Gülşah Elikbank: “Hayat benim yazacaklarımdan daha fantastik hale geldi”

Kasım 20, 2015

Gülşah Elikbank: “Hayat benim yazacaklarımdan daha fantastik hale geldi”

gulsah-elikbankYalancılar ve Sevgililer, Gülşah Elikbank’ın Kırmızı Kedi Yayınevi tarafından okura sunulan son romanı. Yazdığı romanlarla okurun beğenisini kazanan Elikbank, kişisel sayfasında kendini şöyle tanıtıyor: “1980 yılında İstanbul’da dünyaya geldim. 1999’da Nazilli Süper Lisesi’ni bitirdikten sonra İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde lisans eğitimini tamamladım. Ardından yüksek lisans eğitimini Marmara Üniversitesi’nde Yönetim ve Çalışma Psikolojisi üzerine yaptım. 7 sene İstanbul’da bir inşaat ve turizm firmasında yönetici olarak çalıştım.Kızım Rüya dünyaya geldikten sonra daha mutlu ve huzurlu olacağıma inandığım Bodrum’a yerleştim.Ardından İzmir’e Türkiye’nin ilk edebiyat konseptli otelini açmak için geldim ve halen İzmir’de yaşıyorum. Çeşitli dergilerde yazılar yazıyorum. Şu ana kadar yayınlanmış altı romanım var: Siyah Nefes, Mavi Dağ, Kızıl Ölüm, Aşkın Gölgesi, Medusa’nın Pusulası ve Uykusuzlar.” Elikbank’la son romanıYalancılar ve Sevgililer üzerine söyleştik.

Gizemli Transilvanya, Eflak, Drakula, Kazıklı Voyvoda, Romanya, Çavuşesku, Galata, Bağdat Caddesi… Ne çok yer/kişi ismi var. Böyle bir roman fikri ilk nerede/nasıl doğdu ve gelişti sizde?

Ben romanlarımda şehirlere gönderme yapmayı, hikâyeyi şehre göre kurmayı seviyorum. Ama bu romanda biraz farklı bir durum oldu. Çünkü romanın fikrini bana veren Transilvanya’nın kendisi oldu. 2004 yılında yazmayı düşündüğüm ama ancak öyküyü kafamda geçen sene tamamlayabildiğim bir macera bu. VladTepeş, Drakula olmasının ötesinde insani yanıyla anlatılmaya değer biri. Üstelik ona neden Drakula yakıştırması yaptığı sorusuna yanıt buluyoruz bu romanda.

“Aynada gördüğüm tek şey; boşluk. Kendime baktığım zaman, içi oyulmuş, içinde ne var ne yok boşaltılmış ama bir türlü tekrar doldurulamamış bir oyuncak görüyorum,” diyen bir kahramanımız var. Maya, sevgilisini kaybetmiş. Annesi psikiyatr. Elif de önce annesinin hastası, sonra Maya’nın arkadaşı oluyor. Gizemli mektuplar alıyorlar. Bu, onların kendilerini Romanya’da bulmalarını sağlıyor. Siz nasıl buluyorsunuz konularınızı?

Sanırım alçakgönüllü olamayacağım tek şey, romanlarımın konusu. Oldukça özel ve özgün oldukları fikrindeyim. Beni kalem kâğıtla buluşturan önce konu oluyor zaten, sonra kahramanlar ve olay örgüsü gelişiyor. Konularımı genelde seyahatlerimde buluyorum. Ya da onlar beni buluyor. Önce bir fısıltı kulağıma geliyor, sonra kahramanlarım dile geliyor. İlk romanımın konusu da kapımı bir Kapadokya seyahatinde çalmıştı zaten. Bu nedenle çok okumayı ve mümkün olduğunca gezmeyi romanlarım için bir gereklilik olarak görüyorum.

yalancilar_ve_sevgililer_1baskiYalancılar ve Sevgililer’de macera da var, aşk da, heyecan da, siyaset de, psikoloji de… Kurgularken neyi düşünerek kurguladınız?

Çıkış noktam kahramanın cellada, celladın kahramana dönüşmesinin serüvenini izlemekti. Kötü ile iyinin sınırı, tarafı olur mu mesela? Çağa göre, halka göre değişir m bu kavramların içeriği? 15.yüzyıl hiç kuşkusuz bir şiddet çağı ama o çağın gereği bu değil miydi zaten? Şimdi de hepimiz psikolojik şiddet çağının tam ortasındayız. Üstelik bizim durumumuz daha kötü çünkü düşmanlar gizli ve pusu kuran cinsten. Yazar içinde yaşadığı toplumdan ayrı düşünülemez. Elbette ben de yaşanan bu zor süreçlerde politize oldum ve bu yazdıklarıma yansıdı.

