunları öldürmenin yürürlükteki durumu korumanın en iyi yolu gibi göründüğüdür. Bu yeterince doğrudur: ama kurulu düzen açısından gerçek bir tehdit oluşturmadıkları zaman bile gerçeği söyleyenlere çok derin bir nefret duyulduğu gerçeğini açıklamaz. Bana kalırsa, bunun temelinde yatan neden, bu kişilerin, gerçeği söyleyerek, bu gerçeği bastırmış olanların direncini harekete geçirmeleridir. İkinciler bakımından gerçek, yalnızca iktidarlarını tehdit edebileceği için tehlikeli olmakla kalmaz; iktidardakilerin bütün bilinçli yönelim sistemlerini sarsacağı, onları yaptıkları ussallaştırmalardan yoksun bırakacağı ve hatta farklı biçimde hareket etmeye zorlayabileceği için de tehlikelidir. Ancak bastırılmış olan önemli tepilerin ayırdına varma surecini yaşamış olanlar, bu surecin sonucunda meydana gelen zelzele gibi sarsıcı sersemlik ve şaşkınlık duygusunu bilebilirler. Bu serüveni göze almayı herkes istemez, en azından o an için kör olmaktan kazanç sağlayanlar ise hemen hiç istemezler.”

Kolaycılığa kaçmaya izin vermiyor Fromm, özellikle saldırganlık, yıkıcılık, savaş konularında: “En önemli araçsal saldırganlık olgusu savaşa, insandaki yıkıcılık içgüdüsünün gücünün neden olduğunu düşünmek moda haline gelmişti… Mitscherlich, ruhçözümleme toplumsal sorunlara uygulanmadıkça ‘tarih bütün kuramlarımızı silip süpürecektir’ demiştir ve dahası, şunları belirtmiştir: «Savaşın, babalar oğullarından nefret ettikleri ve onlan öldürmek istedikleri için meydana geldiğini, savaşın evlat kırımı olduğunu ileri sürmeye devam edersek, korkarım, hiç kimse bizi pek ciddiye almayacaktır… Birinci Dünya Savaşı’nı, çeşitli ilgili ulusların engellenerek birikmiş saldırganlıklarına bir çıkış yolu sağlama gereksinmeleri değil, her iki yandaki siyasal, askeri ve sınai önderlerin ekonomik çıkarları ve hırsları harekete geçirdi. Ruhbilimsel sorun burada yatar; savaşın nedenselliği’nde değil, şu soruda yatan Hangi kutsal etkenler, savaşa neden olmadıkları halde savaşı olanaklı kılar?”

Savaşı ve acılarını en derin biçimde yaşayan ve tanık olan Fromm, savaş, nedenleri, kışkırtıcıları, kaybedenleri,  kazançlıları ve yıkıcıları tek tek ele alıyor: “Savaşın olanaklılığıyla ilgili bir başka önemli etken, yetkeye duyulan çok derine yerleşmiş saygı ve huşu duygusudur. Askerler, geleneksel olarak, öyle eğitilmişlerdi ki, önderlerinin sözünü dinlemeyi, yerine getirmek için yaşamlarını vermeleri gereken ahlaksal ve dinsel bir yükümlülük olarak hissediyorlardı. Savaşı olanaklı kılan ve saldırganlıkla hiçbir ilgisi bulunmayan başka, daha karmaşık duygusal güdüler de vardır. Savaş, beraberinde kişinin yaşamıyla ilgili tehlikeler ve pek çok acı getirse bile, heyecan vericidir. Sıradan kişinin yaşamının sıkıcı, tekdüze ve serüvenden yoksun olduğu göz önüne alınırsa, savaşa girmeye hazır oluş, günlük yaşamın sıkıcı tekdüzeliğine bir son verme ve kendini bir serüvene, gerçekte sıradan kişinin yaşamında geçirmeyi umabileceği tek serüvene atma arzusu olarak anlaşılmalıdır. Savaş, bir ölçüye kadar, bütün değerleri tersine çevirir. Savaş, açığa vurulması gereken özgecilik ve dayanışma gibi derine yerleşmiş insan tepilerini barış zamanındaki yaşamın modern insanda yarattığı bencillik ve yarışma ilkelerinin dumura uğrattığı tepileri özendirir. Sınıfsal farklılıklar, eğer varsa, önemli ölçüde ortadan kalkar. Savaş içinde, insan yeniden insandır ve sahip olduğu toplumsal konumun bir yurttaş olarak ona verdiği ayrıcalıklara bakmaksızın kendini seçkinleştirme şansı elindedir. Çok belirgin bir biçimde dile getirirsek: savaş, barış zamanında yaşamı yöneten adaletsizlik, eşitsizlik ve can sıkıntısına karşı dolaylı bir başkaldırıdır ve bir askerin yaşamı için düşmanla dövüşürken, yiyecek, sağlık bakımı, barınak, giyecek için kendi kümesinin üyeleriyle dövüşmek zorunda olmadığı gerçeğinin gözden ırak tutulmaması gerekir; bütün bunlar, bir tür karşıt biçimde toplumsallaşmış sistem içinde sağlanır. Savaşın bu olumlu yönlere sahip olması gerçeği, uygarlığımız üzerine üzücü bir yorumdur.”

Canlı bombalar, insanlığı çıldırtma noktasına iten terör örgütlerine katılım konusunda son noktayı da koyuyor Fromm: “Sivil yaşam, serüvencilik, dayanışma, eşitlik ve ülkücülük öğelerini sağlasaydı, diyebiliriz ki, insanların bir savaşta dövüşmelerini sağlamak çok zor olabilirdi.” Fromm’un bu başyapıtını okumaktan kaçacak bahane yok çünkü okunması için neden çok!”

Yaşar Öztürk – edebiyathaber.net (13 Mayıs 2016)

Yorum yapın