Hiç bitmeyen yarışlarımızın kısa hikâyesi: Küçük Koşucular | Funda Dörtkaş

Haziran 29, 2018

Hiç bitmeyen yarışlarımızın kısa hikâyesi: Küçük Koşucular | Funda Dörtkaş

“Gerçek olmaktan çok, bir umuttu bu.”

İnsan, belirsizlik karşısında yoksunluk duyduğu her şeyi tekrar hatırlar. Kimseye anlatamadığı ve hatta gördüğünü unutmak istediği rüyaların kendiliğinden gösterdiği o soyut işaretler gibidir bazı hayal kırıklıkları. Ağırdır. İnsanın kendisine şaşkınlıkla bakışı, kaygısıyla karşılaşınca olana bitene yönelir. Suçluluk duygusunun, yenilmişlik hissinin, mutsuzluğun, başarısızlığın yerleştiği ve köklendiği yer orasıdır. Sebep aramakla anlamlandırabilmek arasında geçen zaman, varlığın esaretine, bezginliğin ve umarsızlığın yorgunluğunu ekler. Tam da öyle anlarda, memnuniyetsizliğin mânâsı, hatırlanan geçmişle hafifler. Çocuklukla karşılaşmak incelikli ve bağışlayıcı bir şeydir. Affeder. Bir çocuğun elinden tutmak misali, bir çocuk kitabının salıncağında tek başına sallanan insanın aradığı; dünyanın azabına, kötülüğüne ve şiddetine dayanabilme imkânıdır. Bu imkân, geride bıraktığımız birkaç günü tanımlayabilecek cümlelere çare midir bilmiyorum ama en azından ağır bir taş gibi gönlümüzde taşıdıklarımıza şifadır; gereksiz söz yığınlarıyla dolu, sorularla karşılıkların eş değer olduğu bir evrene batmışız* madem, kalbin yıldızını parlatacak cümleleri söyleyenlere yanımızda yer açalım.

David Almond’un Salvatore Rubbino’nun çizimleri ve Mine Kazmaoğlu’nun çevirisiyle Günışığı Kitaplığı tarafından basılan kitabı Küçük Koşucular, görünmez olan kalbin yıldızını parlatıyor. Mutlu anıların ve cesaretin, yaşamanın güzelliğine kattıklarını, hayat yarışının başında bir çocukla, o yarışın sonuna yaklaşmış komşusundan dinlemek, kısa süreliğine de olsa dünyaya ayna olan bezginliğimizi umutla serinletiyor. O cumartesi sabahı Büyük Kuzey Gençler Koşusu’na kayıt belgesini alan Liam, antreman yapmak için arkadaşı Jacksie’yle buluşacakken annesinin ricasıyla aynı sokakta yaşayan komşuları yaşlı Harry Miller’ı ziyarete gidiyor. Bu gidiş pek hevesle başlamadığı bir zamanı kuşatırken, Harry’nin evindeki kısa misafirliği Liam için hayata dair öğrendikleriyle şükranla hatırlayacağı saatleri başlatıyor. Hedefi yarışta birinciliği kazanmak olan Liam, yapacağı antremanı önemserken Harry’i ziyaret etmenin zaman kaybı olacağını düşünüyor. Harry’in kişisel tarihinin izlerini taşıyan kutunun açılmasıyla, cömert bir hayatın izleri Liam’ın kalbine yerleşenler oluyor. Artık bakacak kimsesi olmadığından, evinde tek başına yaşayamayan Harry bakımevine gitmeye karar veriyor. Evini boşaltmak için ona yardım eden Liam ve annesi, Harry’in gençliğine ait fotoğrafları bulduklarında komşuları hakkında bilmediklerini de öğreniyorlar. Ailesini, gençliğini, arkadaşlarını ve aşkını…  Liam gibi, on bir yaşındayken onun katılacağı Kuzey Koşusu’na katılmış olan Harry’nin, küçücük kutuya sığdırdığı ömrünü, geçmişini ve yaşadıklarını kabullenişi Liam’ın zihninde deneyimin ve iç görünün yaşama nasıl içkin olduğu gerçeğiyle mayalanıyor. Hayata uyumsuzluğun nedenini bulamayanlara Harry, seksen yıllık yaşamı boyunca öğrendikleriyle cevap veriyor. Yarışta birinci olmanın değil, yarışa katılmanın, orada olabilmenin dolaysız bir değerlilik hissini kuşatacağını ve esasen bu duygunun anlamlı olduğunu anlatıyor Harry.

