Goethe’nin hayatı ve eserleri | Sultan Sarı

Ocak 12, 2018

Goethe’nin hayatı ve eserleri | Sultan Sarı

Türkiye ve dünyada Alman edebiyatı denilince akla ilk gelen isim Johann Wolfgang von Goethe’dir. Dünya edebiyatının en büyük yazarlarından biri olan Goethe, yalnızca edebiyatta değil, eğitim, doğa bilimleri ve felsefe başta olmak üzere pek çok alanda eserler vermiştir.

Alman Edebiyatının 2 Altın Çağına aynı zamanda “Alimler Çağı” denilmektedir. Goethe 2. Altın Çağ’da (1750-1830) Alman Klasizmine dahil edilir. Aydınlık Çağ, Fırtına ve Coşku, Klasik gibi dönemleri ihtiva eden 18. yy Alman edebiyatının çok renkli ve verimli bir yüzyılıdır. Alman edebiyatında Romantik Dönem 19. Yüzyıl başından itibaren görülür. Goethe bu dönemlerin hepsini yaşamıştır.

Fırtına ve Coşku” döneminin en önemli öncüsü ve temsilcisidir.1774’de  ‘Genç Werther’in Acıları’ tüm Avrupa’da tanınmasını sağlamıştır.1790’dan itibaren,  Friedrich Schiller ile birlikte içerik ve biçim olarak, Antik kültür anlayışı üzerinde yoğunlaşarak, Weimar Klasik’in en önemli temsilcisi olmuştur.

Goethe, 28 Ağustos 1749’da Frankfurt am Main’de dünyaya gelmiş. Anne babası, varlıklı ve aydın insanlarmış. Evlerinde zengin bir kütüphane ve değerli bir resim koleksiyonu varmış. Eğitimine, yetiştirilmesine özen gösteren bir anne babanın varlığı ilk yaşlarda onun kişiliğini belirlemiş, ama sonra hayatı boyunca kendini sürekli yetiştirmek, hayatı çok çeşitli yanlarıyla dolu dolu yaşamak ilkesini korumuş. Böylece dengeli bir bütünlükten daha çocuklukta nasibini almış.

Aydınlanma Çağının düşünceleriyle büyümüş, Latince, Yunanca, İtalyanca, Fransızca, İbranice, İngilizce gibi dil öğrenimlerinin yanı sıra, bilimsel konular, din ve çizim gibi alanlarda da eğitim almış. Ayrıca, çello ve piyano çalmayı, biniciliği, eskrimi ve dans etmeyi öğrenmiş.

Aldığı bu eğitimler sayesinde daha 10 yaşında iken Aesop, Homeros, Vergilius ve Ovidius’u tanımış; Şark dünyasına da “Binbir Gece Masalları” ile giriş yapmış. Çocukluk döneminde etkilendiği eserler arasında Alman halk efsaneleri de varmış. Edebiyatla erken yaşta ilgilenmeye başlaması, annesinin gece anlattığı hikâyeler ve neşeli bir Luther – Protestan aileden aldığı İncil derslerinden ileri gelmiş. Babası çocuklarının din eğitimine önem verdiği için onu ve kardeşini muntazam olarak kiliseye götürür, onlara İncil okurmuş. Ama daha sonraları Hıristiyanlığı katı din kalıpları şeklinde yorumlamayan çok geniş bir din duygusuna ulaşmış. Yedi Yıl Savaşları’nda Avusturya–Fransa birliğinin Frankfurt’u işgal etmesinden hemen sonra, Goethe’lerin evi karargâh binası olmuş, resim ve tiyatroya meraklı olan Fransız subayı küçük Goethe’yi gezici Fransız tiyatro grubunun temsillerine götürmüş, onda resme ilgi uyandırmış (Aytaç,2006:18).

