Eleştirel okumalar | Feridun Andaç

Ocak 29, 2013

Eleştirel okumalar | Feridun Andaç

Tolstoy’u Güncel Kılan

Buna yanıt olarak “insana doğru yürümesi” diyebiliriz. Ama bu da çok açıklayıcı değildir Tolstoy  için.

Onda kavrayış bilinciyle hayatı görme/tanıma duyarlılığı buluşarak yeni bir töz oluşturur.

İlle de adlandırmak gerekiyorsa; hayata bakma biçimlerini durduğu yer, yaşadığı ortam, tanıklık ettiği dönemin ekseninde kurmuş, oradan, oralardan yola çıkarak insana doğru yürümüştür demeliyiz ilkten. Ama çağının insanını kavrayış bilinci ön plandadır her daim; yaşadığı koşullar, ilişkilerin yansıma biçimleri, toplumsal olayların en derişik ilişkileri etkileme düzeyi yalın biçimde onun anlatısının örgüsüne siner.

Tolstoy’un duyarlılığında zaman/mekân birliği vardır. İnsanı oradan koparıp düşünmez. Dahası bakmaz öylesi durumlara.

Çok önceleri yazdığım “Tolstoy’u Neden Okumalıyız?” yazımda şunları söylemiştim:

“Daha ilk okumada sizi avucuna alan yazarlardandır, Tolstoy.

Bunun, bence, birçok nedeni var.

Önce yazıp anlatmak istediğini dolaysızca yazar. Roman ve öykülerinin ana malzemesinin insan olduğu gerçeğinin uzağına düşmez.  Onların yaşamsal gerçeklerini dile getirirken bulundukları ortam, atmosfer ve doğayı olduğu gibi kullanır, başlı başına bir anlatı karakteri olarak ele alır.

Tolstoy’un hayatın içinde, insana ve doğaya yakın biri olması, döneminin yaşamsal gerçekleri karşısındaki tutumu yazdıklarına düşünsel derinlik sağlar. Öyle ki o dönem, ‘Tolstoyculuk’ diye bir eğilimin ortaya çıkmasını sağlar.

Onun ahlakî ve dinî konulardaki düşüncelerinin etkisi dönem aydınlarının tartışma gündeminde yer alır.

Tolstoycu öğreti olarak ortaya çıkan bu düşünsel eğilim yazarın yazdıklarını anlamamıza da yardımcı olur.

Başyapıtları olarak nitelendirebileceğimiz Savaş ve Barış, Anna Karenina, Diriliş Tolstoy’un anlatmak istediği insan/toplum gerçekliğinin yansımalarını içerir.

İnsanın ruhsal yolculuğunun gölgesinde varolan toplumsal çelişkilerin biçimleyiciliği onu her dem sorgulayıcı kılmıştır. Vicdan, adalet duygusunun nereden geçmesi gerektiğini; insan ruhunda sürekli kanayanın nasıl sağaltılabileceğini gösterir.”

Bugün, Aile Mutluluğu adlı uzun öyküsünü okuduğunuzda, öyküde dile getirilen gerçekliklerin günümüz dünyasında da güncelliğini koruduğunu hemen gözlersiniz. Bu da, Tolstoy’un insana bakıştaki kavrayışını gösterir bir bakıma.

Öyküde, kadın-erkek ilişkisi derinlikle irdelenmiş, bu iki insanın durdukları yer, düşündükleri, duyarlılıkları ustaca yansıtılmıştır. Kişilerin aralarındaki yaş farkı zamanla onları farklı kıyılara götürür.

Anlatıcı-kadının sesiyle yansıtılan dünya abartılı, tek yanlı bakışın sindiği gerçekliklerden oluşmuyor. Yalınlık en başat öğedir Tolstoy’da. Anlatıcının kimliğine bürünerek bakmaz. Onun karşısında duran bir anlamda kendisi/erkek kahramanıdır. Arada bir denge kurmaya çalışır.

Aşkın uyanış düşüncesinden tükenişe, hatta kopuş çizgisine ulaşan yanını anlatırken aradaki iniş çıkışların nedenlerini de gösterir.

Uyanış, doğanın uyanışı gibidir. Renkler, kokular, biçimden biçime geçişler Maşa’yı yalnız, kederli dünyasından koparır yepyeni biri kılar.

Marya’ya, o rastlaşma, yüzleşme de diyebiliriz buna, bir değişimi, aymayı getirir. Çünkü Sergey Mihayloviç eskiden beri çiftliklerinin müdavimidir, o çocukken Sergey yetişkin delikanlıdır.

Yıllar sonra çıkıp geldiğinde dünle bugün arasında git-geli yaşar bir ân Marya.

Sergey 36, Marya ise 17 yaşındadır. Onu eskisi gibi çocuk yerine koymaz.  Marya da dost sıcaklığını bulur bu yakınlıkta:

“Bir baba, bir amca gibi konuşuyordu benimle. Yaşıtımmış gibi görünmekten kaçındığını anlıyordum. Olgunlaşmadığımı hissettiren sözleri biraz kırıcı olmakla birlikte, kişiliğinin yalnız bana göstermeye çalıştığı bu yönünden hoşlanıyordum.”

