Evlilikten manzaralar | Can Öktemer

Mayıs 15, 2019

Evlilikten manzaralar | Can Öktemer

Peter Stamm, çağdaş edebiyatın son yıllarda en çok dikkat çeken yazarlarının başında geliyor.  Stamm, genellikle, orta sınıftan mimar, öğretmen, sanatçı gibi ekonomik olarak refah içerisinde olan karakterlerin çıkmaza girmiş evlilikleri, iletişim kopukluğunu, tek düze hayatları, bencillikleri ve meslek hırslarını hikayelerini anlatıyor genellikle. Stamm, yazarlığa başlamadan önce bir süre muhasebecilik ve gazetecilik yapmış. Psikoloji ve psikopatoloji eğitimi almış.  Yazarın, orta sınıf ailelere ve onların hayatlarına dair detaycı gözlemlerin kaynağı olarak bu görülebilir. Örneğin, 2018’in en önemli yapıtları arasında yer alan ve Nebula Yayınları’ndan yayımlanan Yedi Yıl, başarılı kariyerleri ve kusursuz evliliklerin arındaki gerilimleri, kusurları yalın bir dille ve karakterlerin iç dünyalarını etkileyici bir şekilde aktarıyordu.

Nebula Yayınları, geçtiğimiz günlerde Peter Stamm bir başka kitabı Uzağın Ötesi’ndeyi  yayımladı. Kitap, Levent Tayla’nın titiz çevirisiyle  Türkçeleştirilmiş. Uzağın Ötesi,  Peter Stamm’ın diğer romanlarından aşina olduğumuz bir dünyanın içerisine davet ediyor bizleri. Yine orta sınıftan ekonomik olarak refaha sahip bir aile, iki çocuk ve görünürde kusursuz gözüken bir evlilik. Stamm, romanında bu kusursuzluğun ardında yatan kusurlara, çıkmazlara odaklanıyor.

Orta yaş krizine, tek düze hayatlara, ince hesaplara dayanan ikili ilişkilere, uzun ömürlü evliliklerin çıkmazlarına ve aşkın ömrüne odaklanıyor. Peter Stamm’ın yalın ve minimalist bir anlatım tarzı var. Durumlardan çok, karakterlerin ruh hallerine odaklanıyor. Uzağın Ötesi’nde de benzer hikaye kurgusu ve dil tercihi var. Karakterlerin açmazlarını, korkularını, tercihlerini ve yalnızlıklarını oldukça yalın ve çarpıcı bir şekilde aktarıyor. Stamm, bu kitabında da sıradan ve tekdüze gibi görünen hayatların altında yatan büyük krizleri; yalın ama çarpıcı bir şekilde hikayeleştirmiş.

 Her şeyi bırakıp gitmek

Uzağın Ötesi’nde Thomas ve Astrid çiftinin hayatına tanıklık ediyoruz. Thomas ve Astrid, görünürde mutlu bir evlilikleri ve iki çocukları olan bir çifttir. Uzaktan kusursuz bir hayatları var gibi gözükmektedir. Güzel bir ev, güzel bir iş ve refah içerisinde sürüp giden bir hayat…

Lakin her mutlak kusursuzluğun bir yerlerde ortaya çıkmaya hazır kusurları vardır. Thomas ve Astrid için de bu durum geçerlidir.

Thomas ve Astrid, yaz tatili için gittikleri İspanya dönüşü, her zaman yaptıkları gibi evlerinin verandasında oturmaktadırlar. Sakinlik ve huzur içerisinde şaraplarını yudumlamaktadırlar. Tam bu sırada, yukarından çocuklarını sesini duyarlar. Astrid, çocuklarının yanına gider. Thomas yalnız kalır, sakince yerinden kalkar. Bahçe kapısına yönelir, kapıyı açar, dışarı çıkar ve ardına bakmadan yürümeye başlar. Uzağın Ötesi’nin hikayesi tam da bu noktada, Thomas’ın yanına çakı ve kredi kartından başka hiçbir şey almadan kayıplara karışmasıyla başlıyor.

