Göz göz olan keder | Feridun Andaç

Mayıs 9, 2017

Göz göz olan keder | Feridun Andaç

feridun-andacYaşama kavşağı

Giden göz olmayı seçmiştin.

“Bir bakışı solduran zaman” derken de; o bakışsızlıkları anlatmak istemiştin aslında.

Yer gök zamanı… Bırakılıp gidilen avunçlu çağlar.

Şimdi, işte o dönemeçten bakıyorsun “kardeşim hayat” dediğin her şeye.

Örselenen ömürlerin ortaya çıkardıklarıyla baş başasın üstelik.

Yavanlık arzu beklemez. Ya da bunu üretemez. Anlıyordun bunu. Hayatın muğlaklığı zaman örselemeleri de yaşatır. Dilsizleşme de işte o ân başlar. Anlam değerini yitirir. Bakmayan gözle karşı karşıyasınızdır. Hissizleşme ânıdır o. Önce yaralayıcı gibi gelse de; dönünce duygu  atlasınıza; kendi denizlerinizin fırtınasında olmayı yeğlediğinizi anlıyorsunuz.

Umursamamak.

Dönmeli, göz göz olan kederi anlatan zamanlara.

Şairin oradaki bakışı kendi yaşama geçitlerini de anlatıyordu üstelik. O farklılıkları, bölünmüşlükleri…

“Hayatımın ilk iki on yılı birbirinden şiddetle farklıdır,” diyordu.

Zaman geçişlerine bakar oradan. Biten yüzyıl, başlayan yeni yüzyıl… Hayatın değişken yüzü her yerde kendini gösterir:

“Bin dokuzyüz onlu yıllardan Moskova hâlâ ücra köşelerinin masal denecek kadar pitoresk eski çehresini Üçüncü Roma’nın ya da ünlü başkent yağmurlarının efsanevi özellikleriyle ve unutulmaz bin bir ihtişamıyla  koruyordu. Sonbaharda, okul avlusunun açıldığı Yuşkov Sokağı’nda, at yetiştiricilerinin koruyucusu sayılan Flora ve Larva kiliselerinin avlusunda atlar takdis ediliyordu ve onları takdise getiren arabacı ve seyislerle birlikte atlar okulun kapısına kadar bütün sokağı at pazarına çeviriyordu.” (İnsanlar ve Haller, Çev.: Sabri Gürses, YKY., 2013)

Ve oradan yeni bir zamana geçiş, yeni başlayan yüzyılın aurasını anlamaya çalışmak:

“Yeni bir yüzyılın başlamasıyla birlikte, benim çocukluk belleğimde her şey, büyülü bir sopanın hareketiyle değişti. Moskova’yı ilk dünya başkentlerinde yaşanan iş heyecanı sarmıştı. Çabuk kazanç elde etmek için yüksek kârlı ev inşaatları yapmaya başladılar. Bütün caddelerde birdenbire kerpiç devler bir anda belirip göğe yükselmeye başladı. Onlarla birlikte, Petersburg’u kovalayan Moskova, Rus  sanatına yeni bir başlangıç sundu-büyük şehrin sanatını, genç, çağdaş, taze bir sanatı.”

Bu dönemeci kavrayış, o yaşama bilincinin yansılarını da anlatıya dönüştürüyordu aslında, değişimle gelen fırtına yeni yüzyılın hayatlarını tarumar ederken; Pasternak tüm bu olup bitenlere farklı bir yerden bakıyordu.

Doktor Jivago işte bu farklı bakışın, yaşanan gerçekliğe tanıklığın romanıdır.

Yaratıcılığın yolu/yönü onun ilkten müzikle buluşmasıyla başlar. Öyle ki, bunu terk etme kıyısına geldiğinde, şunları söyleyecektir:

“Müzikle yaşadığım talihsizliklerin suçlusu da doğrudan olmayan, önemsiz nedenler, rastlantılara dayalı  fallar, bir işaret ve yücelerden emir beklentisiydi. Benim müzik kulağım yoktu, çalınan notanın perdesini tahmin etme yeteneğim yoktu, yaptığım çalışmayı beceremiyordum. Bu özelliğimin olmaması seni kederlendirmiş ve yıkmıştı, bunun yokluğunu yaptığım müziğin ne kaderin ne de göğün hoşuna gitmediğinin bir kanıtı sayıyordum. Bu kadar çok darbenin altında ruhum ezildi, ellerim tutmaz oldu.”