1765-1768 yıllarında, Leipzig’de hukuk öğrenimi alan Goethe bu arada edebiyat derslerini de izlemiş, ünlü Winckelmann’ın bir öğrencisinden resim dersleri almış. Hareketli ve hararetli öğrenci hayatını bütün yönleriyle yaşamak istediğini, yemeklerini yediği bir misafirhanecinin kızı Katchen Sckönkopf’a aşık olduğunu da kaynaklardan öğreniyoruz. Onunla yaşadığı duygusal karışıklık, Goethe’nin yazı stilini etkilemiş; üslup bakımından daha özgür ve daha coşkulu Rokoko kültürünün etkisi altında kaleme aldığı ilk şiirlerinin konusu ve esin kaynağının da bu kız olduğu belirtilmektedir.  Fakat gerçek duygularla, Rokoko kültürünün her şeyi hafife alan üslubunu bütünleştirememiş ve Leipzig’i sevememiş. Ama yaşanmış bir aşkı sanat katına yüceltmekle başlayan şairlik tutumu Goethe’nin hayatı boyunca sürmüş, “yaşantı edebiyatı” onun tarzı olmuş(Aytaç,2011:9).

Daha Frankfurt’tayken çizim derslerini devam ettirdiği dönemlerde Antik sanat anlayışı ile yakınlaşmasına vesile olan ressam Adam Friedrich ile Leipzig’de bizzat tanışması, hayatındaki önemli karşılaşmalardan biri olmuş.

1768 Haziran’ında ağır şekilde hastalanan Goethe 1770’de Frankfurt’a geri dönmüş. Annesi ve kızkardeşinin bakıcılığında sağlığı iyiye gitmeye başlarken, aynı yıl, şiirlerinin bir araya getirildiği ‘Arnette’ adlı ilk şiir kitabını yayımlamış. Bu uzun istirahat dönemi Goethe’yi Piyetizm(aşırı dindarlık) düşüncelerine itmiş. Aynı zamanda daha sonra Faust eserinde de başvuracağı mistik ve alşimistik yazılar ve kitaplarla ilgilenmiş. Buna bağlı olarak da, aynı dönemde, ilk tiyatro eseri olan “Suça Katılanlar”  komedisini ele almış.

Goethe, öğrenimine 1770 Nisan ayında, Strasburg’da devam etmiş ve burada edindiği dostlar, onun ruh ve düşünce dünyasında yapıcı rol oynamışlar. Ama edebiyat açısından dönüm noktası oluşturan dostluk, “Fırtına ve Coşku” akımının ünlü şair ve düşünürü, teolog, sanat ve edebiyat kuramcısı olan Johann Gottfried Herder’le olan arkadaşlığıdır. Herder, Goethe’yi, Homer, Shakespeare, Ossian gibi yazarların kendilerine özgü dil kullanımlarına, ayrıca halk edebiyatına yönlendirmiş ve onu edebi gelişimine önemli etkilerde bulunmuş.

Goethe, başkenti Strassburg olan Alsace bölgesinin doğasından bir hayli etkilenerek, ilk kez doğanın organik olduğunu keşfedip, tabiat bilimine ilişkin teoriler üretmeye başlamış. İnsanı da içerisine dâhil eden tüm ilişkisi kapsamında doğayı tanımaya gayret etmiş ve doğa bilimi uğraşıları eserlerinde yer almıştır ve canlı doğanın sürekli bir değişim içerisinde olduğunu tasvir etmiştir.

Sesenheim’da yaptığı bir gezinti esnasında tanıştığı papaz kızı Friederike Brion’a âşık olmuş ve ona dair yazdığı şiirler, “yeni bir lirik çağın” başlangıcı olmuş. Bu şiirleri, Alman edebiyatında, içinde yazarının hayat deneyimlerini barındıran, yaşanan birçok şeyi doğrudan işleyen sahici duyguları içeren, belli bir kalıp söylemden sıyrılarak gerçek yaşamı temel alan Yaşantılama Şiirinin  ilk örnekleri olmuştur.

