Edgar Allan Poe; delilik mi deha mı? | Özlem Narin Yılmaz

Eylül 28, 2017

Edgar Allan Poe; delilik mi deha mı? | Özlem Narin Yılmaz

Korku edebiyatı oldum olası ilgimi çekmemişti, ta ki Poe öykülerini okuyana kadar. Okudukları insanın ensesine soğuk bir nefes gibi çarpıyorsa, cümleler dile gelip esrarengiz bir fısıltıya dönüşüyorsa, girdaba kapılmış gibi karşı konulmaz bir güçle çekiyorsa içine, edebiyat ‘korkunç’ cazibesini kullanıyor demektir.

Öykülerini okurken, Poe’nin hayatını merak ettim. Böyle öyküler yazan birisi nasıl bir hayat yaşamıştı? Hayat onu nasıl yol ayrımlarına taşımıştı, acı ve ölüm Poe’nin hayatının neresine düşüyordu? Ve hayatını okuduktan sonra gördüm ki acı ve ölüm onun tam da hayatının ortasına düşüyor. Oradan oraya savrulan mutsuz bir yaşam ve yakınlarının ölümlerinin dayanılmaz acısı. Belki de Poe’nin ölümü bu kadar çok yazmasının sebebi buydu. Küçük yaşta anne ve babasını kaybedişi, üvey babasını kaybedişi, karısını kaybedişi… Bu ölümler onu derinden etkileyen ölümlerdi çünkü. Özellikle evlendiğinde 13 yaşında olan karısı –aynı zamanda kuzeni- Virginia’nın ölümü onu çok sarsar. Akli dengesini yitirir. Deliliğin sınırındadır. Bir adım ötesi delilik… Bazı zamanlar düzelme belirtileri gösterse de karısının ölümünden sonra kendini toparlayamaz ve iki yıl sonra, 39 yaşında Poe de ölür. Hayatı boyunca maddi sıkıntılar yaşar, bu sıkıntılar onu alkole ve kumara yaklaştırır. Onun dehası deliliğe yakın bir dehadır. Edebiyatının bu kadar kesin çizgilerde duruşu biraz da delilikle açıklanabilir belki.

Ölüm yüzlü kadınlar 

Poe’nin öykülerindeki kadınlar ölümle iç içedirler. Birçoğu, ölümün yeryüzündeki simgeleri gibidirler. Bakışları, tenlerinin solgun renkleri ölümü çağrıştırır.  Berenice öyküsünde kuzeni Berenice ölümcül bir hastalığa yakalanıp ölür, Ligea’nın kaderi yine benzer şekilde çizilmiştir. Morella bir saplantıya dönüşür, ölümcül hastalığa yenik düşer. Usher Evi’nin Çöküşü’nde Madeline, ölümün yeryüzündeki resmi gibidir tıpkı. Tutkulu bir aşk yaşadığı Elenora’yı da ölümün ellerine teslim eder yazar. Her ne kadar 19. yüzyıl mutsuz kadınlarının portresini ölümle belirginleştirmeye çalışsa da, genç yaşta ölen karısı Virginia’nın izlerini taşır Poe’nin kadın kahramanları. Ve kadınlara, hep saplantı derecesinde bir bağlılık vardır.

Berenice ilginç ve bir o kadar da korkunç saplantıları konu alır. Kahraman kendi deyimiyle sinirli bir ‘ilgi yoğunluğu’ yaşamaktadır. Sayfa kenarındaki bir desene, bir lambanın alevine ya da ateşin korlarına saatlerce bakmak, sıradan bir sözcüğü hiçbir anlam ifade etmeyinceye kadar yinelemek, bedeni uzun süre ısrarla hareketsiz bırakmak gibi tuhaf saplantıları vardır. Kuzeni Berenice’ye âşık olur. Bu aşk kalbinde değil zihninde yarattığı tutkulu bir aşktır. Ve bir süre sonra Berenice’nin kendisine değil dişlerine yoğunlaşır ilgisi. Uzun günler ve saatler boyunca onun dişlerini düşünür;

“…ilgim diğer bütün meseleleri ve ilgi alanlarımı göz ardı edip dişler üstünde yoğunlaştı. Zihnimde sadece, sadece onları görüyordum ve özgün bireysellikleri içinde zihinsel yaşamımın özüne dönüştüler… Ah İşte beni mahfeden budalaca düşünce!…”  

