Fanzin: Belki de bir yanlışlık olmuştur | Hilal Tüzün

Ocak 8, 1980

Fanzin: Belki de bir yanlışlık olmuştur | Hilal Tüzün

18_eden_eve thought about what god said for awhile 45Yaz ortasıydı. Boğucu, bunaltıcı, insanı çıldırtacak bir hava hâkimdi. Nereden geldiği belli olmayan hafif bir esinti açık pencereden içeri süzülüp tülü kıpırdattı. Tedirgin yatan Gülseren, uykusundan uyandı. Parmaklarını ağzına götürdü. Sokak lambasının ışığıyla aydınlanan odaya güçlü bir horlama sesi yayılıyordu. Bir de kemirmeye başladığı tırnaklarının sessiz çığlığı. Elini ağzından çekip usulca kalktı. Vakit gelmişti. Ses çıkarmamaya özen göstererek yatağın diğer tarafına yürüdü. Horlayan adamın yüzüne doğru iyice eğildi. İçinden aralık duran etli dudaklarını öpmek geldi ama vazgeçti. Şimdi rüyasında kim bilir kimi görüyordu. İnşallah Allah belasını verirdi. Şöyle suratının ortasına tükürebilseydi ya da bir çaydanlık kaynar suyu münasip yerine boşaltabilse…

Adamın derin uyuduğuna kanaat getirince komodinin üzerindeki cep telefonunu aldı. Salona gitti, ışığı açmadı, yere oturdu. Telefonun rehberini başından itibaren incelemeye başladı. Zaten neredeyse ezberlemişti. Aylardır her gece kontrol ediyordu. Hiçbir değişikliğe rastlamadı. Ta ki S harfine gelinceye dek… Süheyl Bey ismi dikkatini çekti. Daha önce orada yoktu. Ayrıca kocasından da bu isimde birisini tanıdığına dair hiçbir şey duymamıştı. Oysa son günlerde sürekli ağzını arıyordu. Bu Süheyl bal gibi de Süheyla’nın kısaltılmışı olabilirdi. Bak hele! Bir de ismin sonuna Bey kondurarak güya gizlemişti. Gözlerini kıstı, kafasını sallayarak, “Geri zekâlı,” diye fısıldadı.

Arkadaşı Kadriye zamanında onu uyarmıştı. “Güzelim. Bu erkek milletine hiç güven olmaz. Hele de seninki gibi andropoz döneminde zengin olduysa… Şu işaretlere dikkat et; Eve geç geliyorsa, yemek yemiyorsa, suratına boş boş bakıyorsa, gizli gizli telefonla konuşuyorsa, sen yanına gelince de yüksek sesle, ‘bunu yarın işyerinde konuşuruz,’ filan diyorsa. Bir de yasak savar gibi fan fin fon yapıyorsa, en önemlisi de hiç yapmıyorsa…”

Tükürüklerini saça saça makineli tüfek gibi konuşan Kadriye tam bu noktada susup Gülseren’in gözlerine dikkatlice bakmış;  Bir tepki göremeyince de “Anladın sen onu değil mi?” diye eklemişti. Gülseren’in nutku tutulmuştu çünkü o anda kocasının kendisini aldattığına kanaat getirmişti. Oysa yıllardır süregelen bu durumu Şükrü’nün şeker hastalığına ve kolesterolüne bağlıyordu. O bunları düşünürken Kadriye ara vermeden eğitime devam ediyordu;

“Şimdi ne yapacaksın onu söyleyeyim. Anladığını çaktırmayacaksın, kendi çapında araştırmaya devam edeceksin. Baktın gördün ki ateş bacayı sarmış, o zaman konuyu açacaksın. Ancak masaya yatırıp sulandırmayacaksın, direkman son darbeyi vuracaksın. Terk edeceksin. Elindeki tek koz bu. Öyle insan gibi konuşmaya çalışırsan, giderim giderim diye tehdit edip de gitmezsen ayvayı yersin bacım, haberin olsun.”

İçi titredi Gülseren’in, o görmek istemese de her şey gün gibi ortaydı. Son zamanlardaki tuhaf davranışlarının sebebi onu aldatmasıydı işte. Yemeden içmeden kesilmişti adam. Geçen gün, en sevdiği yemeğin, kuru fasulye ve domatesli pilavın tadına bile bakmamış,  “Hiç aç değilim,” demişti. Bir yıldır ağzına sürmediği sigaraya da yeniden başlamıştı. Üstelik gözlerini daldırıp dumanı uzaklara üflemesi de cabası. O kadını özlüyor, hasretine dayanamıyor, bu ilişkiyi Gülseren’e nasıl açıklayacağım diye kara kara düşünüyordu besbelli.

