Eduardo Galeano’nun “Ve Günler Yürümeye Başladı” adlı kitabı üzerine | Zeynep Sönmez

Nisan 14, 2015

Eduardo Galeano’nun “Ve Günler Yürümeye Başladı” adlı kitabı üzerine | Zeynep Sönmez

Eduardo Galeano: John Berger’a göre “dünyanın vicdanı”. Bu payeyi hak ettiğinin göstergesi olan alçakgönüllülük ile Galeano, “Öyle mi demiş? Bana olan sevgisinden ve nezaketinden söylemiştir. Önemli olan, nasıl desem, ben dünyanın vicdanı olmak istemem. Bu tamamen John’un güzelliği. Ama elbette ki dünyanın, hayatın açıklanmasında, anlamlandırılmasında yardımcı olma yeteneğine sahip olmayı isterdim.” diyor.(1)

Galeano’yu okudukça, yazdıklarında inançlarıyla eylemleri arasındaki dengeyi, uyumu gözetmeyi ilke edinmiş, kurmacaya, gerçeklere de öyle baktığına inandığınız biçimde dürüst, açıksözlü, yürekli ve samimi bakan bir yazarla baş başa olduğunuzu hissedersiniz çünkü kardeşliği önemseyen, dünyanın hangi köşesinden olursa olsun her insanı kucaklamayı isteyen, sınırlara karşı çıkan, özgürlüğü ve adaleti daima savunan bir yazar o.

Okur ile yazar arasında bir vicdan yaratmaya çalışır Galeano’nun yazıları. Bu, tarih bilincinden güç alan, toplumsal belleği sağlama almayı ve böylelikle zamanın şahitlerini korumayı amaç edinen vicdandır. Galeano, “hatırlamaya” büyük tutku duyar. Kendisi tutku yerine takıntı sözcüğünü kullanıyor, ancak biliyoruz ki insanlığın neredeyse tüm birikimlerini terk etme ya da yıkma eğiliminde olduğu böylesi zamanda ve bir çeşit esrime söz konusuyken; olaylara neredeyse tarihçi titizliğiyle yaklaşan, unutmamaya ant içmiş olduğu tüm yazdıklarıyla kendisini belli eden Galeano gibi “âşıkların” hatırlama arzuları, hastalıklı bir tutumdan çok, insan sevgisinden kaynaklanan, ateşi capcanlı bir yaşamak tutkusudur. Onun yıllardır Latin Amerika’nın çileli tarihi hakkında yazdıkları, gelecek kuşaklara aktarılmak üzere kayıt altına alınır ve böylece külliyat oluşturur çünkü Galeano, toplumsal bellek oluşturmanın sadece tarihçilerin değil, sanatçıların da görevi olduğunun bilinciyle yazar. Hatırlamanın kimlik oluşumuyla arasındaki doğrudan ve organik bağı güçlendirmeye çalışmanın sorumluluğunu yüklenmiş bir yazar olarak, yazılı kültüre gerçekleri, insanlığın kayıp anılarını miras bırakmak ve böylece onları kurtarmak için yazar.

Zaman onu ölçmeye çalışanlarla dalga geçer. Ama bana öyle geliyor ki, zaman ayrıca rüzgârda kum tepeleri gibi yok olmasınlar diye anıları tarihler koyarak sabitlememizin önemini anlıyor.” der. (2)

İşte yazarın dilimize Sel Yayınları tarafından kazandırılan son kitabı Ve Günler Yürümeye Başladıda yapmaya çalıştığı tam da bu.

Mayalara göre Yaradılış’tan bir alıntıyla açılıyor kitap:

Ve günler yürümeye başladı.

Ve onlar, yani günler, bizi yaptı.

Ve bu şekilde doğduk biz,

yani günlerin çocukları,

sorgulayıcılar,

yaşamı arayanlar.