Goethe için, edebiyat avukatlıktan daha önemli olmuş. Hukuk öğreniminden sonra tekrar Frankfurt’a dönmüş, Osian çevirilerine, Shakespear’le yoğun ilgilenmeye başlamış. 1771-14 Ekim günü arkadaşlarına hitaben yaptığı Shakespeare konuşması, Alman edebiyatında o zamana kadar Lessing dışında kimsenin pek ilgilenmediği bu yazara yeni bir bakış açısıyla yaklaşma demekmiş.  1771 yılı sonunda ise, “Demir Elli Şövalye Berlichingen”adlı eserini kâğıda dökmüş. Çalışmasından sonra, 1773’te Götz von Berlichingen adlı dramasını yayımlamış. Bu ilk tiyatro eseri kendisinin hukuk öğrenimi sırasında ilgilendiği hukuk tarihinde dikkatini çeken bir otobiyografiden kaynaklanmış. Ortaçağ etkisiyle, coşkunluk akımı ile işlenmiş bu oyun, dönemin en zengin piyeslerinden biri olmuştur ve Ortaçağ’a ilişkin kavramları yeniden su yüzüne çıkarmıştır. Çarpıcı bir rağbet görmüş ve Fırtına ve Coşku  döneminin temel yapıtı olarak kabul edilmiş.

1772 ve 73 yılları arasında, sadece tiyatro oyunları ve kitaplarla ilgilenmemiş,  Frankfurter Gelehrte Anzeige adlı kültür ve sanat dergisinde eleştirel yazılar da yazmış. 1772’de Wetzlar’a, hukuk stajı yapmak üzere gittiğinde, arkadaşı Kesner’in nişanlısı Charlotte Buff’a aşık olmuş, bir duygu ve ahlak çatışması içinde yaşadığı bu ilişkiyi, Wetzlar’da o günlerin konusu olan bir intihar olayı ile birleştirerek ünlü romanı “Genç Werher’in Acıları”nı yazmıştır (1774). Monolog mektup tarzında kaleme alınan, aşırı melankoli içeren bu eser, kısa zamanda, Goethe’yi tüm Avrupa’da ün sahibi yapmıştır(Werther Etkisi). Eser, özellikle Avrupa’da yankı uyandırarak, gençlerin aynı yola başvurmasına ve intihara yönelmesine neden olacak kadar gerçekçi bir anlatıma sahiptir.

Wetzlar’den dönüşünün ve Weimar’a seyahatinin arasında geçen yıl (1974),  Goethe’nin en verimli dönemi olmuş. Ünlü yapıtı Genç Werther’in Acıları dışında, büyük destansı şiirler, çok sayıda kısa drama ile birlikte Clavigo ve Stella dramalarını kaleme almış. Goethe, aynı zamanda, Faust serilerini, ilk kez bu dönemde ele almış. Alman bir şair olan Klopstock’un üslubundan ve Grek şair Pindaros’un övgü üslubundan yararlanarak, tabiattaki coşkun duyguları, övgü şiirleriyle anlatmış. Belirli kalıplardan uzak kalarak, serbest vezinli ses ahengine sahip bu yeni manzumeleri, dünya edebiyatına Goethe’yi kazandırmıştır. Bunlardan en önemlisi, Prometheus.

1776 yazında, Weimar’da özel elçilik müşaviri sıfatıyla resmen göreve başlayan Goethe’yi genç dük Karl August onu yol yapımı, maden ocaklarının denetimi, müzelerin kontrolü gibi çok çeşitli işlerle görevlendirerek ona geçimini rahatça sağlayacağı bir gelir sağlamıştır. Weimar’da hem faal hayatta etkili olma fırsatı hem de iyi bir kültür çevresi bulmuş, kendini ilgi duyduğu bilimsel araştırmalara da yöneltme imkanını değerlendirmiş. Resmi faaliyetler ona birtakım mükâfatlar ve önemli bir aristokratik unvan sağlamış.

Goethe, Weimar’daki ilk on yılında dergilerde bazı şiirlerini yayımlamış. Günlük işlerinin yoğunluğundan, ciddi edebiyat çalışmalarına çok az zaman ayırabilmiş. Bu dönemin iddialı çalışmaları, “ideal insan teması” trajedisinin ilk düzyazı özeti ile birlikte Egmont, Tasso oyunları ile Wilhelm Meister adlı roman çalışmaları olmuş. Weimar yıllarının aşkı Charlotte von Stein için yazdığı aşk şiirlerinin  yanı sıra ErlkönigWanderers Nachtlied,Grenzen der Menscheit ve Das Göttliche gibi dönemin en tanınmış şiirlerini yazmış.