Ne vardı şirketi bu kadar büyütecek. Acaba o Süheyla denen kadın Şükrü’nün evli olduğunu biliyor muydu? Ya kısır olduğunu? Bunca sene kahrını çekmişti Gülseren. Birlikte yaşadıkları kaynanasının kaprisleri, iş sıkıntısı, parasızlık, çocuksuzluk hepsini sabırla göğüslemiş kocasının yanında olmuştu. Süheyla ise kaynanası ölüp adam zengin olduğunda ortaya çıkmıştı. Kocası da buldumcuk olduğundan ona kucak açmıştı. Para insanı gerçekten de sapıttırıyordu işte.

Bu sırada Şükrü, uyandı. Bunca sıkıntısı varken nasıl uyuyabildiğine şaştı. Yan tarafa döndü. Karısı yoktu. “Menopoz onu çok değiştirdi. Bir de üstüne bu durumdan bahsedersem iyice yıkılacak zavallıcık,” diye düşündü. Kalkıp bir sigara yakmak istedi. Gülseren bir sürü soru sorardı, vazgeçti. Yatakta birkaç kez daha döndü. Gözlerini kapadı. Pek de inançlı biri sayılmazdı ama kendini o kadar çaresiz hissediyordu ki yarınki buluşma için ortaokulda din kültürü dersinde zorla ezberletilen dualardan hatırladıklarını ardı ardına okudu.

“Lütfen bana yardım et Allah’ım. Bu işten zavallı karımı çok üzmeden alnımın akıyla sıyrılayım.”

Gülseren salonda, Süheyl Bey’in numarasını kendi telefonuna kaydetmekle meşguldü. “Hem de ev telefonu numarası, yoksa aşk yuvanızın telefonumu bu mu?” diye söyleniyordu. Hemen aramak istedi ancak vazgeçti. Yarına kadar söyleyeceklerini iyice düşünüp öyle arayacaktı. O terbiyesiz kadın, karşısında apışıp kalmalıydı. Mutfağa gitti, hiç alışkanlığı olmadığı halde bir sigara yaktı. İlk nefeste öksürdü, yılmadı, içine çekmeye devam etti. Sonra aniden kalktı, bir yere yetişecekmiş gibi koşar adımlarla banyoya gitti. Soyundu, boy aynasının karşısında vücudunu incelemeye başladı. Göğüsleri “Bir zamanlar Afrika” filmindeki yaşlı büyücü kadına benziyordu. Yandan bakınca da ona Somali’de açlıkla boğuşan kadınları izlediği belgeseli hatırlattı. Ama kendisinin hiç de açlıkla boğuşurmuş gibi bir hali yoktu. Belindeki simit, kalça ve bacaklarındaki boğumlar bunun ispatıydı. Geceliğini hırsla üzerine geçirdi. İlk fırsatta, hatta hemen yarın bir doktor bulup bir dizi estetik ameliyat olmaya karar verdi. Sonra yatağa gidip Şükrü’nün yanına uzandı ama mümkün olduğunca uzağa… Artık eti etine değsin istemiyordu. Bir yandan da neden buraya geldim ki salonda koltukta yatsaydım diye hayıflandı. Yavaşça dönerek kocasına baktı. Gözlerini sımsıkı kapatmış uyuyordu. Evliliklerinin ilk yılları aklına geldi, acı acı gülümsedi. Dayanamayıp Şükrü’nün saçlarını kokladı. Daha doğrusu alının üzerinde kalan bir tutam saçı… Zaten bir tutam ensesinde, birer tutam da kulaklarının üzerinde kalmıştı. Kellerin bile en çirkiniydi, şerefsiz. Dökülen saçlarına inat, burnundaki ve kulaklarındaki kıllar daha da bir gürleşmişti. Kaynanasının burnu da işte böyleydi; kocaman ve kıllı. Şükrü’nün dişleri de dökülse ona ikizi kadar benzeyecekti. Süheyla bunun neresini beğeniyordu ki. Aklına para gelince yeniden sinirlendi. Pikeyi kendine doğru çekti. Adamın koca göbeği açığa çıktı. Gülseren içinden, “Tipsiz seni, boyun devrilsin inşallah,” dedi, arkasını döndü.