Kadir, önce Maya’ya koruma olarak eşlik ediyor. Sonrasında arkadaş, hatta dost, en sonunda sevgili oluyorlar. Hayatın neresinde duruyor yazdıklarınız? İçinde, kıyısında, köşesinde…

Hayatın içinde, ortasında. Aşk romanlarımda her zaman olmuştur. Çünkü bu hayata katlanmayı sağlayan yegâne duygu aşktır. Ben uzun süredir fantastik roman/öykü yazmıyorum farkındaysanız. Çünkü hayat benim yazacaklarımdan daha fantastik hale geldi. Zaten bir distopyanın kahramanı gibiyiz. Maya ve Kadir ise aslında her an sokakta karşılaşabileceğimiz karakterler. Gün içinde yanımızdan yüzlerce insan geçiyor, her biri farklı bir hayatın kahramanı ve belki de başlı başına bir roman kahramanı onlar. En değerli aşkın da içinde dostluk barındıran olduğuna inanıyorum. Bunu yakalamak en zoru.

“Baksana ülkemiz her geçen gün kadınlar için daha zor bir yer oluyor. Dünya özgürleşirken biz eve hapsedilmeye, annelik göreviyle dört duvar içinde tutulmaya çalışılıyoruz,” diye dert yanıyor romandaki kahramanlardan biri. Buna benzer birçok cümle var. Yazarak dünyayı değiştirebileceğinize inananlardan mısınız? Yazarken insanlara mesajlar vermeyi sever misiniz?

Mesaj vermek diye adlandırmak istemem. Daha çok beni dertlendiren konuyu açarak paylaşmak diyebilirim. Son yıllarda kadın hakları konusu beni yakından ilgilendiriyor. Özellikle bir kız çocuğu annesi olarak, toplumda kadının yerini, özgürlüğünü ve bedeni hakkındaki kararları önemsiyorum. Dünyayı yazarak değiştirmek belki mümkün değil ama sadece bir insanı değiştirmek mümkün ise; bu da hiç azımsanacak bir kazanç değil. Ben o bir insanın peşindeyim. Kendimden başlayarak…

“Bana kötülükten bahsetme dostum. Artık yaşadığımız çağda kötülüğü açıklamaya gerek yok; bana neden bu rezil dünyada hâlâ iyiliğin bulunduğunu açıkla. İnsanlık, iyiliği omuzlarına çöken yüzyıllık vicdan azabının kefareti olarak görüyor yalnızca. İnsanın yasak elmayla başlayan ihanet etme yeteneği günden güne arttı. İlk ihaneti Tanrı’ya olan bir varlığın en büyük ihaneti kendisinedir, unutma.” diyor romanınızdaki Prens Vlad karakteri. Işıkla karanlığın, iyilikle kötülüğün mücadelesi kadim zamanlardan beri süregeliyor. Sizce kazanan hangisi/ olacak?

Şu an kazanan taraf karanlık gibi gözüküyor. Bu kadar mutsuz insan neden var? Kendimizi mutsuz edecek, köleleştirecek bu sistemi neden kurduk? Ama burada Vlad’a katılıyorum, mutsuzluk çağı sonunda ya yok olacağız, ya da buradan bir aydınlık bulacağız. Aydınlığı ise önce hak etmek gerekiyor. Şu an yaşamayı bile hak ettiğimizden emin değilim oysa. Doğa insansız da var olabiliyor biliyorsunuz.

Çavuşesku ve Vlad’ın ortak noktaları ve sonları neydi kısaca? Nasıl bir ibret almalıyız bundan?

İkisi de tam bir diktatör. Fakat ikisi de bunun farkında değildi, tüm diktatörler gibi. Yaptıkları her çılgınlığı ülkelerinin iyiliği için yaptıklarına inanıyorlardı ama başkalarının doğrusu ya da arzuları umurlarında değildi. Tek doğru onlarınkiydi. Bunun sonu her zaman hüsrandır. Halkların direnç noktaları vardır, onlara dokunduğunuz anda ilk siz yanarsınız.

“Tanrı dünyada kendi suretiyle görünmez. Elçileri vardır, başka insanları kendine vesile kılar. Gözlerinizi değil yüreğinizi açmak zorundasınız onu görmek için.”diyen kahramanın diliyle konuşursak…O elçiler neredeler? Nasıl tanırız onları?

En önemli elçiler, çocuklar bana kalırsa. Bir çocuğun gözlerinin içinde evrenin tüm sırlarını görmek mümkün. Ama bunun yanında bazı insanlar vardır, hayatınıza tam da ihtiyacınız olan anda girerler ve o ihtiyaç son bulduğunda da yavaşça sizden uzaklaşırlar. Onlar da birer elçidir. Hayatın kendi içinde, bizim pek de anlayamadığımız dinamikleri, kendini ifade etme biçimi var. Ben bir romancı olarak bu gizlerin peşindeyim. Bilim ve hayal gücü her zaman el eledir çünkü. Evreni anlamak için bilimden taraf olmalıyız.

Söyleşi: Merve Koçak Kurt – edebiyathaber.net (20 Kasım 2015)

Yorum yapın