Goethe’nin Weimar’da geçirdiği on yılda en önemli ve en etkileyici ilişkisi, bir saray nedimesi olan bu Charlotte von Stein. Goethe’nin yaklaşık 2000 mektubu ve not kâğıdı, bu samimi, sıra dışı aşk ilişkisinin belgeleri olmuş.

1786’da bir kimlik bunalımı içerisine giren Goethe, İtalya’ya yaptığı seyahatle kurtulmaya çalışmış. Eylül 1786’da takma bir adla yola çıkmış. “İtalya seyahati” kitabında “Seyahat etmeyi bu seyahatte öğreniyorum, yaşamayı öğrenir miyim, bilmiyorum” diyor. İlerleyen sayfalarda da; “gelecektekilerin hayatta ve seyahatta bir öncüsü olduğunu” da belirtiyor.

İtalya gezisi esnasında Roma ve Grek sanatının değişik stillerini, ayrıntılı olarak araştırma fırsatını yakalamış. Rönesans ve Antik dönemin yapı ve sanat çalışmalarını öğrenmiş ve onlara hayran kalmış, özellikle Raffael ve dönemin mimarı Andrea Pallodio’ya hayranlık duymuş. Sanat arkadaşlarının yönetimi altında, çizim çalışmalarını büyük bir gururla sürdürmüş; Goethe’nin yaklaşık 850 çizimi İtalya dönemine ait olduğu da kaynaklarda belirtilir. İlk kez o anda, sadece sanatçı olarak değil, aynı zamanda yazar olarak da doğmuş olduğu sonucuna varmış kendisi.

Goethe’nin sanat, tabiat ve hayat anlayışının temel ilkeleri kutupluluk ve sonsuz değişimdir. Weimar’da ve Sicilya’daki araştırmaları ve incelemeleri onun bu ilkelere olan inancını destekler türdedir(Aytaç, 2006: 20).

Günlüğü ve uzun süre muhafaza ettiği notları sayesinde “İtalya Seyahati” adlı eserini 1816-1817 yıllarında tamamlama fırsatı bulmuş. 2 yıllık İtalya seyahati, Goethe’ye köklü bir deneyim kazandırmış ve bunu bir “yeniden doğuş” olarak nitelendirmiş. Bu deneyimin sonunda kendini yeniden bulmuş ve gelecekteki faaliyetlerini sınırlandırmak için, karakterine nelerin uygun olacağına dair karar almış. Edebiyat tarihçileri şairin Fırtına ve Coşku döneminden sıyrılarak, Klasisizme bu dönemde geçiş yaptığını tespit etmişlerdir. Daha da önemlisi, bu,  Alman edebiyat tarihinde, Klasizmin başlangıç tarihi kabul edilmiştir.

İtalya dönüşü Goethe, bir çok resmi görevden affedilmiştir. Evliliği de İtalya dönüşüne rastlar. Şehrin büyük burjuva ailelerinden 23 yaşındaki Christiane Vulpius’un kendisini çeken yanı “tabiata bağlı kişilik”  sözleriyle dile getiren yazar onu hayat arkadaşı olarak kabul etmiştir. Yemesine içmesine düşkün, neşeli, okuma yazmayla ilgisi olmayan Vulpius, Goethe’ye adeta düşünce ve kültürün zıt kutbu olarak dengeleyici, dinlendirici bir arkadaş gibi görünmüş. Ama onunla nikahlanması Aralık 1789’da oğlu August dünyaya gelmesinden çok sonraya (1806) rastlamaktadır. August’dan sonra doğmuş olan dört çocuğundan her biri sadece birkaç gün yaşayabilmiştir. Goethe, hayatında yeri olan her kadını olduğu gibi Chiristiane Vulpius’u da ölümsüzleştirecek bir eser bırakmış: Römische Elegien. Burada Romalı Faustina’yı Vulpius’un özellikleriyle donatmış. Bir başka eseri “Gönül Yakınlıkları”ndaki Charlotte karakteri de Vulpius’un tam zıttı olmak bakımından onu çağrıştıran bir figürdür. Goethe’nin ana eserlerinden biri olan “Gönül Yakınlıkları”  hem Alman klasizminin roman türündeki örneğidir hem de kalite bakımından klasiktir, yani zaman ve mekan kavramlarını aşıp her zaman ve her yerde değerini koruyan bir romandır. Eser tabiattaki kutupluluğu roman figürlerinin kişiliğinde dile getirmektedir.

