Hasan Saraç: “Yıllardır demlenen sihirli iksirin mayasıyla kendi tarzımı yaratmayı hayal ettim.”

Mayıs 2, 2018

Hasan Saraç: “Yıllardır demlenen sihirli iksirin mayasıyla kendi tarzımı yaratmayı hayal ettim.”

Söyleşi: Osman Palabıyık

Hasan Saraç ile Türkiye ve dünya edebiyatının önemli isimlerinin hayatlarını ve onlar hakkında bilinmeyenleri konu ederek kaleme aldığı, yıllarca eskimeyecek bir başucu kitabı olan “Yazdıklarıyla Yaşayanlar” üzerine konuştuk…

Yazdıklarıyla Yaşayanlar  yakın zamanda Portakal Kitap etiketiyle çıktı. Yazar portrelerini ilk olarak ne zaman yazmaya başladınız? Kitabın hikâyesinden  bahsedebilir misiniz biraz?

İlk romanım Çapraz Oyun 2010 yılının Eylül ayında Epsilon tarafından yayınlandı. Kitap çıktıktan sonra, altı ay boyunca Facebook ortamında her gün farklı bir eserin tanıtımını paylaştım. Asıl amacım ise bu eserlerin yazarları hakkında bir şeyler yazmaktı. Tam da o günlerde Edebiyat Haber sitesinin kurucusu Sayın Emrah Polat’tan bu yönde bir talep geldi. Böylece yola koyulduk. Yaklaşık dört yılda kırktan fazla yazar portresi Edebiyat Haber sitesinde yayınlandı. Son iki yılda bu portrelerden bazılarını yeniden ele aldım.  Bu süreçte her yazarın hikâyesini biraz daha derinden inceleme, farklı kaynaklardan yeni bilgiler edinme fırsatım oldu. Eserlere dair bilgilere, yazım süreçlerine, karşılaştırmalı yorumlara, yazarlardan alıntılara daha çok yer vermeye çalıştım. Oldukça uzun bir hazırlık sürecinden sonra, Portakal Yayınları editör ve tasarımcılarının da desteğiyle, keyifle okunacak özgün bir eserle okurların karşısına çıkabildiğimize inanıyorum.

Ayrıca böyle bir çalışmaya yönelmenizde yazmanın keyfinin, yaratıcılığının verdiği heyecanın etkisi oldu mu?

Evet, öyle oldu. Zaten esas itibariyle meraklı bir tabiatım var. Bilmediğim ya da yeterince bilgi sahibi olmadığım konularda araştırma yapmaktan, bilgilerimi tazelemekten, yazmaktan, yaratmaktan haz ve heyecan duyuyorum. Özetle, bu projenin benim yaşam tarzımla bağdaştığını düşünüyorum.

Kitap 25 yazarın hikâyesi üzerine kurulu, bu isimleri seçmekte nelere dikkat ettiniz?

Yazarların büyük çoğunluğu daha önce portrelerini hazırladığım kişilerden oluşuyor. Bazılarını da Portakal Yayınevi editörleriyle birlikte belirledik. Üslubunu sevdiğim, kalemine, fikirlerine saygı duyduğum, hayatını ilginç bulduğum, eserlerinin tümünü ya da en azından önemli bir bölümünü okuduğum yazarlara öncelik verdiğimi söyleyebilirim.

Yazarların hikâyelerini anlatırken önemli öncelikleriniz var mıydı?

Sıradan biyografiler yazmak istemedim. Kronolojik olarak bilgilerin aktarıldığı pek çok kaynak zaten mevcut. Söz konusu yazarların yetişme koşullarını, özel hayatlarını, neden ve nasıl yazdıklarını anlatmaya, içinde yaşadıkları toplumsal şartları tarihi bir perspektifle ele almaya çalıştım. Eserleri hakkında yapılan yorumlara, diğer yazarlarla olan benzerliklerine ve pek bilinmeyen küçük sırlarına da portrelerinde yer vermeyi, bunların tümünü harmanlayıp yazıya dökmeyi hayal ettim. Son değerlendirmeyi okurların kendileri yapacaktır.

Eser sayısı olarak baktığımızda da yazar portresi hazırlamak bazen oldukça zor olabiliyor. Bu konuda sizi yazım esnasında zorlayan bir yazar oldu mu? 

