İclal Nur’un “İnci Zamanı” adlı öykü kitabı üzerine | Perihan Tunçbilek

Mart 12, 2018

İclal Nur’un “İnci Zamanı” adlı öykü kitabı üzerine | Perihan Tunçbilek

İclal Nur’un “İnci Zamanı” otuz öyküden oluşan bir öykü kitabı. Abis Yayınları tarafından 2014 yılında basılmış. Benim elimde ikinci baskısı var. Kitabın editörlüğünü Suat Kaya yapmış.

Neredeyse bir ömrün özetini okuyorsunuz kitap boyunca. İnci’nin ilk çocukluk deneyimleriyle başlayan öyküler serisinin başlangıç bölümleri derin hüzün içeriyor. Bu durum bir çocuğun/bir insanın karakterini oluşturan öğeleri içinde barındırıyor.

Kitabının arka kapak yazısını dil bilimci ve eleştirmen Çiğdem Ülker yazmış. Yazarın öykülerini “acıdan yaratılmış tek mücevherdir İnci…” diye betimliyor. Gerçekten de acıdan damıtılmış en kıymetli hazinesini biriktirmiş İclal Nur öykülerinde.

Yazarın dilinden kahramanı İnci bu duruma şöyle vurgu yapıyor: “Hepsini attım, diyorum. ‘Bana iyi gelmeyen her şeyi attım kuyulara.’ Ben artık onları sadece yazıyorum,”(Keder Derinlere s.39).

“İnci Zamanı” tıpkı Çehov‘un kahramanları gibi hayatın içinden, bazen güldüren bazen hüzünlendiren, ancak bütün öykülere ruh veren İnci ve onun yaşamını paylaşan sıradan insanların hikayeleriyle bezeli. 

Çehov’un öykülerinde de sıradan insanların güldüren, düşündüren hikayelerini okuruz. Eleştirmenler Çehov’un kahramanlarını suçlamadığını, kötülemediğini ve en önemlisi onların arasında yan tutup birini göklere çıkarıp, diğerini alaşağı ederek okuyucusunu etkilemeye çalışmadığını söyler. İclal Nur’un öykülerinde de yer alan kişiler benzer özellikleriyle karşımıza çıkıyor. Yazar kendi değer yargılarıyla kahramanları cezalandırılmıyor. Onları her halleriyle oldukları gibi kabul ediliyor ve öyle yazıyor.

Kitap ilginç bir özelliği göze çarpıyor. “İnci” karakteri neredeyse her öykünün içinde var.  İnci’nin varoluş serüvenine bir zaman dizgesi içinde(birbirine bağlı düşünceler birliği içinde) şahit oluyoruz. Bu dizge sizi sıfırdan başlayarak, yazarın bile kestiremediği bir noktaya doğru sürüklüyor. Aslında küçük bir roman okuyoruz. Bir varoluş hikayesi içinde yol alıyor öyküler. İnci’nin varoluşunu anlatıyor yazar.

Bazı öykülerde İnci’nin hüzünlü hikayeleriyle kederlenirken, yetişkin İnci tüm yaşanmışlıkları kara mizah olarak anlatıyor. Bu anlatım okuyucuya “hala umut var” duygusunu aşılıyor ve güldürmeyi de başarıyor. İnci düşe kalka çıktığı bu zaman dizgesi içinde tatlı bir bilgeye dönüşüyor.

İclal Nur kitabında kendisiyle ilgili tanıtım bilgisi paylaşmamış. Belki de sadece yazdıkları okusun istiyor. Ancak 28 Ağustos 2017 tarihinde Hürriyet Gazetesi’ne verdiği röportajda Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı’nın (UMAG) hayatında önemli bir yeri olduğunu, oradaki hocalardan aldığı seminer ve atölye çalışmalarının edebiyatla olan bağını kuvvetlendirdiğini, nasıl ve ne yapması gerektiğine orada karar verdiğini belirtiyor. Ancak asıl olarak yazmanın hep içinde var olduğunu söylüyor.

Kitap tek sayfalık bir öyküyle başlıyor. Öykünün adı “Balığım”. Nefis bir tat bırakıyor okuyucunun dilinde. Sanırım Çehov’un öykücülükte en sevdiği şeyi, olabildiğince kısa yazıp derdini tam olarak anlatmayı başarıyor, İclal Nur. Öyküde küçük bir çocuğun bir balıkla, turna balığıyla karşılaşmaları anlatıyor. Tutsak olmuş bir balık ve kendi hayal dünyasında yaşayan bir çocuk. Akşam yemeği olacak balıkla arkadaş olmaya çalışan İnci, sevmek istediği balığın dişleri arasından parmağını kanatarak kurtarabiliyor. Onun için ilk derslerden biri ve o yine “içine ağlıyor.” Çünkü o ve kardeşinin zor durumda ağlamalarını babası yasaklıyor.

Bu ilk öykü ilerleyen sayfalar için bize ipucu veriyor. İnci denizi, balıkları, doğayı, begonvilleri, ormanı, Ege’yi, hayatı çok seviyor. Aslında Ankaralı. Ancak en kederli, en umutsuz olduğu anlarda doğanın insanı sağlatan dostluğuna sığınıyor. Çocuklarına, yaşlı-hasta anne babasına, en yakın arkadaşları, komşuları ve dostlarına rağmen özgürlüğünü, tekliğini seviyor bu deniz mücevheri.

Bazı öykülerde neşe var. Kendisiyle uğraşan, ironi yapan ama asla çevresindekileri aşağılamayan, annesini, babasını, çocuklarını tatlı tatlı iğneleyen İnci’nin ruhunda bir arınmışlık var artık. Evin tamiri için gelen Feridun Usta ile yaşadıkları, Mülkiyelerde dondurma yediği Mavi Bey’in müşteri kızıştıran tavırları, iflah olmaz evinin tamir sıkıntıları, çat kapı hayatına dalan ve kahve falına bakan komşuları, kız kardeşi, babasının “heybetli gölgesi”, annesinin horultuyla çalışan makinesi, oğlunun umursamazlıkları, kendisine telefonla musallat olan genç sevgili adayı, işyeri ve şişen ayakları, kendisini tuhaf bir yöntemle aldatan kocası onu kara komedi yapmaya itiyor. Onca zorluğun içinde “ben” olmayı deniyor ve başarıyor.

Bir bütün olarak İnci’yi bu günkü kadın yapan da bu benlik duygusu oluyor. İnci, zaman içerisinde kendisini istediği gibi onarıyor ve var ediyor. Kitap bu var olma umudunu, onarma isteğini, başından sonuna kadar hep canlı tutuyor.

İclal Nur’un ilk öykü kitabı “İnci Zamanı” ve baskıya hazır olan ikinci öykü kitabı “Kırlangıç Sabahı” için bol okur diliyorum.

İyi öykü kitapları okumak isteyen okuyuculara önerim tıpkı bu kitapta olduğu gibi derinlerde kalmış kitapları aramaları. Çünkü gerçek güzellikler bazen derinlerde saklı kalıyor.

Perihan Tunçbilek – edebiyathaber.net (12 Mart 2018)

Yorum yapın