Güneş mi zift mi? | Serkan Parlak

Mayıs 23, 2019

Güneş mi zift mi? | Serkan Parlak

Yapıtlarında “Yuja Dab” mahlasını kullanan Yunus Baysal, Batman Üniversitesi Sanat Tarihi bölümünde okudu. Şiir ve öyküleri çeşitli dergi ve fanzinlerde yayımlandı. Bir süre yerel gazetelerde yazılar yazdı. Yazarın “Orada Olmayanlar” ve “Rögar Kelebeği” romanları ile  “Fil İntiharları” adlı bir de şiir kitabı bulunuyor. Dab’ın son romanı “Ayna ya da Dip” yılın ilk günlerinde Roza Yayınevi tarafından yayımlandı.

Anlatıcının evindeyiz, adının Havi olduğunu öğreniyoruz. Konuşmaya çalıştığı böcek sayesinde anlıyoruz ki asıl amacı iletişim kuracağı birini bulmak aslında. Gerçek dünyaya geçiş yaparsak okuyuculardır onlar. Havi’nin kafası farklı çalışır. Kelime oyunları yapar. Hayata bakışı politiktir. Gözlemleri aracılığıyla var olan sistemin işleyişini, kapitalist üretim ve tüketim biçimlerine özellikle iş bölümüne dair eleştiriler yapar. Toplum hayatının dayattığı zorunluluklar onun en büyük dertlerinden biridir. Sürekli sorular sorar. “ Bitmek bilmeyen soruların peşine düşüp delirmekten korkuyorsun. Çünkü konuşacak kimsen de yok, tıpkı benim gibi. Duvardaki çatlakları kapatırken alçının ne işe yaradığını, neyden yapıldığını anlatan zevzek biri olmaktan korkuyorsun.” Bütün tuhaflıklarına rağmen insanlarla iletişim kurmayı başarır. Bu durum metnin belli bölümlerinde yer yer deneme üslubuna dönüşürken okurun da anlatıcının zihniyle dış dünya arasında bir denge kurmasına yardımcı olur.

İnsan ilişkileri, inanç, çalışma ahlakı yeri geldikçe başkahramanın alaycı bakışından nasibini alır. Bir tür ideoloji eleştirisidir bu. Hem sözcüklerin bağlamlarını değiştirerek, hem de ekonomik sistemin işleyişini sorgulayarak okuyucuyu yalanlarla yüzleşmeye davet eder anlatıcı. Diyaloglar saçma gelse de çağrışıma açıktır. Hepsinin arka planında modern insanın derin yalnızlığı var. Geleneksel bağlar zayıflamış, yer yer yok olmuş; yeni bir iletişim biçimi, yeni bir dil arayışı söz konusudur artık. Yardımcı karakterlerin hemen hepsi mahlas kullanır ama yeri geldiğinde gerçek isimlerinin olduğunu bir şekilde öğreniriz. Bu da bireysellik ve geleneksellik karşıtlığına karşılık geliyor zorlama bir yorum da olsa.

Yazar, romanını 1. tekil kişi anlatıcı üzerinden kurgulamış. Okuyucular olarak anlatıcının zihninde geziyoruz. Yer yer bilinç akışı, çoklukla iç konuşma tekniği kullanılıyor. Nesneler, eşyalar, durumlar, kelimeler anlatıcıda çağrışımlar yaratıyor. Bazen geçmişe doğru yolculuklara çıkarıyor okuyucuyu. Uzunlu kısalı cümleler dengeli biçimde bir araya geliyor, ne eksik ne fazla. Bazı yerlerde benzetmeler, metaforlar ve kişileştirmeler aracığıyla şiirsellik devreye giriyor. Deneme ve şiir ön plana çıktığında hikâye arka planda kalıyor.

Sonunda hayatta anlam arayışının boşuna olduğunun farkına varıyoruz. Diyalogların saçmalığı da buna karşılık geliyor bir yerde. Hiçbir yere varmayan, başı sonu belli olmayan konuşmalarla geçen bir ömür… Anlaşmak için uğraşıp durmak gereksiz. Yabancılaşmanın farkına varmak için hemen her şeyin bağlamını değiştirmek gerekli belki de… Orhan Kemal, Tarkovski, Dostoyevski, John Fante, Dali, Freud ve ötekiler… Havi alışılmışın dışında bir karakter; kafası sanatçılardan özümsedikleriyle karışık ama öte taraftan da hayata bakışı farklı… Günlük hayatın rutinine kapılıp gitmiş insanlara yabancılaştırma efekti sinyalleri gönderip duruyor. Bunu da sanat aracığıyla yapıyor. Bize de ne yapmamız gerektiği konusunda ipuçları veriyor.

Serkan Parlak – edebiyathaber.net (23 Mayıs 2019)

Yorum yapın