Kahraman bu duyguları tüm yoğunluğuyla yaşarken, Berenice sara nöbetine tutulur ve aniden ölür. İşte ondan sonrasını anlatamayacağım. Çünkü kullanacağım sözcükler öykünün atmosferini ve insanda yaşatacağı dehşet duygusunu yansıtamayacağı için yazara ve öyküsüne haksızlık etmiş olurum. Poe’nin korku öykülerinde yarattığı atmosferi anlatmak gereksiz ve yersiz, sadece ama sadece okumak gerekiyor…

Zıtlık şeytanı ve vicdanın seslenişleri…

Poe birçok öyküsünde amaçsız tutkuları ve bilinçdışı suçluluk duygusunu ele alır. Sanki insan amaçsız tutkuların ve vicdanın bir bileşimidir. Tutkular suça iterken suç da kendi karşıtını, vicdanı tetikler. Tam da bu durumu anlatır Zıtlık Şeytanı öyküsü. Bu öyküde bir anlamda teorisini oluşturmuştur birçok öyküsüne konu olan iç çelişkilerin. Öyküye, bu durumu açıklayıcı nitelikte uzunca bir yazıyla başlar;

“…herhangi bir eylemin yanlış ya da hatalı olduğundan eminsek, bunu bilmek çoğunlukla bizi o eylemi yapmaya zorlar. Bu karşı konulmaz eğilim, sadece hatalı davranmak uğruna hatalı davranmak eğilimi, analiz edilemez ya da gizli öğelere bölünemez. Uç noktada, ilkel, temel bir güdüdür…”

Bu durumu ‘zıtlık şeytanı’ olarak adlandırır Poe. Uçurumun kıyısında duran bir kimsenin başı döner, midesi bulanır. ilk itki oradan çekilme, tehlikeden uzaklaşmadır. Ama ‘zıtlık şeytanı’ bunu yapmamızı engeller. Bir süre sonra o yükseklikten düşerken neler hissedeceğimizi merak etmeye başlarız. Ve mantığımız uçurumun kenarından uzaklaşmamızı şiddetli istediğinden, bu yüzden oraya daha da çok yaklaşırız. O anda tam da bizi uçurumun kıyısında durmaya zorlayan belki de aşağıya düşmemizi sağlayacak güçtür ‘zıtlık şeytanı’. Öykümüzün kahramanı, bir yakınını planlayarak öldürür. Bundan hiç kimse şüphelenmez ve ondan miras kalan parayla yıllarca rahat bir hayat yaşar. Sürekli güvende olduğunu düşünmektedir. Bir süre sonra güvende olduğu duygusu bir saplantıya dönüşür, aklından çıkmaz olur. Ve sonra suçunu itiraf etmezse güvende oluşunun devam edeceğini düşünmeye başlar. Sokakta yürürken güvende olduğunu fısıldar. Sonra hızlı hızlı yürümeye ve ardından koşmaya başlar. Çok korktuğu kendini ele verme düşüncesi harekete geçmiştir, yani ‘zıtlık şeytanı’…

“…kör ve sağır olmuştum, başım dönüyordu. Sonra birden sanki görünmez bir iblis dev avucuyla sırtıma vurdu. İçimde uzun süredir hapsedilmiş olan sır ruhumdan dışarı fırladı…” 

Gammaz Yürek adlı öyküsünde sinirli kahraman ihtiyar bir adamı öldürür. Hem de bunun sebebi ihtiyarın üstü zarla kaplı, akbaba gözüne benzeyen soluk mavi tek gözüdür. Günlerce planlar ve sonunda ihtiyarı parçalara ayırıp döşemenin altına gömer. Ama içindeki ‘zıtlık şeytanı’ polisler eve geldiklerinde tuhaf ve histerik bir biçimde ortaya çıkar!

Analist ruhun oyunları

Poe oldukça ileri düzeyde çözümleyici bir zihin yapısına sahipti. Var olan bir sorunu çözümlemek, var olmayan, kurmaca bir sorunu çözümlemekten daha kolaydır. Poe zor çözümlenebilir cinayetleri kurguladı ve çözdü. O bunu yapmaktan zevk alıyordu, bir çeşit vist ya da satranç oyunu oynamak gibi tıpkı. O kelimelerle, satranç taşlarıyla oynar gibi oynuyordu. Hislerinin de ona ışık tuttuğunu söylemeden edemeyeceğim;

