Geçip gidiyoruz bu zamandan | Feridun Andaç

Mart 7, 2017

Geçip gidiyoruz bu zamandan | Feridun Andaç

feridun-andacAragon’un Paris Köylüsü’nü okuyordu genç kadın. Fotoğraf makinesini okşayıp duruyordu bir eliyle de. Beyoğlu’nun sokaklarını gezinip gelmiş hali vardı.

Merak etmiştin, daha raflarda yerini yeni almış bir kitaba onu götüren duyguyu. Kaldı ki, Fransız gerçeküstücülerinin öncü metnini şunca yıl sonra Türkçede görmek yeterince sevindiriciydi.

Gene de gezgin bir fotoğrafçının okuma odağına girmesi dikkate değerdi.

Tam da masanızı terk edeceğiniz ânda sormuştun:

“Okumaya yeni mi başladınız?”

“Şimdi aldım kitapçıdan…”

Bu yetmişti sana.

Edebiyat tutkunu birisiyle karşılaşmaya göreyim, akan sular durur. Kırk yıllık dostmuşçasına bakarım, gözlerim, böyle de ansızın konuşurum işte!

Yanımdaki dostum biraz sakınımlıydı. Aldığım sevecen yanıtla kısaca sözün ucunu açmamız ise onu biraz duraklatsa da; beni anlayan haliyle çıkıp yolumuza devam etmiştik Aragon’dan söz ederek.

Paris’ten, birçok kitapla birlikte, kalınca bir Aragon albümüyle dönüşümü hatırlamıştım.

Elsa ile yaşadığı evi gezdiğinde karşına çıkan her nesne/obje, yazı/fotoğraf/kitap Aragon ile Elsa aşkının aşkınlık hallerinden izler taşıyordu sanki!

Hatırlamıştım şu dizeleri daha kapısının eşiğinde:

“Ne derinmiş içmeye eğildiğim gözlerin

Gördüm ki güneşlerin yansır oraya tümü

Her umutsuz onlara dalıp bulur ölümü

Ben kendimi yitirdim te dibinde o yerin” (Çev.: Sait Maden)

Şimdi o yerin uzağında, hatırlanan bir zamandan geçerken, “yeni insan”ın içteki yolculuğunu, mekânsal duruşunu değiştirebileceğinin izlerini buluyorum Aragon’un bu kitabında.

Anlatıcının “yeni” karşısındaki aşkınlık hali ister istemez ona zaman/mekân konusunda da yeni bir bakış kazandırır. Bir yerde duramaz, gitmeyi seçer sürekli. Bir yerlere, içte ve dışta yaşayacağı zamanların aynası olabilecek mekânlara döner yüzünü. Çünkü, yeni bir bakış gerekir aşkı anlama/kavramak için. Tutku yetmez, hele hele kör tutku yönsüzleştirir insanı.

paris-koylusuAragon’un elinden tutan, duygu tınısını yücelten Elsa, bir yurttur aslında ona.

Zaman zaman hatırlayan bellek, ışıyan bakış, tutunulan dil; bazen de “ikimiz kolumuzun sonsuzunda yaşardık” denilen duygululuk halidir.

Bilir ki Aragon, aşk devrim yapmaktır; deri değiştirmektir. İnsan, değişime/değiştirmeye önce kendinden başlamalıdır.

Bir kent gezgini olan gerçeküstücüler kendilerine yeni bir zihinsel mekân yaratma yolunu da seçerler böylece.

Okuyunca Aragon’u, zamansız olduğumuz kadar mekânsız sevmelerin de kör tutkularında yaşadığımızı hatırlarız ister istemez.

Oysa, duyguda süreklilik için bunlar koşulsuzca var olmalıdır iki insan arasında. İğretiliklerimiz, bırakmalarımız, umursamazlıklarımız biraz da bundan. Kopup gitmelerimiz… İçkörlüklerimiz…

Aşk kesinliktir, bir nedendir. Eğer bir yere, zamana bağlanarak varlığının farkına varırsanız bunu hayatınızda kör bir tutku olmaktan çıkarırsınız.

Aragon, şunu hatırlatır hep: Aşk bir zamanla birlikte bir mekân ister sizden. Eğer kendi zamanını yaratamıyorsa bu duygululuk haline “aşk” demek zordur. Hele hele mekân duygusunda kendi varlığını bir yere taşıyamıyor, oraya duyguda/düşünce de bezeyemiyorsa aşk değildir bu.

Hercailik biraz da budur. Geçici gönül oyunları…

Oysa, aşkın semti vardır; yeri yurdu, zamanı vardır. Buralardan geçmeden bir başkent de kuramazsınız ona.