1789 yılında, Goethe’nin olumsuz baktığı Fransız Devrimi, Avrupa’yı sarsmıştır. Goethe, ağır hareket edilen yeniliklerden yana olmuştur ve özellikle devrim izinde yapılan güç aşırılıklarından nefret etmiştir; diğer yandan ise, bunu eski rejimin bir kusuru olarak görmüştür.

Dükalığın 1796’da, Basel’in Prusya-Fransa barış antlaşması yapmasıyla girilen 10 yıllık barış dönemi, savaşla sarsılan Avrupa’da, Weimar Klasik’in en parlak devrinin yaşanmasına imkân sağlamış.

İtalya seyahatinden sonra Goethe, öncelikli olarak doğa bilimi ile ilgilenmiştir. 1790 yılında, “Bitkilerin Morfolojik Yapısının Açıklanması”  başlıklı denemesini yayımlamış, hayatının sonuna kadar ilgileneceği Renk Teorisi üzerine araştırmalarına başlamış. Ama, edebiyatta durgun bir döneme girmiş. Sebepleri, Goethe’nin eski arkadaş çevresinin soğukluğu ve ilgisizliği, devrimin yaratmış olduğu sarsıntı ve Goethe’nin yeni edinmiş olduğu sanat anlayışına tamamen aykırı düşen eserlerinin toplumdaki anlık başarısı olmuştur.

2. İtalya seyahati, nüktelerin ve Avrupa’nın genel durumu üzerine yazılmış olan mizahi şiirlerin bir derlemesi olan Venedig Epigram’ları’nın ortaya çıkmasını sağlamış.1792–93 yıllarında Goethe, 6 vezin ölçülü dize şeklindeki Reineke Fuchs destanını düzenlemiş. Devrimin etkileri altında, yergici, devrim karşıtı ve aynı zamanda bir o kadar da mutlakiyet karşıtı olan birçok komedya ortaya çıkmış: Büyük Cophta, Yurttaş General ve parça şeklindeki Die Aufgeregten.

İtalya dönüşü Weimar’daki eski dostları tarafından da soğuk karşılanan Goethe yeni dostlar aramak durumunda kalmış. Jena profesörleri ve tarih profesörü Schiller’le yakınlaşmaya başlar. 1794 yazında Schiller, çıkarmakta olduğu Horen isimli kültür ve sanat dergisi için, Goethe’ye işbirliği teklifinde bulunur. Teklifin kabulü ile her ikisi de, en yüksek sanat tarzı olarak Antik döneme yönelim; bir o kadar da devrim anlayışını reddetme konusunda hemfikir olurlar. Bu, tüm kişiselliği bir tarafa bırakıp, karakter ve çalışma tarzlarıyla birbirinden etkilenerek şekillenen yoğun bir işbirliğinin başlangıcı olur. 1794’de başlayıp Schiller’in ölümüne kadar 10 yıl süren bu dostluk her ikisinin de yaratıcılığını son derece olumlu bir şekilde etkiler. Her ikisi de eserlerindeki canlı teorik ve pratik kısımlardan yararlanmışlar. Bu yüzden Schiller, Goethe’nin “Wilhelm Meister’in Çıraklık Yılları adlı romanına, eleştirel bir şekilde yaklaşırken ve “Faust”un devamlılığı için cesaretlendirmiş, Goethe de, Schiller’in Wallenstein’ına etkide bulunmuş.

 Goethe’nin büyük yankı uyandıran eserlerinden biri olan Wilhelm Ustanın Çıraklık Yılları (1795-96) bir eğitim romanıdır. Alman edebiyatının özel ilgi alanı olan eğitim romanı türü, bir insanı çocukluktan başlayarak adam oluncaya kadar geçirdiği gelişim evrelerini, onu etkileyen eğitici kişileri, çevreyi ve eğitim sonunda ulaşılması öngörülen eğitim düzeyini konu alır. İlk kalıcı örneğini Chiristof Martin Wieland’ın “Geschichte des Agathon” (1766) romanıyla verdiği bu tür Goethe’nin “Wilhelm Meister”iyle klasik doruğuna ulaşmıştır. Daha sonra hemen her Alman edebiyat akımında o akımın özellikleriyle yaratılmış eğitim romanlarıyla karşılaşıldığı edebiyatçılarca vurgulanır (Aytaç, 2006: 28).

