Hayat fena halde boksa benzer | Can Öktemer

Haziran 18, 2015

Hayat fena halde boksa benzer | Can Öktemer

can-oktemerGiray Kemer’in edebiyat arenasına hızlı bir giriş yaptığı ilk kitabı “Olaylar Boksörün Pazı Sarmasını Yemesiyle Başladı” kaybeden boksör hikâyesi anlatıyor. Sinemada sıklıkla karşımıza çıkan sıfırdan zirveye çıkan, boksör anlatılarının aksine ringde başarısız olan, hayatta tutunamamış, aşkta büyük yenilgiler yaşayan bir karakterle karşıya karşıyayız.

Kaybeden derken son zamanlarda karşımıza çıkan, görkemli kaybeden tipolojilerinin aksine kitabın gerçek bir kaybeden öyküsü anlattığını belirtmek gerek. Kız arkadaşı tarafından olabilecek en kötü yerde, mezarlıkta terk edilen, Rocky Balboa gibi sıfırdan başladığı kariyeri altın kemerle süsleyebilen biri değil kahramanımız. Vücutlarını sıkıştırmak için boks yapmaya gelen kadınları eğiten, dünyanın en zayıf boksörü Ayten lakaplı Baver’i maçlara hazırlayan, yumruklarını müsabakalardaki rakiplerine değil de barda sarhoşlara savuşturan biri…

Kitap boyunca, kalp kırıklığını tamir etmeye çalışan boksörümüzle Ankara’nın puslu sokaklarında dolaşıyoruz. Meyhanelerde pazı sarması ve rakı eşliğinde büyük terk edilişleri, yarım kalmış aşkları hasbihal ediyoruz, en melankolik cümlelerle. Ne de olsa: “İyi günde her şey iyi oluyor, kötü günde her şey kötü oluyor.” Şişeler bittikçe araya gelecek kaygısı giriyor. Pusula olmadan hayatta yönünü bulmak zor. Kaygıların en büyüğü; üniversite bitti bitecek, askerlik kapıda, ailenin endişeli bakışları omuzlarda. Nasıl kurtulacak bu hayat sorunsalı, akıllarının bir yerinde asılı duruyor. Bu derin hakikatlere derin şarkılar yakışır elbette. Kitap boyunca kulağımıza şahane müzikler çalınıyor: Bruce Springsteen’den Tougher Than The Rest, Morrisey’den Let Me Kiss You, Led Zeppelin’den In My Time Of Dying… Boksör hikâyesine yakışacak türden, sert ve efkarlı notaların sahipleri… Hem bu dünyada, “Müslüm Gürses’i ve The Doors’u aynı anda sevecek kaç kişi kaldı?”

Giray Kemer, gelecek kaygısı, hayatta başarı gibi konulara şöyle kıyısından köşesinden dönerek ele alıyor. Kemer’in hikâyesinin ağırlık merkezi, aşk ve terk edilme oluyor. “Gidişimin yıllarca biriktirdiğim binlerce sebebi var, ama en önemli tetikleyici bir terk edilişti. İnsanı üzmekten çok düşünmeye sevk eden, öncekilerden hiçbirine benzemeyen, farklı bir konseptte bir terkediliş.” Kendisini mezarlıkta terk eden kız arkadaşının yarattığı yıkım kolay kolay üzerinden gitmiyor karakterimizin. Aşti’de en hüzünlü vedaları yaşıyor. Ankaralı kalbi kırıkların buluşma noktası, Botanik Park’ta matarasına doldurduğu viskisiyle, ağladığı görülmesin diye yaşlı gözlerini saklayarak içkisini yudumluyor. Sarhoşluk evreleri arttıkça, hüzünlü mesajlar da uçuyor eski sevgilinin mesaj olaylar-boksorun-pazi-sarmasini-yemesiyle-basladi-760386-1-1kutusuna. Boksörümüzün, bu girişimleri elbette olumsuz sonuçlanıyor. Zaman geçiyor, mevsimler değişiyor ama boksörün kalbinden gitmiyor eski sevgilisi. Tıpkı bar filozoflarının dediği gibi: “Hayat kısa, kızlar üzüyor.”

80 kuşağının hikâyesi

Giray Kemer, 87 doğumlu genç bir yazar. 80 doğumlu olanların hissiyatlarını taşıyor satırlarına. Hayat karşısında tedirginlik, gelecek kaygısı gibi durumlar, bugün bu kuşağa mensup birçok kişinin ortak kaygıları olduğunu söyleyebiliriz. Bununla beraber kitabın alt metinlerinde dikkat çeken bir unsur olarak şehrin, mekanların sürekli değişime uğramasının yaratmış olduğu nostalji duygusunun olduğunu da belirtmek gerek. Zamanın hiç olmadığı kadar hızlı aktığı zamanlarda yaşıyoruz. Bu durum doğal olarak bir geçmişe özlem duygusu yaratıyor. Kitapta da bu durumla çok sık karşılaşıyoruz. Bir zamanlar Ankara’da faaliyet gösteren fakat daha sonra kapanan Hard Rock Cafe öykünün içerisinde yer alıyor mesela ya da etrafın AVM’ler tarafından bu denli işgal edildiğinden ötürü yakın zamanda kapanan Moviepol sineması da kendisine yer buluyor satırlarda. Kendisi de bir röportajında bu durumdan bahsetmiş: “Kentsel dönüşüm diye fakir fukarayı evinden barkından etmek, Taksim’e beton dökmek, İstiklal’i asfaltlamak, Atakule’yi yıkmak, en basit tabirle ayıp. Zaten bu “Yeni Türkiye” denen şeyin “Eski Türkiye”den intikam almak dışında bir vasfı, amacı yok. Elle tutulur güzel bir yanı da yok. Hele kendinizi hem eski hem yeni Türkiye’nin tek ortak nefret noktasında tanımlıyorsanız hiç yok.”

Giray Kemer’in hikâyesi bir erkek anlatısı, boksörümüz Bukowski karakterleri gibi biraz da içkisi, sigarası eksik olmuyor, lafını esirgemiyor direk giriyor mevzuya. Ev arkadaşıyla kıran, kırana Playstation maçları yapıyor. Çift forvet çıkmadığı maçları kazanmıyor, birbirlerine anlattıkları en lezzetli hatıralar halı saha maçları oluyor mesela… Kitapta Sedat ağabeyin dediği gibi: “Sarhoş iki erkeğin futbol konuşması kadar romantik bir şey yoktur.”

Kemer’in öyküsünü uzun tasvirler yapmadan, büyük sözler söylemeden oldukça samimi ve naif bir dille anlattığını söyleyebiliriz. Bu samimiyetinden olacak, kitabını ithaf ettiği Barış Bıçakçı karakterleri gibi onun da karakterleriyle iki kadeh bir şeyler içme, dertlerin ortak olma hissiyatı, yaratıyor…

Can Öktemer – edebiyathaber.net (18 Haziran 2015)

Yorum yapın