Fransız Devrimi gereksiz miydi? | Yaşar Öztürk

Mart 11, 2016

Fransız Devrimi gereksiz miydi? | Yaşar Öztürk

FransızDevrimiTarihi_2016_1b_ÖnkpkPek çok kitaba emek veren Eric Hazan yazarlık, yayıncılık yaparken dünyayı derinden etkileyen ve etkileri süren Fransız Devrimi konusuna bir açıklık getirmek istedi. Üzerine kütüphaneler dolusu kitaplar, okumaya bir ömrün sığmayacağı çalışmalar yapılan Fransız Devrimi’ni farklı bir pencereden anlatmak gerekiyordu.

Hazan on dört bölümde, akışı kesilmeden kronolojik sıra içinde Fransız Devrimi’nin hikâyesini yazmayı başardı. Bir yanda meclis öte yanda halk olmak üzere iki büyük devrim sahnesini tek karede, tek perdede sunarak, devrimi bir Paris olgusu haline getirmekten kaçınarak, ünlü dönemler ve ünlü simalar üzerinde yoğunlaşmadan, kıyıda köşede gözden ırak kalan ama hikâyenin tadı, tuzu, biberi olan konuları aktarıyor. Hikâyedeki esas oğlanları, kahramanları tahta çıkaran figüranları ve koşulları görmemizi sağlıyor.

Tarih yazıcılığı tartışmalarını bu çalışma için uygun bulmadığını, yazarken zaman kaybetmekten kaçındığını ve tarafsız olmadığını baştan söyleyen Hazan, 20. yüzyıla, Ekim Devrimi’ne ve çeşitli “totalitarizm”lere dair tüm referanslardan kaçınmış. Ona göre Fransız Devrimi kesinlikle hiçbir şeyin ana yapısı değildir ve okurlar da bir şeyler gözlerine sokulmadan kıyaslama yapabilecek yaştadır…

Bu kitapta çok sayıda alıntı olduğu görülecektir. Bunun iki sebebi var. İlki kaynağına gidildiğinde en ünlü hatiplerin onlara normalde atfedilenden kimi zaman farklı bir şey söylediklerinin fark edilmesidir. İkicisi ise Devrim sırasında dilin muhteşem güzellikle ironi ve coşkunluk, sertlik ve gözyaşı arasında zirveye ulaşmasıdır.

Fransız Devrimi’ne farklı bir yaklaşım gösteren Hazan önemli bir soruyu soruyor: “Gereksiz bir devrim miydi?” “Amerikan tarzı sakin ve demokratik bir evrim de, tüm bu gürültü patırtı, öfke giyotin olmadan yine aynı sonuca götürecekti” sözleri tüm yakıcılığıyla bugün de kulakları çınlatıp duruyor dünyanın dört bir yanında. Sovyetler ve Doğu Avrupa’ya düzen verenler, Yapay Arap Baharı’nı, Büyük Orta Doğu Projesi’ni oluştururken Güneydoğu’da çatışmalar sürerken, neden kansız, yıkımsız bir yolu tercih etmediler? sorusu uyanıyor zihinlerde.

Fransa’nın o yıllardaki görünümünü her açıdan gözler önüne seren Hazan özellikle sınıflar, meclis, kral ve çevresi abartmadan ya da küçümsemeden anlatıyor. Ardından İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi’nin yazılışı hikayesi de ilginç. Hazan, pek çok tarihçinin Burjuva Devrimi adını verdiği bu süreci mercek altına aldığında şunu fark ediyor: “Devrim sırasında burjuva, burjuvazi kelimelerine konuşmalarda, tartışmalarda, gazetelerde çok nadiren rastlanmaktadır. Bu kelimeleri Robespierre’in, Brissot’nun, Loustalot’nun, Marat’ın, Hebért’in ifadelerinde aradım; zenginleri tekelcileri, aristokratları, entrikacıları, muhtekirleri, hilekârları, yıllıkçıları buldum ama karşıma çok az burjuva çıktı.

Kitabın en can alıcı yerlerinden biri Terör dönemi. “Terör” kavramını farklı bir açıdan kitabına taşıyor Hazan: “Yalnızca yendikleri şeyi menfur hale getirmek için “Terör”ü Thermidorcuların yarattığı varsayımını ortaya atacağım… Terör çoğu zaman başı ve sonu günü gününe ayarlanmış kompakt bir tarih bütünü olarak sunulur. Başlangıç 5 Eylül 1793 olarak verilir. Bu tarih Jakobenlerin isimsiz heyet sözcüsünün milletvekillerine “terörü gündeme yerleştirme”lerini telkin ettiği Konvansiyon oturumunun tarihidir. Oysa o ünlü cümleyi takip eden herhangi bir şey olmamıştır. Hiçbir yasa hiçbir hüküm bunu somutlaştırmamıştır. Terör kavramı yalnızca bir zamanı değil mekanı göz alınca da son derece belirsizdir. Tarihçiler tüm Fransa’nın terör içinde yaşadığını düşünen Balzac, Dickens gibi romancıların izinden gitmiştir adeta. Oysa “federalist isyan”ın uzağındaki eyaletlerde “Terör”e benzer herhangi bir şey yaşanmamıştır… Paris ise insanları aç değilse oldukça eğlencelidir; tiyatrolar sürekli doludur, sanatçılardan ve halk temsilcilerinden oluşan bir “sanat jürisi” yönetiminde yeni binalar ve yollar yapılmaktadır… Daha tartışmalı olan, “Terör”ün bir hükümet teorisi, kasti bir şekilde seçilip ilan edilmiş bir şey olarak görülmesidir. Ünlü 5 Eylül 1793 oturumunda Drouet meslektaşı milletvekillerinden açıklama talep etmiştir: “Size her yerde hain, haydut, katil diye hitap edilmiyor mu? Madem erdemimiz , idealimiz, felsefi düşüncelerimiz hiç bir işimize yaramadı, o halde halka hizmet etmek için varalım haydut olalım.” Ona cevap veren Thuriot çok alkış toplamıştır: “Fransa’nın kana bulanması fikri bizden çok uzaktır; bu ülke ancak adalete bulanabilir.

Hazan: “Acıların, toprağın gücü, cumhuriyetin veya demokrasinin temelinin, eşitlik ve toplumun amacının genel mutluluk olduğu anlaşılan bu dönemin ilhamını ve hatırasını canlı tutalım” çağrısı yapıyor.

“Herkesi öne çıkarıp kendilerini perdenin arkasında tutan; elde ettiği güçten tatmin olmayan, hüküm sürmek isteyen bu hırslı adamlar”ın hikâyesi soluk soluğa okunuyor. 

Yaşar Öztürk – edebiyathaber.net (11 Mart 2016)

Yorum yapın