Şükrü korka korka nefes alıyordu. Karısı uyanık olduğunu anlayacak diye ödü kopuyordu. Kadıncağız saçlarını kokladığında az kalsın ağlayacaktı. Gözlerini açıp hayat arkadaşına sarılmamak için kendini zor tutmuştu. Yapamazdı, onun yüzüne bakacak, konuşacak cesareti yoktu. Sabahın ilk ışıklarıyla yataktan kalktı, randevusuna hazırlanmaya başladı. Duş aldı, tıraş oldu. Losyonunu sürdü. Kendisine en çok yakıştığına inandığı takım elbisesini giydi. Pantolon askılarını ve kalantor görünmesine yardım edeceğini düşündüğü kol düğmelerini taktı. Buluşmaya hazırdı. Bu sırada karısının nasıl olup da uyanmadığına, son günler de hep yaptığı gibi bir iki laf sokmadığına hayret etti. Usulca evden çıktı. Sokağın köşesindeki pastaneye gidip çay ve poğaça ısmarladı.

Sessizlik, eve sinsi bir yılan gibi çöreklenmişti. En çok korktuğu şey başına gelmişti işte, bundan sonra yapayalnızdı, Gülseren. Kocası Süheyla’nın genç kollarında ölecekti. Yatakta hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.  Yalnızlıktan korkan kadına ölüler el uzattı. Babaannesinin silueti gözünün önüne geldi. Zaman zaman rüyalarında görünürdü ama ilk kez gündüz gözüyle ortaya çıkmıştı. Başında namaz başörtüsü her zamanki gibi tespihini çekiyordu. Ama bu kez çırılçıplaktı. Göğüslerinin şimdiden ona benzediğini görünce hayretten ağzı bir karış açık kaldı Gülseren’in. Kadın dişsiz ağzıyla durmadan konuşuyordu;

“Bu herifin tipinde meymenet yok demiştim sana. Keşke dayının oğluyla evlenseydin.”

Annesi her zamanki gibi imdadına yetişti. Saçı başı yine darmadağınıktı. Önlüğüne ellerini silerken,

“İnsanları üzmesen olmaz dimi. Kızım sen ona aldırma. Olan olmuş, ya bu deveyi güdeceksin ya bu diyardan gideceksin. Gidecek bir yerin de olmadığına göre…”

“Anne niye öyle diyorsun ya,” diye inledi Gülseren.

Babaannesi,

“Yahu siz o kazuletin bir kapatması olduğuna emin misiniz?” dedi.

Annesi onayladı;

“O da doğru… İyice bir araştırsan kızım.”

Yataktan fırladı. Numarayı arayıp kontrol edecekti…

Aynı anda Şükrü bankadan içeri girdi. Banka Müdürü Süheyl Karakaş’ın odasına doğru ağır adımlarla yürümeye başladı. Bir yandan da söyleyeceklerini tekrar ediyordu.

“Süheyl Bey Merhaba, ben Şükrü Günyüzü dün telefonda görüşmüştük. Evimin ipoteği konusunda konuşmak için geldim. Şirketim çok zor durumda, fazla açıldık ama toparlaya…” diye mırıldanırken odanın kapısına gelmişti. Tıklatıp içeri girdi. Dolabın içinden bir klasör çeken sarışın genç kadın ona doğru dönerek gülümsedi.

Şükrü, “Şey ben Süheyl Beyi aramıştım. Randevumuz vardı ama…” deyince kadın gülümsedi:

“Buyurun lütfen. Müdür Beyin arabası arızalanmış, biraz gecikecek. Burada oturup bekleyebilirsiniz. Bu arada benim yardımcı olabileceğim bir şey varsa…”

“Yok, aslında benim Süheyl Beyle görüşmem lazım. Bir icra meselesi var da… Onu…”

Müdürün masasındaki telefon çalmaya başlayınca sustu.

Memure, “Pardon…” diyerek masanın diğer tarafına geçti, ahizeyi kaldırdı;

“Alooo…”

“……”

“Aloo buyurun kimsiniz?” diye sordu.

Karşı taraf telefonu çat diye suratına kapatınca elindeki ahizeyi havada savurdu, gülümseyerek,

“Sesimi beğenmedi herhalde…” dedi.

Şükrü dalgın, yorgun, umutsuz gözlerini yerden kaldırarak umarsızca omuz silkti;

“Belki de bir yanlışlık olmuştur.”

Hilal Tüzün – edebiyathaber.net (4 Kasım 2014)

Yorum yapın