Adım adım başlayan o kopuş onu başka bir kıyıya taşıyacaktır.

doktor-jivagoOnunkisi arayış değil, yöneliştir. Bunu da şöyle dillendirecektir:

“Ben bu arayışları asla anlamadım. Bana göre, en çarpıcı keşif, sanatçıyı bütünüyle ele geçiren içeriğin ona düşünme vakti bırakmaması ve onun da telaşa kapılıp kendi yeni sözünü eski dille söylemesi, eski mi yeni mi diye ayırt etmeden söymesiydi.”

Derinlik, yoğunluk, kavrayış imgesi Pasternak’ın anlatısında beliren bir yan.

İnsanlar ve Haller’de olsun, O Günler, Luvers’in Çocukluğu ve Son Yaz’da olsun Pasternak; zaman bakışını incelikle sindirir bu anlatılarına. Öyle ki; siz, epik anlatısı Doktor Jivago’yu hissettiren bir duyuşu/bakışı görürsünüz burada da.

Kırgın bir yürekle

“Korkum yok ortaya çıkıp

İnancımın sahteliğinin görülmesinden

Hayattasın, içimdesin, tek parça.

Dayanağım, dostum, maceramsın yine.

Varsın bilinsin sadakatim

Sahteliği gelecekte.

Bir hayat ruh birlikteliği değil ki

Bitirdiğimiz, karşılıklı bir aldatmaca sadece.”

Bu şiirini okuduktan sonra duralamıştın.

Pasternak’ın yaşama kavşağındaki halini anlatan bir şiirdi bu. Sürüklenişinin bir tür sürgünlük olduğunu da ima ediyordu aslında.

Yıkıntılar içinde bir hayat…

“Evsiz, yurtsuz” bir adam…

Onun hayatına giren birçok kadın, dünyasının karmaşıklığını da anlatır. Ötede de Stalin’in gölgesi vardır. O korkunun hissedildiği zamanda romanını yazmaktadır.

Aile İkinci Dünya Savaşı’yla bölünmüştür. Berlin ve İngiltere anne-baba ve kızkardeşlerinin yeni vatanıdır.

Pasternak yurdundan kopmaz. Ruhunun derinliklerinde taşır kökeninin izlerini. Yahudi olarak dünyaya gelir, sonradan Rus Ortodoksluğunu seçer.

Osip Mandelstam’ın onun şiirleri üzerine şu düşünceleri kayda değerdir:

“Pasternak’ın dizelerini okumak boğazınızı temizlemek, nefes alıp verişinizi güçlendirmek, ciğerlerinizi havayla doldurmak demektir; bu şiirlerin vereme bile deva olabileceği muhakkaktır.”

“Büyük Temizlik” döneminde Pasternak daha da içe dönecektir:

“İçimdeki her şey birbiriyle çarpışma halindeydi ve çağla bir olma girişimim, saklama gereğini duymadığım bir muhalefete dönüşmüştü. Tercüme işlerine sığındım. Kendime ait yaratıcı çalışmalarım sona erdi.”

Onun kendini ateşe atma çabaları bir süre sonra da susmayı kaçınılmaz kılar.

Hayatta kalması bir bakıma “şans”tır denebilir. Bunu kendisi de izah edemez! Stalin’in onu  “esirgemiş” olması anlaşılamaz.

Ondaki göz göz olan kederin izlerini hem dönem şiirlerinde, hem Doktor Jivago romanında, hem de romanın ana kahramanı Jivago’nun şiirlerinde buluruz.

Feridun Andaç – edebiyathaber.net (9 Mayıs 2017)

Yorum yapın