Gitmek, kendi zamanında yaşamaktır | Feridun Andaç

Ocak 2, 2018

Gitmek, kendi zamanında yaşamaktır | Feridun Andaç

Gittiğimi söylersem, anla ki dönüyorum.

İnsanın kendinden gitmesi zor olduğuna göre; hep kendi zamanındadır, orada yaşamak ister.

Evet, arada bir kopuşlarımız olur.

Birine gitmek arzusu ruh eşinizi bulmak, tümleşme isteğinden gelen bir duygu. Birlikte kendi zamanınızı var etmek, hayatı bütün yanlarıyla karşılayıp solumak…

Bazen bunu “idealize” edenlerin hayal kırıklıklarına tanık oldukça, yanlışlığın “gitmek”te değil, deneyimlenmemiş bir yaşantının nasıl oldurulacağını bilememek, bunun keşfine kendini verememekten kaynaklandığını düşünürüm.

Zaman zaman edebiyatın ne işe yaradığı sorusuyla karşılaştığımda ilk aklıma gelen yanıt şudur: Edebiyatın, insanı, insan ilişkilerine dönük duygu/düşünce eğitiminden geçirme gibi bir işlevi vardır.

Evet, edebiyatın, özellikle de romanın, öykünün, şiirin böylesi bir yanı var.

Yazarın/şairin, dahası romancının ruh mühendisliği de burada yatar işte. Gösterirken uyarır, uyarırken eğitir. Güzel duyusal bilgiyi, deneyimi de insana aktarır.

Böylesine deneyimlenmemiş bir hayat yavandır, sığdır.

Böylesi bir bakışı, donanımı edinebilmek için gitmek gerekir. Öyle ki, bu gidiş de tıpkı sizin kendinizden gitmeniz gibi, dönüştür aslında. Gördükleriniz, yaşadıklarınız, aldıklarınızla kendinize dönüyorsunuzdur. Böylesi dönüşleri olmadan yaşamak sıkıcı, böylesi karşılaşmalara gitmeden dönmek de. Görmemek, hissetmemek, yaşamamakla eştir.

Milan Kundera, Bilmemek’te bir gidişi anlatır. Romanın kahramanı Irena ülkesine gitmek, görmek ister geride bıraktıklarını.  “Benim hayatım burada” dediği yer geldiği sürgün yeridir. Yeni aidiyetini burada bulmaktadır. Sürgün yurduna giderek aslında kendine dönmek istemektedir. İki arada kalmışlığın getirdiği bilmemek duygusu ağır bassa da yüzleşecekleri onu kendine döndürür, kendinden bir türlü (nasıl) gidemediğini de gösterir. Her şeye uzaklaşmış, her şeye yabancılaşmıştır.  Giden kendisi de artık o kişi değildir, yeni bambaşka biridir. Ama gitmek, ülkesine dönüp yaşananları/geride bıraktıklarını yıllar sonra görmek onda derin bir hüzün, keder yaratır. Onca zamandır yaşadığı sığınmacılık sanrısı bu kez başka bir boyutta karşısına çıkmıştır. “Kaybolan Bohemyasının eksikliğini” düşlerinde gidermeye çalıştığı zamanları unutmamıştır bu dönüşte.

Aslında her dönüş gidememeyi de anlatır biraz. Bu da, insanın biçimlendiği yere/mekâna ait bir duygudur. Eğer kopuşu yaşamışsanız, dönemezsiniz. Dönseniz de bir süreliğinedir o. Çünkü hiçbir şey eskisi gibi değildir. Yabancısısınızdır artık oraların. Kayıp ülkenizin, çocukluk cennetinizin uzağına düşmüşsünüzdür bir kez. Her gidişte ancak kendinize dönebilirsiniz, belleğinizin o sırlı dokusundaki izlere, benliğinizin renginde yaşattıklarınıza. Bunlar artık bir tür sesi, rengi olmuştur varlığınızın. Bu kopuş/gidiş deneyimi sizi başka bir arayışın kapılarına yöneltir. Yeni bir yurt arayışı. İnsanın içindekine eş arayışı, yani “yurdum” veya “evim” diyebildiği birine yönelişi de işte burada anlamlıdır.

Evet, bu gitmek değildir, yöneliştir. Çünkü insan ne olursa olsun kendinden gidemiyor. Hangi sürgünlüğü yaşarsanız yaşayın, hangi göçmenliğin kapılarını çalarsanız çalın orada kendinizle yüzleşirsiniz. İçinizdeki kendinize daha çok sahip çıkmak istersiniz yeryüzünün utançlarına bulanmamak için.

Faslı yazar Tahar Ben Jelloun da Gitmek ve Ülkemde romanlarında aslında insanın bu sorunsalını anlatır. Giden, kopan, kendini yurtsuzlaştıran insanın iç dramını. Ve başına gelenlerin öyküsü aslında kendinden gidememenin de öyküsüdür.

Edebiyatın yol göstericiliği, uyarıcılığı da biraz buradadır işte. Yazar tanıklığının bir parçasıyla bunu daha da iyi anlatır bize. Mundera da, Jelloun da bu soy yazarlardan.

Dilerim yeni zamanınıza bu iki yazarla kapı aralar, kendi gitmelerinize dönüp bakarsınız sevgili okurum.

Feridun Andaç – edebiyathaber.net (2 Ocak 2018)

Yorum yapın