Bu değerli yazarların içerisinde Stephen King, Stefan Zweig, Paul Auster, Haruki Murakami gibi çok sayıda eser verenler olduğu gibi kısa hayatlarına pek az eser sığdırabilmiş Kafka, Virginia Woolf, Sabahattin Ali gibi ünlü isimler de mevcut. Söz konusu eserleri ve hayat hikâyeleri olduğunda haklarında yazılmış öyle çok araştırma, anlatılacak o kadar çok şey var ki, asıl zorluğun bu yazarların hikâyelerini bir kitapta yer alacak makul uzunlukta birer portreye sığdırabilmek olduğunu düşünüyorum.

Bir yazar hakkında yazarken elbette kaynaklardan yararlanıyoruz ancak eğer o isim yabancıysa bazen kaynak bulmak sorun olabiliyor, bu konuda sıkıntı çektiğiniz oldu mu hiç?

Aslında yabancı yazarların eserleri ve yaşamlarıyla ilgili İngilizce kaleme alınmış o kadar çok eser, araştırma, eleştiri var ki, hepsini taramak neredeyse imkânsız. En çok yazarlarla yapılan söyleşilerden, kendi eserlerinden ve Paris Review’da yayınlanan araştırmalardan yararlandığımı söyleyebilirim.

Kitap edebiyat dünyasının kayda değer isimlerinden oluştuğu için bir hayli ilgi çekici ve merak uyandırıcı doğrusu. Kitaptaki isimleri araştırırken sizi şaşırtan ilginç bilgilerle/hikâyelerle karşılaştığınız oldu mu?

Yazarların pek çok romanında otobiyografik öğeler var. Örneğin Hemingway ya da Orwell’in bazı eserlerini okuduğunuzda nasıl bir insan olduklarını, nerelere gittiklerini, oralarda neler yaptıklarını hemen hemen bütün ayrıntılarıyla öğrenmiş oluyorsunuz. Öte yandan, çocukluklarında geçirdikleri travmaları ya da yazarlık yolunda karşılaştıkları zorlukları okuduğunuzda hem şaşırıyor, hem de hayat hakkında yeni şeyler öğreniyorsunuz.

Yerli ve yabancı çok değerli isimler var kitapta. Yazdıklarıyla Yaşayanlar’dan sizin okuma eyleminize ve yazın hayatınıza en çok katkısı olan isimler kimler?

Oldukça zor bir soru. Okumaya on yaşında, yazmaya ise neredeyse altmış yaşında başladım. Arada geçen elli yıllık süreçte o kadar çok farklı yazarla ve eserle karşılaştım ki, işin doğrusu hangisinden ne kadar etkilendiğimi kestiremiyorum. Ancak yazma sanatı konusunda kalem oynatmış kişilerden ve bu tür kitaplardan çok şey öğrendiğimi söyleyebilirim. Stephen King’in Yazma Sanatı adlı eseri bunlardan biridir. Bu listeye Hemingway’in Yazmak Üzerine, Milan Kundera’nın Roman Sanatı, Timaş Yayınları’ndan çıkan Yazarın Odası, Yazarın Odası 2 ve Orhan Pamuk’un Saf ve Düşünceli Romancı adlı eserlerini de ekleyebilirim. Paris Review’da yayınlanan yazar söyleşilerinin, farklı yazarların farklı eserler hakkında yaptıkları yorumların, yazarlık üzerine söylenmiş özlü sözlerin beni etkilemiş olduğunu sanıyorum. Yazdıklarıyla Yaşayanlar adlı eserimde bu konulara elimden geldiğince yer vermeye çalıştım.

Merak ettiğim konulardan biri de sayısal bir alanda çalışıyorken sözel bir alana geçmiş olmanız. Yazma eylemine geçiş sizde nasıl oldu?

İzninizle bu sorunuza 2009 yılında yayın hayatına geçen beş yüz sayfalık sitemin “Merhaba” bölümünden bir alıntı yaparak cevap vereyim…

“Eserlerini okuduğum bazı yazarlara gönülden bağlandım. Hayatımın belli dönemlerini onlarla paylaştım. Çevreme onların gözünden bakmaya çalıştım, satır aralarında onların gizemli dünyasıyla buluştum. Yarattıkları karakterlerle birlikte hüzünlendim, birlikte heyecanlandım.