Soyutlama üzerinden bu karşılıklı ve çift değerli anlam dünyasını yaratan David Almond, hayatı yorumlayacak olan düşünme tarzının içeriğine odaklanıyor, sonucuna değil. Dolayısıyla Harry ve Liam’ın hikâyesi sadece annelere, babalara ve çocuklara yönelmiyor, hepimizin yetersiz hissettiklerini arındıran ve öte yandan bu yetersizliklerin aslında aşıldıkça hem ruhumuzu hem aklımızı güçlendirenler olduğunu hatırlatıyor. Anlatımda soyut ve fakat muhteviyatta somut olan bu yönelim, Küçük Koşucular’da, başarısız olmayı ortadan kaldıracak engellere yönelen bencilliği ve kibri de bertaraf edebilmenin olanaklarını gösteriyor. Harry’nin yaşlılıkla çocukluk arasında kurduğu köprü, karşılaştığı zorlukları aşması adına birer anahtar. Harry bu anahtarları Liam’ın avuçlarına bırakırken, insan ve hayat arasındaki uyumu birbirimizle yaptığımız yorucu ve bitmek bilmeyen yarışların sonucuyla değil daha dikkatli bakacağımız, ufukta görüp ulaşacağımız güzelliklerle özdeşleştiriyor. Her daim başarılı olma çabasının körleştirici etkisiyle son ve vurucu hamlesini öfkeyle saklayan insanın birinci olabilme hırsıyla hayatın hakikatini göremeyeceğini, oysa ki en büyük başarının mutlu olmakla elde edileceğini vurguluyor.

Gerçek olmaktan çok bir umut gibi denizin üstünde parlayanı gören, ağaçlara, gökyüzüne bakan, gördüklerini hayatın simgeledikleriyle birleştiren Harry, Liam’a anlattıklarını bize de duyuruyor. Biraz yavaşla diyor, izle, izledikçe öğren, gözlemlediklerin yaşama sevincin, nefesin ve ritmin olsun. Şikayet ettiklerin, yapmak zorunda hissettiklerin, başarmakla yükümlü oldukların hayatın tutkusu değil. Amaç gördüklerin, mükemmelleştirerek ulaşmaya çalıştıkların hesaplayabileceğin mutluluklar. Hayat yarış çizgisi değil ki arkana bakmadan, durmadan, dinlenmeden koşasın. Hakiki ve kalıcı olan, bir kenara attığın küçücük detaylar; dünyevi gördüklerinin dışında kalanlar, minik bir kutuya sığan fotoğraflar, her akşam rüyanda görmeyi umut ettiğin kısacık ânlar, bir külahın ucunda erimeden tadına varacağın sevinçler, gülümseyerek hatırlayacağın arkadaşlar, bir yerlerde kulağına çalınan şarkılar, bütün dünyaymış gibi olan kalabalığın arasından görülen güneş, ağaçlar, gökyüzü… Aklın ve ruhun seni ifade eden ve anlatan; öyleyse kendini suçlamadan, yargılamadan, öz benliğini kirletmeden ilerle. Katılacağın her yarış gördüklerin, deneyimlediklerin ve öğrendiklerinle seni arındıran, büyüten, ilerleten olsun. Her düştüğünde elinden tutacağın, koruyacağın, olgunlaştıracağın kendinsin, sensin!

David Almond, Harry ile Liam’ın kısacık hikâyesini anlatırken biçim kaygısı gütmüyor. Anlatısının merkezine duyguları ifade edebilmeyi yerleştiriyor. Sembolleştirdikleri aracılığıyla yarattığı dünyada, doğal ve kendiliğinden, net ve dolayımsız şekilde, parçaları duygulanımlarla birleştirdiği bir bakış açısı sunuyor. Hayatla ölümü, yaşlılıkla çocukluğu insan denen varlığın temsil alanı olarak değil işaretlediklerine anlam vereceğimiz, bu işaretleri takip ederek öğrendiklerimizi içselleştireceğimiz yaşam uzamı olarak kurguluyor. Gelgelelim bu uzam, fotoğraflanan zamanların içinde büyüyor ve genişliyor. Dikte etmeden ve zorlamadan gerek çocuklar gerek yetişkinler için hayatla özdeşlik kuracakları, sanki bir şey anlatmıyormuş gibi hissettirip anlatısının zeminindeki derin kavrayışıyla deneyimle biçimlendirdiği ve çok şey anlattığı hayatın penceresini okurları için aralıyor.

“Görüyor musunuz,” diyor, “koşmaktan bahsetmek bile, koşmak kadar güçsüz düşürüyor artık insanı işte böyle.” Gülümsüyor.

Funda Dörtkaş – edebiyathaber.net (29 Haziran 2018)

* Cioran, E.M. (2011), “Çürümenin Kitabı”, İstanbul, Metis Yayınları.

Yorum yapın