Öyleyse, derim ki; ilkten Aragon’un Elsa’ya Şiirler’ini okumaya verin kendinizi. Sonra da Paris Köylüsü’ne geçin. Önce kendiniz için okuyun. Sonra aşkınız. Eğer aşksızsanız, yavanlığınıza küsmek yerine Aragon’la yol almaya devam edin derim sevgili okurum.

Aşksız insan sessiz soluksuzdur, renksiz kokusuz. Ve o ıssızlıkta çeker gider yaşanan zamandan yaşamayan biri olarak.

Aragon’u yaşamda tutan, ona  o iki akkor gözle hayata ve sanata bakmasını öğreten Elsa değil miydi? Şu dizelerin boşuna yazılmadığı bilinir elbette:

“Sana büyük bir sır söyleyeceğim Zaman sensin”

Ve alıp gider kendini o söz ırmağında. Der ki:

“Sana büyük bir sır söyleyeceğim Bilmem ben

Sana benzeyen zamandan söz açmayı

Bilmem senden söz açmayı bilir görünürüm

Tıpkı uzun bir süre garda

El sallayanlar gibi gittikten  sonra trenler

Bilekleri sönerken yeni ağırlığından gözyaşlarının

fa desen 1 Sana büyük bir sır söyleyeceğim Korkuyorum senden

Korkuyorum yanın sıra gidenden pencerelere doğru akşamüzeri

El kol oynatışından söylenmeyen sözlerden

Korkuyorum hızlı ve yavaş zamandan korkuyorum senden

Sana büyük bir sır söyleyeceğim Kapat kapıları

Ölmek daha kolaydır sevmekten

Bundandır işte benim yaşamaya katlanmam

Sevgilim” (Çev.: Sait Maden)

Ve kapanırken  o “aşk zamanı”na, bütün benliğiyle çıkar karşısına Elsa’nın gözleri:

“Bu radyumu uranyum taşından elde ettim

Yaktım elimi onun yasak alevinde ben

Sen ey cennetim benim yüz kez bulunup yiten

Gözlerin Peru’m benim Hint’teki altın kentim” (Çev.: Hüseyin Demirhan)

Aragon, işte o kapalı zamanlardan geçip kentin açık mekânlarına çıkar aşk için. Paris Köylüsü’nde bir aşk magmasını yakalar. Zamanın kırılgan yanlarıyla yürür buna doğru. “Açıklanamaz olan”ı açıklar, yaşanmayan zamanın dilini kurar orada. Sizi kendi zamanınıza döndürür üstelik.

1928’de Elsa ile tanıştığında, bu kitabını yazmıştır. Elsa’nın mecnunu olan Aragon, Elsa’nın Gözleri’ni (“Les Yeux d’Elsa”) bir aşk bakışı olarak kurar. Zamanın ruhu, insanın insana olan umudu vardır orada. Bağlanmanın ve adanışın şiiri olarak da adlandırabiliriz bunu.

Paris Köylüsü’nü yazan şairin kurulmuş düştense yaşanan düşün ardına düştüğünü de görmek mümkün burada.

Düzendeki düzensizliğe bakarken saflığın ve masumiyetin giderek yitimindeki mutlaklığı sorgular. Anlatısını bir kült kitap yapan da hem düşüncenin akkorlaşması hem de duygunun saflaştırılarak anlatılmasıdır diyebiliriz.

Aşk bir vazgeçmeme, yürüme, yeniden doğuş halidir. Buna birçok yanıyla da bakar. Şunun da altını çizer üstelik:

“Aşkın idealizmin başarısızlığını ortaya koymuş olsam da, zihnin işleyişinin zorunlu bir evresi olarak, insanoğlunun düşlediği bu en yüce girişimi selamlarım. Somut olana doğru ilerleyişinde, bir sistemi geçici olarak onaylamış olmasını dert edinmesin kendine. Sisifos için durup dinlenmek yoktur fakat onun taşı tekrar aşağı yuvarlanmayacak, tırmanacaktır, tırmanmaktan da asla vazgeçmemelidir.”

Geçip gittiğimiz zamanla, içinde yaşadığımız bunu bize daha iyi anlatmaktadır.

Paris Köylüsü, biraz da, bu iç-dış ve sürüklenen zamanın bilgece kurulmuş öyküsüdür.

İşte “aşk düşüncesi” de kitabın tam orta yerinde durmaktadır. Siz de onun ne olduğunu hem okuyup hem de yaşayıp bulacaksınız eminim!

Feridun Andaç – edebiyathaber.net (7 Mart 2017)

Yorum yapın