Goethe bu dönemde, bilinen eserlerinin yanında, “Alman Göçmenlerin Sohbetleri adlı eserini ve dönemin güncel olaylarını, Fransız Devrimini eleştirdiği Hermann ve Dorothea adlı epik şiiri yazmıştır. Bu eseriyle Goethe, ‘klasik’ okur başarısını elde etmiştir. Bununla birlikte, “Hazine Avcısı ve “Büyücü Çığlığı” adlı en tanınmış baladlarını bu dönemde kaleme almış.

1805 yılında Schiller’in ölümünü büyük bir kayıp olarak nitelendiren ve etkilenen Goethe, farklı hastalıklarla da sarsılmış. Bu bir an hayatın sonuna gelmiş olma duygusu ve bunalımı yaratmışsa da hayat mimarlığının gücüyle kendini kurtarıp yeniden canlılığını kazanmayı bilmiş. Yol arkadaşının kaybının yanı sıra, onun hayatında iz bırakan bir diğer dönüm noktası da Napoleon Bonaparte ile baş gösteren savaş olmuş.

Goethe “Ruhige Buildung” dediği tabii akışı içinde gelişim ve kültüre önem veriyordu. Savaşlar, ihtilaller ona göre bunu engelleyici, geciktirici şeylerdi ve bu yüzden onlara karşıydı. Ama Fransız işgaline rağmen Fransızlardan nefret etmiyordu. Goethe, şair Johan Peter Eckermann’a milli kinin (Nationalhass) en alt kültür basamağına özgü olduğunu, ama bir başka kültür basamağında bu duygunun silinip yok olduğunu söyler(Aytaç,2006:27-28).

Vulpius’la evliliği gibi Fransızlara karşı yeterince kesin milliyetçi savaşkan bir tavır takınmayışı da Weimer’da Goethe’ye karşı soğuk bir tutum yaratmış; yalnızlaşan Goethe, mineraloji ve botanik çalışmalarına, hayvanların evrimi ve metamorfoz, sonra renk öğretisi üzerinde çalışmalara ağırlık vermiş: Araştırılabilenin, bilinebilenin sınırına dayandığı zaman çaresizlik değil, tanrısallığın karşısında huşu duymak, onun araştırıcı ve sanatçı kişiliğinin bir belirtisi olmuştur.

Christiane ile olan sağlam evliliği, 1807 yılında, Jena’daki kitap satıcısı Fromman’ın bakıcısının 18 yaşındaki kızı Minna Herzlieb’e karşı ilgisinin artmasına engel olamamış. Son romanı ‘Gönül Yakınlıkları’, bu dönemin iç deneyimlerinin izlerini taşır.

Goethe 1806 yılından itibaren, eserlerinin yeni bir derlemesini hazırlamış.Faust’un ilk cildini’ de sonunda tamamlamayı başarmış. 1809’da bir otobiyografi ele almaya başlamış. Bir yıl sonra ise, uzun süredir üzerinde çalıştığı “Renk Teorisi” adlı eserini yayımlamış. Yurtdışının ve tüm çağların edebiyat araştırmasını yapmış. Sanatın en yüksek düzeyinde usta sanatçılar arasında bir yakınlaşma keşfeden Goethe, “weltliteratur” (dünya edebiyatı) kavramına ulaşır. Goethe “Dünya Edebiyatı” kavramının isim babasıdır. O edebiyatın dünya barışına katkısı olacağına inanmaktadır. Dünya edebiyatından umduğu bir başka yarar da sanat düzeyinin yükseltilmesidir. Bu yüzden yaşı ilerledikçe Alman edebiyatından çok dünya edebiyatıyla ilgilenmiş. Bunu bir misyon olarak gören Goethe, bu işte Almanya’nın önemli bir rol oynayacağı inancındadır ve edebiyatın ulusal unsurlar içinde, yabancı edebiyatlardan soyutlanarak yaşamasının mümkün olmadığını da düşünmektedir. Karşılıklı etkilemeler ona göre elzemdir. Kısaca “dünya edebiyatı” ve “karşılaştırmalı edebiyat bilimi”nin köklerini Goethe’de buluyoruz (Aytaç, 2006: 33-35).

