Hayaller ve gerçekler | Havanur Taflan

Haziran 26, 2020

Hayaller ve gerçekler | Havanur Taflan

Büyük hayaller kurulur gençken. Çok şey beklenir ya ondan mıdır bilmiyorum. Başlangıçlar büyük beklentilerle olur hep. Sonra olurlar olmazlar ve kabullenişler başlar yaşla beraber. Yaşlılıkla demeyeceğim onu da kabul etmez hiçbir zaman insan… Büyük çoğunlukla da yaşanılanlar unutulur ama kâğıtla buluşmuşsa siz ne kadar isteseniz de unutmayı, sözcükler vurur size tüm çıplaklığıyla gerçeği, geçmişte yaşanılan hayalleri, hayal kırıklıklarını. Ama hiç bitmeyen bir şey vardır yaşamın döngüsünde umut etmek.

Hayat umut etmek değil midir hiç olmayacağını bildiğin zaman bile. Sadece olmasını istersin bu bile tüm yaşam için yeterli bir anahtardır. Olmasını istemek için çalışmak bile yaşamaya değerdir. İnsan çok karmaşık bir yapıdır. Bazen küçük şeylerde yeter ona… Sevdiklerimizle örülü korunaklı dünyamız olsun yeter deriz. Ona sahip olunca da daha fazlasını isteriz. Çünkü unuturuz önce sadece onu istediğimizi. İşte o zaman karmaşık bir hal alır ve ne yapacağımızı bilemeyiz. Ama hayal kurmaya devam ederiz her şeye rağmen.     

Yirmi sene öncesinde sahnede iki adamdan dinlediğim hayaller… George ve Lennie iki karakter konuşuyor, soluksuz seyrettim yazıyor günlüğümün sayfası. Bu yabancı şehirde seyrettiğim ilk oyun diye de not düşmüşüm. Yıllar sonra kitaplığımdan aldığım Fareler ve İnsanlar kitabı…

Birlikte para biriktirip küçük bir çiftlik hayali kuran iki karakter üzerinden giden bir hikayedir bu… Oysa emeklerinin sömürüldüğü bir düzende bunun imkânsızlığını, çalışmaya başladıkları çiftliğin koşullarını John Steinbeck anlattığında hemen anlarsınız. Ama imkânsız görünen bu hayallerine, ortak bile bulduklarında siz de onların hayallerine inanırsınız. Bilirsiniz ki insan tüm olumsuzluklara bir hayalle katlanır.

Fareler ve İnsanlar kitabının iki karakteri olan tarım işçileri George ve arkadaşı hafif zekâ özürlü Lennie’nin hikâyesine dâhil olursunuz. Steinbeck aslında bize emekçilerin yaşam mücadelesini bu iki karakter üzerinden anlatır. Baktığımızda hiç değişmemiştir emekçinin hayatı. Steinbeck’in anlattığı 1930’ların dünyasıdır oysa.

…Bu ülkenin bütün çiftliklerini karış karış dolaştım, her birinde emeğim var, ama ektiğim ekinlere hep başkaları sahip çıktı, hasat zamanı ürünü ben biçtim, ama emeğimin ürünü benim olmadı hiçbir zaman…” Bu şekilde çalışan insanların hayalidir anlatılan. İstedikleri kimseye hesap vermeden özgür bir alandır oysa. Sadece benim diyebilecekleri kimseye hesap vermeden yaşayabilecekleri bir yaşamdır. Hepimizin istediği de bu değil midir? Bizden ne farkları vardır ki bu iki karakterin. Aslında emeğin sömürüsüdür anlatılan. Hiçbir zaman hayallerine kavuşamayacak olan insanların boşa kürek sallamasıdır. Okurken bunu bilirsiniz ama yaşamın döngüsü için karmaşık insan doğasının gereği ihtiyacınız vardır tutunacak bir umuda. Bir de hayatta yalnız kalmanın zorluğunu, arkadaşlık kavramını da sorgulatır yazar bize. Hayatta sorgulanacak çok şey vardır Steinbeck için.

“ İnsanın birine ihtiyacı vardır, birine yakın olmak ister. Kimsesi yoksa delirir insan. Kim olduğu hiç önemli değildir, yeter ki yanında biri olsun. İnanın bana, insan fazla yalnız kaldı mı, hastalanır. Önemli olan konuşmaktır. Biriyle birlikte olmak.  İşte önemli olan budur.” Steinbeck bunu söylerken ne kadar haklıdır. Bunu hepimiz biliriz zaten, yazar da bu gerçekliği yüzümüze vurur. Birlikte paylaşacağımız kişiler yoksa yaşamın ne anlamı olabilir ki işte tüm bunlar sorgulanır George ile Lennie’nin arkadaşlığıyla.

