Gözetlenen dünyanın öyküsü | Emek Erez

Haziran 19, 2017

Gözetlenen dünyanın öyküsü | Emek Erez

Gözetimin yaygın ve içsel olduğu bir çağda yaşıyoruz. Her yer kameralarla sarılmış, dışarıdayken bile içeride hissi barındıran, özgürlüğümüzün sonuna kadar çalındığı bir dünya durumu bu. Sadece kameralarla da ilgili değil aslında gözetim dediğimiz kavram soyut bir anlam da barındırıyor. Herhangi bir aygıt olmadan tek başımıza kaldığımız zaman bile sanki birileri tarafından izleniyormuş duygusunu taşıdığımız zamanlar oluyor. Çünkü bu hissin diri tutulması için her türlü politik, sosyal, kurumsal aygıt tarafından biçimleniyoruz. Bu anlamda insan için artık dünya ortamında gerçekten özgür hissedebileceğimiz bir alan kalmamış gibi. Dünya bir hapishane ve bizler de o hapishanenin mahkûmları hâline getirilmiş durumdayız. Duvarları olmayan bir hapislik bu, devamlı kontrol altında tutulan bir türün, kendi eliyle teslim ettiği özgürlüğü.

Friedrich Dürrenmatt’ın “Gözlemcileri, Gözlemleyenin, Gözlemi” adlı metni bana bunları hatırlattı. Kitap, polisiye bir uzun öykü ancak kurgusuyla, neredeyse hiç nokta kullanılmadan oluşturulmuş uzunca ve sonsuzmuş gibi hissettiren cümleleriyle, hem zihni daima metin tarafından esir alınmış gibi düşündüren hem de bu bahsettiğimiz gözetim durumunun iç içe geçmişliğini anımsatan bir anlatı sunuyor. Zihniniz esir alınmış gibi hissediyorsunuz çünkü üst üste cümleler, araya sıkıştırılmış eleştirel bakış, kahramanların her hareketinin ayrıntılıca betimlenmesi sizi devamlı kontrollü bir okuma yapmaya itiyor, yani Dürrenmatt sizi anlatmaya çalıştığına dâhil ediyor, siz de yazar tarafından gözetleniyorum duygusuna kapılıyorsunuz. Bir cümleyi kaçırdığınızda başa dönüp yeniden paragrafı okumak zorunda kalabiliyorsunuz mesela.  Dürrenmatt size metnin bütünlüğünü kendi zihninizde tamamlama, anlatıdan kopma imkânı vermiyor. Bu nedenle metin sadece kurgusu, eleştirel bakış açısı, alt metniyle değil, yazarın üslûbuyla da dikkat çekiyor.

Metin, Von Lambert adlı psikiyatr ile F. adındaki bir karakterin buluşmasıyla başlıyor denilebilir. Lambert’in karısının ölümünü araştırmasını istediği F. portre filmleriyle tanınan bir yönetmen anladığım kadarıyla. Metnin ilginçliği başlangıçtan dikkat çekiyor çünkü bir dedektif yerine bir film yapımcısının seçilmesi artık her şeyin kameralar tarafından kontrol altına alınabileceği ve ancak gözetleyen birisi olursa bir ölümün nedeninin ortaya çıkabileceği gibi bir anlamı barındırıyor. Tereddütlü de olsa araştırma teklifini kabul eden F. Lambert’in karısının izini sürmeye başlıyor. Okuyucu için de üzerine düşünebileceği pek çok soru sorduran, bir yolculuğun kapısı açılıyor böylece.

Friedrich Dürrenmatt, Lambert ve eşi arasındaki ilişkiden yola çıkarak evliliğin ya da ilişkinin karşılıklı gözlemeye ve gözetime dayalı bir durum içerdiğine işaret ediyor. Karşılıklı olarak birbirini gözetleyen çiftlerin geliştirdiği ilişki bizi karşılıklı bir nesneleştirme ilişkisine götürüyor. Kitabın karakterleri açısından düşündüğümüzde psikiyatr olan Lambert için eşi gözlemlenecek bir psikiyatri nesnesi iken kadın için de adamın bir nefret nesnesine dönüştüğünü fark ediyoruz. Lambert karısının hâl ve tavırlarını mesleki açıdan değerlendirirken, kadın da devamlı gözlemlenmenin sonucunda ona duyduğu nefret ile onu gözlemliyor. Gözlemlenmenin verdiği acı ki -Lambert’e göre bunun sebebi onu özgür bırakmak- göz ardı ediliyor. Yazar bize gözlemlenmenin ikili ilişkilerde bile önemli bir noktaya varmış olduğunu gösteriyor böylece. Bireyler arasındaki sıradan bir ilişkide bile insan türü birbirini kontrol edip gözlemliyor. Bu sebeple bir ilişki içerisinde kişinin özgür olma imkânı elinden alınıyor. Çünkü her şekilde kontrol ve gözetim altında tutulabileceğimiz bir dünyadayız artık, teknolojik ilerleme, sosyal medya, son model telefonlar, birey artık istese de istemese de bir gözetimin nesnesi konumunda kısacası.

