Hakan Bıçakcı: “Uydurmak sanıldığı kadar basit bir iş değil.”

Aralık 8, 2017

Hakan Bıçakcı: “Uydurmak sanıldığı kadar basit bir iş değil.”

Söyleşi: Merve Koçak Kurt

Uydurmanın İncelikleri, “Kurmaca Üzerine Kişisel Yaklaşımlar” alt başlığıyla hep kitap tarafından okurun beğenisine sunuldu. Hakan Bıçakcı’nın sorularını hazırladığı kitaba, Başar Başarır, Doğu Yücel, Fuat Sevimay, Hakan Günday, İsmail Güzelsoy, Jale Sancak, Mahir Ünsal Eriş, Mario Levi, Mine Söğüt, Murat Özyaşar, Müge İplikçi, Nermin Yıldırım, Seray Şahiner ve Yavuz Ekinci cevaplarıyla katıldı.

Mark Twain’in “Gerçeğin kurgudan daha tuhaf olması şaşırtıcı değildir. Kurgu anlamlı olmak zorundadır.” sözüyle açılan kitabın önsözünde “Bu bir yaratıcı yazarlık kitabı değil. Zaten yaratıcı yazarlık yanlış bir kullanım. Yazar değil, yazılan şey yaratıcı olabilir ancak. Aynı yazarın bir yazdığı yaratıcı, başka bir yazdığı yaratıcılıktan uzak da olabilir. Bu kitapta mutlak doğrular, garantili kurallar, gizli formüller, faydalı bilgiler yok. Yazarların kendilerine has yaklaşımları var sadece” demiş Hakan Bıçakcı. Kendisine kitapla ilgili sorularımız vardı, bunca yoğunluğu arasında bizi kırmadı ve sonuçta ortaya kısa ama keyifli bir söyleşi çıktı.

“Uydurmanın İncelikleri” deyince ne anlamalıyız?

“Uydurma”dan kurmacayı, “incelikleri”nden de tekniklerini anlayabiliriz. Kurmaca, gerçeklerin, hayatın taklididir. Ve evet bir anlamda uydurmadır. Bizim coğrafyada yalnızca gerçeklere prim verip hikâyeleri, romanları uydurma olarak görüp küçümseyenler çoğunlukta. Özellikle erkeklerin böyle bir eğilimi var. Biraz da bu duruma gönderme “uydurma” lafı. Ancak bu kitapta da görüleceği gibi, uydurmak sanıldığı kadar basit bir iş değil.

“Uydurmanın İncelikleri” nasıl ortaya çıktı? “Kurmaca Üzerine Kişisel Yaklaşımlar” denmiş alt başlığında. “Kişisel Yaklaşımlar” derken nedir tam olarak kastedilen?

Kişisel yaklaşımlar derken kitaba katılan, soruları yanıtlayan yazarların kişisel yaklaşımları kastediliyor. Yani “altın kuralların” veya “doğru cevapların” peşinde değiliz. Zaten böyle şeyler yok. Yalnızca bazen birbiriyle çelişen, bazen uyum içinde olan tamamen kişisel yaklaşımlar var karşımızda.

Kitabın birinci bölümü “Uydurmanın teknik bölümü”, ikinci bölümü “Uydurmanın sözcüleri”, üçüncü bölümü “Uydurmanın genel halleri”, dördüncü bölümü “Uydurmanın uydurulma süreci”… Böyle bir bölümleme yapılırken amaç neydi?

Daha teknik ve teorik sorulardan daha kişisel deneyimlere doğru bir akış kurguladık. Bölümlemeler de bu akışın kolay takip edilebilmesi için o şekilde düzenlendi.

Kitapta farklı yazarlara sorulan “ortak” sorular var: “Yazacaklarınızın ne kadarını önceden planlarsınız? Finali daha yolun başındayken bilir misiniz mesela? Hikâyenin iskeletini en baştan çıkarır mısınız yoksa bu iskelet yazdıkça mı oluşur? Ve planlananlar yazdıkça ne ölçüde değişir? Bambaşka bir yere mi gider, yoksa tasarlamış olduğunuz akışa sadık mı kalırsınız?” gibi. Soruları neye göre belirlediniz? Yazan ya da yazmaya başlayanların ortak soru(n)larından mı hareket ettiniz?

Kurmaca üzerine yazılmış inceleme kitaplarında rastladığım konulardan, atölyelerde, söyleşilerde sıkça karşılaşılan sorulardan yola çıkarak belirledik. Ancak soruları seçerken sık sorulmasından ziyade farklı cevaplarla zenginleşebilme potansiyeli taşımasına dikkat ettik.

Kitaptaki çoğul bakışın okura neler kazandıracağını düşünüyorsunuz?

Tek bir doğru olmadığı, daha da önemlisi bu işin belirli bir formülünün olmadığı tüm netliğiyle görülecek. Bu da önemli bir kazanım bence. Kendi yolunu bulma konusunda cesaret verici.

İlk kitabın yayımlanma arifesinden tutun yazma önerilerine kadar epey geniş bir yelpazede sormuşsunuz soruları. Cevaplar da geniş bir yelpazede gibi duruyor. (Her yazar kendi heybesinde olanı sunmuş sonuçta…) Bunun sonucu nasıl yansıdı kitaba? Nasıl bir uyum/ahenk oluşturdu, size göre?

Bu farklılık beklediğimiz ve istediğimiz bir şeydi. Benim açımdan sonuç beklediğimden bile daha renkli ve zengin oldu. Her yazarın hatta okurun her metne farklı yaklaştığı zaten bilinen bir gerçek. Kitap bu bilgiyi somutlaştırmış oldu.

Eskiden, nasıl yazıldığına ya da yazılacağına dair çok fazla eser yoktu sanki. Son dönemde okura da yazara da yazının iç odasına dair epeyce kitap sunuldu. Nasıl bir ihtiyaçtan doğdu sizce yazma pratiğine yönelik bu eserler?

Bu tip kitaplara, kaynaklara tedbirli yaklaşmak lazım. Altın kuralları verdiğini iddia eden ticari yaklaşımları tehlikeli buluyorum. Kitaba verilen parayı geçtim, yanlış yönlendirilme hatta yazmaktan soğuma gibi risklerden bahsediyorum. Bu tip kitaplar kafamda iki kategoriden oluşuyor. Biri formdan bahsedenler, diğeri formülden. Formülden bahsedenler ticari kategoriye giriyor ister istemez. Formdan bahsedenlerse bir bakış açısı sunuyor sadece. İşe yarayıp yaramayacağı kişiye göre değişir.

Özellikle yazmaya yeni başlayanlar için önem taşıyor kitap. Bitirdikten sonra zihnimizde nasıl bir iz/tat bırakmasını istersiniz eserin?

Karşılaşılacak çeşitliliğin kafa karıştırıcı değil, zihin açıcı bulunmasını isterim. Hangisi doğru hangisi yanlış diye bakılmasını değil de, bir tür tez, anti-tez, sentez mantığıyla okunmasını bir de.

Merve Koçak Kurt – edebiyathaber.net (8 Aralık 2017)

Yorum yapın