Yürümek, yazarın iki kitabının isminde yer alarak (“Yürüyen Kelimeler” ile), Galeano’nun bu eyleme atfettiği anlamı gösteriyor. Sözcükleri kavramsallaştırmak, dünyaya dilin içinden bakan her yazarın ortak tutumu. Bu bağlamda onun, yürümeyi süreğen bir eylemlilik hali, itiraz ya da muhalefeti simgeleyen bir karşı duruş olarak görmemesi beklenemez. “Ben yürürken sözcükler de içimde yürür,” diyen bir yazarın, sözü ve tavrını bir kılarak dilini örgütleme çabasıdır bu. Galeano birleştirici bu tavrı ile, edebiyatın ortaya çıktığı o yeri işaret ediyor bize; arzunun (kalbin, duyguların) ve hareketin (aklın, düşüncenin) birlikte yer aldıkları, yürüdükleri o yeri.

Bu kitabında da Galeano’nun kısa biçimden yana durduğu görülüyor. Onun sık sık dile getirdiği, üzerinde durduğu konu, daha az sayıda sözcükle anlatarak sözcük enflasyonuna karşı direndiği. Az sözcükle daha çok şey anlatmak istediğini söyler Galeano. Hatırlatmak, unutuşa karşı koymak isteyen bir yazarın, yazdıkları hafızalara kazınsın diye kullanabileceği en iyi yolun kısa yazmak olduğu rahatlıkla söylenebilir çünkü kısa biçim metne vuruculuk kazandırır. Galeano, sadece azla çok anlatmak değil, aynı zamanda yazdıkları kafamıza birer balyoz gibi insin ister.

“Ve Günler Yürümeye Başladı”, bir takvim formatında yazılmış. Yılın her gününe bir kısa öykü düşüyor. Bu kısa metinlere öykü demek ne kadar doğru olur bilemiyorum, deneme olarak adlandırmak da yanlış olabilir; gelin şöyle diyelim: gerçek-öykü. Daha önce özellikle “Aynalar”da gördüğümüz gibi, burada da metinler gerçekten kurmacaya geçiyor. Diyelim ki 8 Mart sayfasındasınız; kadınla ilgili gerçeklere dayanan bir metin okuyorsunuz ve bu dünyada kadın olmanın ne mene bir sorun olduğunu yeniden düşünüyorsunuz. 1 Mayıs’a mı geldiniz? Kuşların uçuş tekniğiyle ilgili bilimsel bir gerçek var orada, okuyunca “hayır, bu öykü değil” diyemeyeceğiniz. Örneğin 4 Eylül’ü okuyorsunuz ve şöyle yazıyor:

“1970 yılında Salvador Allande seçimleri kazandı ve Şili’nin devlet başkanı oldu.

Ve şöyle dedi:

–Bakırı millileştireceğim.

Ve şöyle dedi:

–Ben buradan sağ çıkmayacağım.

Ve sözünü tuttu.”

Evet, gerçekler var bu kitapta. Galeano, “gerçekleri bir de kurmaca gibi okuyun,” diyor sanki. Böylece kurmacadan, insanlığın kolektif hafızasına seslenen o gücü, akılda yer edebilme gücünü ödünç almış oluyor. Diğer yandan, bize gerçeği anlatmakla, gerçek diye yaşadıklarımızın aslında bir tür kurmaca olduğunu unutmamamız gerektiğini söylüyor. Kararı bize bırakıyor Galeano; oyun sürebilir ve istersek bitebilir de.

Denebilir ki gerçekleri duymaktan rahatsız olan okurlar için değil bu kitap; hele kurmacaya yolda gerçekle birlikte yürürken rastlamak istemeyenler için, hiç değil!

1-Yazarla Banu Acun ve Canan Kaya’nın yaptığı söyleşi, Notos Öykü, sayı 31.

2- Monthly Review Press’ten Jonah Raskin’in yaptığı söyleşi, çev.Yasemin Göl. Okumak için tıklayınız.

Zeynep Sönmez (10 Aralık 2012)

Yorum yapın