Halk, Fransız egemenliğine karşı başkaldırırken, Goethe, zihnen Yakın Doğu’ya yönelmiştir: Arapça ve İran dili öğrenimine başlamış, Kuran’ı hatmetmiş ve İranlı şair Hafiz’i okuma fırsatı bulmuştur.

65 yaşındaki Goethe’nin bir diğer aşkı Marianna onun edebiyat ortağı ve tanrıçası olmuş. ‘Doğu-Batı Divanı’ (1819) adlı eserini tamamlayana kadar, ‘Gül ve Bülbül, Aşk ve Şarap’ adlı şiirlerin dizeleri ortaya çıkmış. Eser, Goethe’nin hayat bilgeliğini, Doğu Batı dinleri, tabiat, insanlık gibi konulardaki görüşlerini dile getirir.

Eşi Christiane Vulpius’u 1816’da yitiren Goethe,1817’de, saray tiyatrosu yöneticiliğinden istifa eder ve bir “Lebenswerk” yani ömür boyu yazılan eser niteliğindeki Faust çalışmalarına bu dönemde hız verir. Bu yıllarda, “Bitki Bilimi Öğreniminin Tarihçesi” adlı eser de ortaya çıkmıştır. Bunu, Morfoloji, Jeoloji ve Mineroloji alanlarına ilişkin fikirler başta olmak üzere, “Genel olarak Doğa Bilimlerine Dair” başlıklı eserinin serilerindeki fikirler takip etmiştir. Goethe, insanı da içerisine dâhil eden tüm ilişkisi kapsamında doğayı tanımaya gayret göstermiştir.

1821’de ise bunu küçük çaptaki romanlarının bir derlemesi olan ‘Wilhelm Meister’in Seyahat Yılları’ başlıklı eseri takip etmiştir.

1823’da, kalp zarı iltihabı hastalığına yakalanmış. İstirahatinden sonra ise kendini manevi anlamda eskisinden daha canlı hisseden Goethe, Karlsbad’da annesiyle beraber tanımış olduğu 19 yaşındaki Ulrike von Levetzow’a evlenme teklifinde bulunmuş. Yaşadığı hüsranı, eve dönüş yolculuğunda ruhundan kopan ‘Marienbad Ağıdı’ adlı eseri ile kâğıda dökmüş. Daha sonra iç dünyasında ve çevresinde daima sessizliği ve sakinliği tercih etmiş. ‘Faust’ eserinin ikinci bölümünü tekrar ele almış. Kendisi hemen hemen hiç yazmamış, fakat yazdırmış. Böylelikle Goethe, yalnızca geniş kapsamlı bir mektuplaşma ile kalmamış, aynı zamanda bilgisini ve yaşam tarzını, geçmişe dayanan bu görüşmelerde, sadakatli genç şair Johann Peter Eckermann’a emanet etmiştir.

1828’da, Goethe ‘Faust’ eserinin 2.bölümünü tamamlamış. Faust, onun için, yıllar boyu en önemli şeyi oluşturan, biçimsel olarak bir sahne eseri, fakat hemen hemen hiç sahnede sergilenmemiş, birçok şiiri gibi büyük anlama sahip olan bir eser. Yazımı 60 yıl süren bu eser, Goethe’nin geçirdiği farklı edebiyat akımlarının izlerini taşır. 1. bölüm Fırtına ve Coşku çizgileriyle donatılmış, 2. bölüm ise Klasizm ve realizm unsurlarını içerir. Araştırma ve öğrenme tutkusu içinde sürekli çabalayan insanın temsilcisi olan Faust, bir Ortaçağ bilgini olarak çağının her bilim dalını denemiş, ama ulaşmak istediği hakikati, yani evrenin sırrını çözememiştir. Faust iyi niyetle çabalayan, sürekli arayan, aktif insandır. Aktif insan Goethe’nin sanat ve düşünce dünyasında çok önemli bir yer tutar. Tabiat anlayışının da temeli gelişimdir ve bu da sürekli çalışma, çabalamayla iç içedir. Onun ölümsüzlük kavramı da çabalamak, çalışmak kavramıyla ilişkilidir, adeta bir sonucudur(Aytaç, 2006:31).