Thomas eski hayatını, eşini, ve çocuklarını geri bırakarak ortadan kaybolur. Thomas, yolculuğu boyunca, terk edilmiş karavanlarda kalır. Bayat çikolatayla beslenir. Doğanın içinde ıssızlığın ortasında kendine başka bir yaşam ve kimlik oluşturur. Montunun üzerine düşen kar tanelerini izler, gök yüzüne bakar… Arada çocukları ve geride bıraktığı eşini düşünür ama bu düşünce onu pişmanlığa sürüklemez. Tekinsiz yerlerde, teksiniz insanlarla aynı ortamlarda vakit geçirir. Sınırları aşar, başka ülkelerde, başka isimlerle başka hayatlar kurar kendisine. Onun yolculuğu, 17. yüzyıl romantizm akımı gibi modernlik bunalımlarından doğaya sığınmak değildir. Tam aksine, Thomas’ın yürüyüşü biraz kendisine dönüktür, evinden her uzaklaştığında kendisini geçmişini düşünür. Özgürlüğünün tadını çıkarır. Aidiyetleri, yıpranmış evliliğini, Astrid’le hissizleşmiş ve tek düze haline gelmiş ilişkisini düşünür. Saplanıp kaldığı sorumluklardan kaçar, yalnızlığını keşfeder belki de en ihtiyaç duyduğu sessizliği dinler uzun bir süre… Thomas, iç dünyasına doğru yaptığı haç yolculuğu başka diyarlara doğru devam eder.

Astrid, ise Thomas’ın kaybıyla yüzleşmeye çalışır. Astrid, eşinin kaybını ve sorumsuz davranışını ilk başta üstünü örtmeye çalışır. Kimselere çaktırmaz bu durumu lakin Thomas’ın yok oluşu ayları bulmaya başlayınca, polise danışmak durumunda kalır. Astrid, Thomas’ın kaybını nedenin peşine düşer; hayatını, ilişkilerini masaya yatırır. Hiç beklemediği bir anda, içerisine düştüğü bir düzensizlikten bir düzen oluşturmaya çalışır. Onun geri gelme ihtimalini hep göz önünde bulundurur, evlilik yüzüğünü hiç çıkarmaz mesela… Lakin bir süre sonra varlığı ortada olmayan Thomas’ı unutmaya başlar, ondan kalan hatıralar da zamanın gelip geçiciliğinde bir toz zerreceğine dönüşür. Onun yokluğuna alışır, tıpkı o da Thomas gibi bu süre zarfında iç dünyasıyla yüzleşmeye çalışır. Geçmişi düşünür, yalnızlığı ve Thomas’ın akıbetini merak eder. Çocuklar, büyük, zaman geçer ama kapı her zaman açıktır. Thomas’ın akıbeti de bir muamma olarak kalacaktır; tıpkı hayat gibi… Gelecek henüz yaşanmamıştır; hayatın tüm olasılıkları gerçekleşecekleri zamanı beklemektedir.

Uzağın Ötesi, evlilikten manzaralar sunuyor, aşkın ömrünü, bağları, sevgi için harcanan emeği ve yalnızlığı sorguluyor. Lakin yazar kitap boyunca şunu da hatırlatmayı ihmal etmiyor, her şeye rağmen, tüm sorunlara rağmen hayat bir şekilde yoluna devam edebiliyor, yaşam başka bir yerde yeniden filizlenebiliyor.

Peter Stamm, alışık olmadığımız bir aşk hikayesi anlatıyor bize özet olarak. Roman boyunca birbirlerine mesafelerce uzakta olan bir çift üzerinden aşkı anlatıyor. Mesafelerin arttıkça bağlılıkların nasıl derinleşebildiğini gösteriyor. Modern hayatın hesapçı duygularının yerine emek harcanan bir sevgi biçiminin önemli olduğunu vurguluyor. Hayatın her zaman bir döngüye sahip olduğunu ve bir yerde bu çemberin tamamlanacağını belirtiyor.

Uzağın Ötesi, kusursuz gibi görünen hayatların altında yatan krizlerin, hayattan korkanların,  içerisine düşülmüş daraltıcı rutinlerin, sorumlulukların ve anlamını yitirmiş ilişkilerin romanı.

edebiyathaber.net (15 Mayıs 2019)

Yorum yapın