Onun görünen ya da gösterdiği yanı çekici gelmiştir. Yaşamak istediği mutluluğa doğru kanatlanmıştır.

Tolstoy öyküsünü geçmiş zaman üzerine kurar. Anlatıcı bugünden düne bakmaktadır: “O zamanki düşlerimi hatırlayıp anlamak güç şimdi. Böylesine hayattan kopuk, garip hayallerin benim düşüncelerim olabileceğine inanasım gelmiyor o günlere bakınca.”

Sergey’in, beklenmedik bir ânda, gelip hayatlarına katılması, annesinin ölümünden sonra yaşadıkları bungunluk dalgasını çekip alır.

Doğanın uyanışına benzer bir durumu yaşamaktadır Marya. Sevmenin mutluluk olduğuna inandırır kendini.

Bunun yansıma durumunu da şöyle dile getirmektedir:

“O çok sevdiğim, kendine özgü, delice neşesinin yine üzerinde durduğunu anladım. Bu haline ‘yabani coşku’ derdik, öğrenimini yeni bitirmiş bir okullu gibiydi. Baştan ayağa tüm varlığında bir kıvanç, bir mutluluk, çocukça bir neşe okunuyordu. Yaklaşarak elimi sıktı usulca.

– E, merhaba, menekşe goncası! Nasılsınız? İyisiniz ya?

Ben de onun hatırını sorduğum zaman;

– Çok iyiyim; on üç yaşındaymışım gibi uzun eşek oynamak, ağaçlara tırmanmak istiyorum, diye cevapladı.

Gülen gözlerine baktım.

– Yine o yabanıl coşku mu?” (s. 33)

Evet, o yabanıl coşku ona da geçmiş, hatta sarıp sarmalamıştır. Sevgisinin üzerine giderek onun sevgisini elde eder ki Sergey de bunu şöyle ifade etmiştir ona:

“Sizi sevebilmem için sizin sevginiz gerekliydi bana.” (s. 59)

Evlilik çekip almıştır ikisini de içine… Bir süre sonra köy yaşamının sıkıcılığı, aralarındaki uçurumu derinleştirir: “Aramızda bencil bir sevgi, sevimli görünme çabası, sebepsiz, sürekli bir neşe, geçmişi unutma isteği vardı.” (s. 69)

Birbirine yakın olma/durma hali bir tür “mutluluk oyunu”dur onlar için. Yaşadıkları dünyayı çeperleyen her şey bir zaman sonra anlamını yitirir, yalnızlık, can sıkıntısı, sessizlik bıktırıcı olmaya başlar.

Marya’nın yaşama isteği onları Petersburg’a taşır. Uzaklaştıkları köy yaşamının yerini alan “sosyete hayatı” birçok çelişkinin de öne çıkmasına neden olur.

Bu süreç ikisi için de sancılı geçer. Değişim başlamıştır. Marya yirmisinde, Sergey otuz dokuzundadır.

Girdikleri ortamda Marya’nın ilgi odağı olması Sergey’in kendini geriye çekmesi uçurumu derinleştirir. Bundan sonraki süreçte yaşadıklarını anlatırken Marya, artık yeniden köye, Nikolsk’a dönüşlerinin kapanma/kanıksama, yiten aşkın durumuna bakışını dile getirir.

Tolstoy öyküsünde, kadının gözünden aşk/sevgi/evlilik üçlemini sorgulayıcı biçimde yansıtır.

Onun anlatısını güncel kılan yan ise sorunları tespiti, insanî boyutunu yakalayarak irdelemesidir.

Sizi hemence anlatısının içine çeken yazar, kendini okuturken bir yandan da düşündürür.

Onun anlatısını güncel kılan yan ise sorunları tespiti, bunların insanî boyutunu yakalayarak irdelemesidir. Salt bir olayın anlatımı, durumun yansıtılması, atmosferin çizilmesini içermez. Tolstoy, bunları tümüyle düşünsel bir töz üzerine kurar ve her bir anlatısında bu özelliği belirgindir. Bunsuz yola çıkmaz, kurmaz, anlatmaz öyküsünü. Çünkü o toplumsal sorumluluğu yüksek bir yazardır.  Sizi hemence anlatısının içine çeken yazar, kendini okuturken, bir yandan da düşündürür.

O, çağının ruhunu insanın gerçeğiyle iç içe anlatmayı her daim öncelikli kılmıştır. Bunu, toplumunu/insanını tanıma olarak da nitelendirmek gerekir. Tolstoy’daki gerçeklik duygusu bu bilincin yansımasını içerir çünkü.

Günümüzün romancısı ve öykücüsünün Tolstoy’un yazarlık dokusundan öğreneceği çok şeyin olduğunu düşünürüm.

Feridun Andaç – edebiyathaber.net (29 Ocak 2013)

Tüm yazıları >>>

Yorum yapın