Sanat uzun, ömür ise kısadır” (Faust: 26) diyen Goethe 22 Mart 1832’de hayata veda etmiştir. Son sözlerinin “daha fazla ışık” olduğu rivayet edilmektedir. 26 Mart’ta Weimar Mezarlığı’nda Schiller’in yanında toprağa verilmiş.

Goethe’nin kendisinden sonra gelen Alman şair ve yazarlara etkisinin sürdüğü söylenebilir. Sadece edebiyat değil felsefe ve müzik alanında da Alman kültüründe ve evrensel anlamda etkisi sürmektedir. Elias Canetti, Herman Hesse, Thomas Mann, Nietzsche, Tolstoy, Stefan Zweig, Adnan Adıvar, Adalet Ağaoğlu, Yıldız Ecevit, Peyami Safa, Bayram Yılmaz ve Hasan Ali Yücel de Goethe hakkında kitaplar yazan ünlülerdir.

Nietzsche tüm hayatı boyunca Goethe’ye saygı duymuş ve Goethe’yi “sadece iyi ve büyük bir insan değil bir kültürdü. Alman tarihinde ardılı olmayan bir olaydı” diye tanımlıyor (Doğumunun 250.Yılında Goethe, haz. Gürsel Aytaç, yazı: M. Osman Toklu:161).

Thomas Mann de Goethe’ye karşı yoğun sempati duymuştur. Sadece yazar kimliğine değil, aynı zamanda tüm alışkanlıkları ve karakter özelliklerine hayran kalmış ve Goethe hakkında makale ve denemeler yazmıştır. Lotte in Weimar isimli romanında Goethe’yi yaşatmıştır ve Doktor Faustus adlı romanla Faust serilerini yeniden ele almıştır.

Herman Hesse “Goethe’ye Teşekkür” başlıklı yazısında, “bütün Alman yazarları arasında kendisine en çok borçlu olduğunun, onu en çok meşgul edenin, sıkıntıya sokanın, isteklendirenin, kendisini izlemeye ya da karşı koymaya zorlayanın Goethe olduğunu” belirtmiş ve Goethe’nin bilgeliğini de geniş bir biçimde betimlemiştir (Doğumunun 250.yılında Goethe: 169).

Kafka, Goethe’yi “hayat üzerine söylenebilecek olan her şeyi söyleyen biri” olarak tanımlamaktadır.

Kaynakça:

1- Genç Werther’in Acıları, çev. Melih Küçük, Antik Dünya Klasikleri, 2009.

Çev. Yüksel Pazarkay, Cumhuriyet Dünya Klasikleri 52, 1999.

2-Goethe, Faust, çev. Sevil İnan Sönmez, Akvaryum Dünya Klasikleri, 2013.

3-Goethe, Gönül Yakınlıkları, Antik Dünya Klasikleri Lacivert Yayıncılık,2009.

4-Goethe, İtalya Seyahati, İletişim Yayınları, 2014.

5-Goethe Der ki, çev. ve der. Gürsel Aytaç, 2011.

6- Goethe, Yarat Ey Sanatçı: Şiirler, Roma Ağıtları, Akhilleus, çev. Ahmet Cemal, 2006.

7- Goethe: Seçilmiş Şiirler, haz. Cansever Eyüboğlu, S’İMGE Akdeniz Kitapevi.

8-Goethe İle Konuşmalar, J.Peter Eckermann, çev. Mahmure Kahraman, İş Bankası Kültür Yay., 2007.

9-Fikir Mimarları5: Goethe, çeviri. Ve haz. Gürsel Aytaç, Say Yayınları, 2006.

10-Doğumunun 250. Yılında Goethe, haz. Gürsel Aytaç, TC. Kültür Bakanlığı, 1999.

Sultan Sarı – edebiyathaber.net (12 Ocak 2018)

Yorum yapın