Ve bir gün geldi, içimde usulca bir şeyler değişti.

Artık yazmak istiyordum!

Okur koltuğundan kalkıp yazmaya koyulduğumda bu elli yıllık potada yıllardır demlenen sihirli iksirin mayasıyla kendi tarzımı yaratmayı hayal ettim.”

Yazdıklarıyla Yaşayanlar’ın bir de üst başlığı var; Hikâyelerin Hikâyesi. Bu, son portre kitabınız olmayacağı izlenimini veriyor. Portakal Kitap’la bu projenin devamı gelecek mi?

Öyle olacağını umuyorum. Daha önce kaleme aldığım pek çok portre var. Yıllar önce yazılmış bu portreler üzerinde yeniden çalışmayı, daha da derinlemesine araştırma yapmayı planlıyorum. Bu arada yayıneviyle birlikte seçeceğimiz yeni yazarlar da olacak. Her şey yolunda giderse makul bir süre sonra 25 yeni yazarla okurların karşısına çıkmayı arzu ediyorum. İlerde ressamlar, bestekârlar gibi farklı sanat dallarından üstatları da bu projeye katmayı düşünebiliriz. 

Peki, portreler dışında şu anda üzerinde çalıştığınız ve yakın zamanda yayımlanmasını planladığınız bir çalışma var mı? 

Bugüne kadar yayınlanmış altı romanım var. Yazmaya başladığım günden, hatta saatten itibaren, roman karakterlerimin genelde beş–on gün, en çok da bir–iki ay içinde nelerle karşılaştığını,  yaşadıkları sevinçleri, hüzünleri, aşkları, uğrunda mücadele ettiği davaları anlatıyorum romanlarımda. Geriye dönüşler ise arka plana ışık tutuyor. Bir başka deyişle, hikâyeler gerçek hayatla iç içe akarken, arka planda da örneğin Sufizm gibi dini bir felsefenin anlamını (KOR), ya da Süryaniler gibi farklı toplumların ülkemizdeki yaşantısını (Turabdin’e Dönüş) ele almaya çalışıyorum. Yazmaya başlamadan önce bu konularda yazılmış kitapları okuyor, farklı kaynaklardan detayları araştırıyor, olayların geçtiği yani roman kahramanlarımın yaşadığı/ziyaret ettiği yerlere gidip notlar alıyor, romanı yazarken de bu gözlemlerimden yararlanmaya çalışıyorum. Zaten araştırma aşamasında kurgu zihnimde tümüyle şekillendiği için bilgisayarımın başına geçtiğimde romanı yazmak nispeten kolaylaşıyor.

Bu kez arka planında Kafkasların tarihini ve o topraklardan göçmen olarak ülkemize gelip yerleşen insanların dramını ele alan bir roman yazmayı hayal ettim. 2017 yılında yaşanan olaylar esas itibariyle Türkiye, Gürcistan ve Abhazya’da geçiyor, geri dönüşler ise 1990’lara götürüyor okuru… Bu yeni romanımın yazım süreci Nisan ayında tamamlandı. Bakalım gelecek bize neler gösterecek! 

Son soruya gelmişken sorayım: Birisinin sizin hikâyenizi anlatacak olsaydı, hayatınızın en çok hangi dönemini anlatmasını isterdiniz? 

Emekli olmadan önce oldukça karmaşık, hareketli, iniş çıkışlı bir iş hayatım oldu. Beş farklı sektörde çalıştım. Dört farklı ülkede yirmiye yakın şirketin kuruluşunda ortak olarak yer aldım, ya da projenin lideri oldum. Hayatımın yaklaşık dokuz yılını başta Almanya, A.B.D., Rusya, İngiltere, Fransa ve İsviçre olmak üzere elli beş farklı ülkeye sürekli gidip gelerek geçirdim. Netice itibariyle farklı zamanlarda farklı deneyimlerin yaşandığı, birkaç kez ateşle dağlanıp ardından huzurla ödüllendirilen bir hayattan bahsediyoruz. Epeyce düşündükten sonra anılarımın arasında bir ayrım yapamayacağımı fark ettim. Umarım mazeretimi kabul eder, size doyurucu bir cevap veremediğim için beni bağışlarsınız.

Osman Palabıyık – edebiyathaber.net (2 Mayıs 2018)

Yorum yapın