Steinbeck çok erken yaşta yazar olmaya karar vermiştir. Bunun için de insanı tanımam gerek diye düşünür ki tıp fakültesi dekanından kadavra ister (tabii istek reddedilir). Yazar çok farklı işlerde çalışarak işçilerin yaşadıklarına tanık olur. Bu kalemine çok gerçekçi yansır. Bu gerçekçilikle de farklı karakterleri hikâyesine yerleştirir, Lennie gibi. (Yumuşak şeyleri okşamaktan hoşlanan Lennie fare taşır cebinde.) İnsanın karmaşık yapısını anlamaktır onun yazarlığı; tabi bir de anlatmak.

Steinbeck yoksulluk, emek sömürüsünden ve ırkçılık üzerinden tüm sorunları kısacık hikâyenin arasına serpiştirmiştir.  İnsan olmak zordur hele insanca yaşam şartları yoksa. İşte tam da bu noktada başlar aslında yazarın hikâyesi. İnsan ne ister hayattan, iyi bir yaşamdan başka? Birilerinin onun için tasarladığı düzende yaşamaya çalışırken, tarih boyu süren haksızlıklar varken insanca yaşamı sürdürebilir mi?

Zenci lafı işte, üstelik bir de beli kırık zencinin lafı… ile yazar Amerika’daki ırkçılığı hatırlatır bize. Tüm hikâye, Amerikan rüyasının sahteliğini okuyucuya anlatmaktır aslında.(İçinde bulunduğumuz zamanında hikâyesidir bu) Nedense direnmezler öyküdeki insanlar, kaderlerini kabul ederler. Her şeye rağmen aynı döngünün devamını sağlarlar. Zira buradaki tüm insanlar bilirler tüm haksızlıkları ama hiç bir şey olmamış gibi hayata devam etmek kolaylarına gelir. Bu nedeni hayallerinin gerçekleşmesindeki imkânsızlığı kavradıklarından mıdır yoksa düzeni değiştiremeyeceklerine inandıklarından mıdır? Her ne olursa olsun değişmeyen bir şey günümüze kadar gelmiş duruyor. Oysa biz de aynı onlar gibi yapmıyor muyuz? Arkamıza dönüp yarından bir yaprak açmak, işte bu yüzden hep yarım kalmış hayallerle varıyoruz geleceğe, bir o kadar da tükenmişliklerle.

Tüm olup bitenlere karşı çıkmaya ve direnmeye hazır çok sayıda insan var. Lakin şu sırada böyle bir direnişi gerçekleştirmenin siyasal araçları muğlak ya da namevcut. Bu araçların gelişmesi için zamana ihtiyaç var. Bu yüzden beklemek zorundayız. ‘Ancak bu koşullarda nasıl beklenir? Bu unutkanlık, kayıtsızlık durumunda nasıl beklenir?’’ diyor John Berger de Hoşbeş kitabında.

Berger; “geçmişten gelen mirasımız ve tanık olduklarımız sayesinde, direnecek cesareti bulacak ve şimdi hayal edemeyeceğimiz koşullar altında direnmeyi sürdüreceğiz, dayanışma içinde beklemeyi öğreneceğiz. Tıpkı bildiğimiz her dilde övmeyi, sövmeyi ve küfür etmeyi sürdürebileceğimiz gibi” diye de devam ediyor.

Tüm bunları yapabilmek içinde birbirimizden öğreneceğimiz ne çok hikâye var. İşte biz de Steinbeck’in hikâyesinden çok şey öğreniyoruz. Dünyanın döngüsünde bitmeyen ne haksızlıklar ve bir o kadar da insan hikâyeleri var; kimi kitapların arasına, kimi fotoğrafların arasına gizlenmiş. Bir de değişmeyen bir dünya düzeni var elimizde. Ne zaman tüm bunlara karşı çıkıp direnebileceğiz değişmeyen bu düzeni değiştirmek için?  İnsan olmak kolay değildir oysa hele ki insanca yaşanabilecek bir toplum düzeni yoksa! Peki bu düzen içinde nasıl insan olacağız? Bizler bu düzende hayallerimize kavuşabilecek miyiz? Berger’in dediği gibi bildiğimiz dilde direnecek miyiz yoksa George’unun yaptığı gibi arkamızı dönüp değiştiremediğimiz düzenin parçası olmaya devam mı edeceğiz?

Kaynaklar

John Steinbeck, Fareler ve İnsanlar, Sel Yayınları

John Berger, Hoşbeş, Metis Yayınları

Havanur Taflan – edebiyathaber.net (26 Haziran 2020)

Yorum yapın