Friedrich Dürrenmatt “Gözlemcileri, Gözlemleyenin, Gözlemi” adlı metninde iç içe geçmiş gözetim ilişkilerini deşifre ediyor. Bir yandan bir kadının ölümünü araştıran F.’nin ipuçlarını takip edip, polisiye bir metnin içerisinde kayboluyorsunuz diğer taraftan gözetim ağlarının dünyayı en özel ilişkiden en genel ilişkiye kadar nasıl kontrol altında tuttuğu üzerine kafa yoruyorsunuz.

İnsan ve doğa ilişkisi açısından gözetim şöyle yorumlanıyor mesela kitapta, insan en ince ayrıntısına kadar doğayı gözlemleyip bilmeye çabalıyor, onun derinine, en özeline kadar bilip adlandırmayı görev ediniyor. Teknolojik aygıtlar, bilim, deney hepsi bunun üzerine kurulmuş durumda yani doğanın insan yararına bilinip, aydınlatılması ve bir nesneler kategorisine hapsedilmesi üzerine. Peki doğa da insanı gözlemliyorsa. Yazar, depremlerin, doğal afetlerin, doğa da meydana gelen insana göre olumsuz dönüşümlerin sebebinin, doğanın da insanı gözlemlemesi sonucu olduğunu metnin anlatısı içerisine yerleştiriyor. İnsan ve doğa arasında karşılıklı bir gözetleme ilişkisi kuruluyor böylece. İnsan türü doğanın dengesiyle oynadıkça doğa da onu gözlemlemesi sonucu felaketlerini insanın üzerine salıyor.

Peki ya Tanrı, üzerine düşündüğümüzde belki insanı en genel anlamda gözetleyen metafizik bir varlık olarak kavrayabiliriz değil mi onu? Yazar “tanrının ölümü” meselesini, insanın artık bilimle, en küçük ayrıntıyı görebilen teknolojik aygıtlarla, onu bile inceleyebilecek konumda olduğunu belirterek ve Tanrı’nın bile bir gözetim nesnesi olduğunun altını çizerek, konuyu metninin bir yerine yerleştiriveriyor.  Çünkü ona göre Tanrı’nın özgürlüğü gizli ve saklı olmasından kaynaklanıyordu ama şimdi en ince ayrıntısına kadar bilinir olmaya çalışılan bir kategoride ve o da özgür değil. Sadece Tanrı mı, insan da ölü artık çünkü onun da özgürlüğü bir gözetim nesnesi olması dolayısıyla çalınmış durumda.

Savaşların gözetimle ilişkisi de yer ediyor elbette metinde. Dünyada gücü elinde tutan devletlerin savaş malzemelerini denemek, onları gözlemlemek ve böylece savaş sanayisini ayakta tutmak gibi bir amacı yok mu sahiden? Peki terör gibi dünyada korkusu yayılan ve güvenlik endişesini devamlı gündemde tutan bir durum ne getiriyor? Şöyle bir şey oluyor insan bu korku ve kaygı ile birlikte gözetimi arzulamaya başlıyor. Bu gözetlenme arzusu ile kendini güvende tutmaya çalışan bir tür için ise artık özgürlük mümkün görünmüyor.

Dürrenmatt, polisi, devleti, bilimi, tüm kurumları, insanı, doğayı, gözetim ilişkileri açısından ele alıp, anlatısı içerisine yerleştiriyor. Bir kadının peşinde F. aslında bir film çekiyor ve o da yine nesnesini gözetlemiş oluyor, onu da başka kurumlar gözetliyor, gözetleyen kurumları da başkaları gözetliyor. İç içe geçmiş gözetim ilişkileri ve onları her yerde teşhir eden bu polisiye metni ile Dürrenmatt, bizi zihnimizi allak bullak eden bir metin ile buluşturmuş.

Emek Erez – edebiyathaber.net (19 Haziran 2017)

Yorum yapın