Marie Roget’in Sırrı adlı öyküsünün ‘öyküsü’ ilginçtir. Mary Cecilia Rogers adlı bir genç kız New York civarında öldürülür. Öldürülen kız şehirde tanınan birisi olduğu için olay uzunca bir süre tartışılır. Poe bu olayı gazetelerden takip eder. Bu sırada New York’tan uzakta bir yerde bulunmaktadır. Öyküyü yazıp bitirdiğinde olay hala çözümlenememiştir. Ancak öykünün yayımlanmasından çok sonra, iki kişinin farklı zamanlarda yaptığı itiraflar, öyküde varılan sonucun değil, bu sonuca varılmasına yol açan bütün farazi ayrıntıların da doğru olduğunu kanıtlar. Morgue Sokağı Cinayetleri Poe’nin en çok bilinen öykülerinden biri. Polisiye öyküye getirdiği farklı yaklaşımlar, konuyu ele alış biçimi ve edebiyat dehası bir araya gelince ortaya bir polisiye klasik çıkmış. Öyküye analitik düşünce, çözümleme yetisi ve analiz konularında uzunca bir giriş yapıyor;

“…analitik olarak tanımlanan zihinsel yetilerin kendileri analize pek açık değildir; bunları sadece etkileriyle değerlendirebiliriz. Bu yetiler hakkında bilmediğimiz şeylerden biri de kendilerine sahip olan kişi için, eğer güçlüyseler, son derece büyük bir haz kaynağı olduklarıdır. Nasıl güçlü kuvvetli bir adam fiziksel yetilerden zevk duyar, kaslarını çalıştıran hareketlere bayılırsa, analist de çözümleyici zihinsel faaliyetleri sever…”

Tıpkı anlattığı gibi, Poe çözümleyici zihinsel faaliyetleri seviyordu. Morgue Sokağı CinayetleriMarie Roget’in Sırrı, Çalınan Mektup üçlemesi, polisiye öykünün yapı taşlarını oluşturacak kadar önemlidir. Poe’nin çözümlemelerinde asla göz ardı etmediği bir şey vardı;

“…her yerleşik kanı muhtemelen saçmadır, çünkü çoğunluğa uydurulmuştur.”

            Poe, çoğunluğa uydurulmuş yerleşik kanılara şüpheyle bakar. Apaçık ortada olan şeyler onu kuşkulandırır. İlgilendiği sadece görünenin ardındaki görünmeyendir. Bu sayede en karmaşık olaylar bile sistematik bir şekilde analiz edildiğinde basitleşir ve sırlar ortaya çıkar. Çalınan Mektup’ta olay çok basittir. Üst düzey mevkilerde birine ait bir mektup çalınır. Mektubu kimin çaldığı açık olarak bilinmektedir fakat mektup bir türlü bulunamamaktadır. Olayla ilgili komiser bu kadar basit bir olayı çözemediği için esef duymaktadır. Olayı Dupin’e açar. Mektubu çalan Bakan D’nin oteli didik didik aranır. Aranmadık tek gizli köşe, çekmece, döşeme, yastık bırakılmaz, soyguncu kılığına girilip bakanın üstü de aranır ama mektup ortalarda yoktur. Yerleşik kanı, mektubun çok gizli bir yere saklanmış olduğudur. Yani böylesine önemli bir mektubu çalan kişi onu çok gizli bir yere saklamış olmalı. Ama Poe’nin yerleşik kanılar hakkındaki düşüncelerini biliyoruz. Bakan D çok akıllı bir adamdı ve kaldığı otelin didik didik aranacağını biliyordu. Yani olayı çözen Dupin’in de bildiği şeyi. Mektup hiç sanıldığı gibi çok gizli bir yere saklanmamıştı, aslında hiç saklanmamıştı, açıktaydı. Yani hiç kimsenin göremeyeceği kadar açıkta…

Poe’nin edebiyat kuramı…

Poe öykü yazmanın yanı sıra eleştirmenlik de yapıyordu. Kendi geliştirdiği edebiyat kuramını öykülerinde kullandı. Poe öykü için üç temel ilke gözetiyordu;

-Öykü, bütünlüğü olan bir konu işlemeli. Olaylar aynı yer ve zaman dilimi içinde geçmeli.

-Öykü sadece belli olayları anlatmanın ötesinde, okurda atmosfer geliştirmelidir.

-Kaba olmayan benzetmelerle süslenmelidir.

Bu temel ilkeler Poe öykülerinin temel taşlarıydı. Özellikle okurda atmosfer geliştirme konusunda çok başarılıydı. Ölüm konusunu işlediği birçok öyküsünde gotik ve doğaüstü unsurları ustalıkla bütünleştirerek okuyucuyu öykünün atmosferine sokmayı çok iyi başarmıştır. Poe, edebiyatında estetiği süslü ve göz alıcı bir anlatımla değil, konu, atmosfer bütünlüğü ve olayın kendisiyle yakalıyor. Öykülerinde göz alıcı cümlelere, süslü bir anlatıma rastlamıyoruz. Olabildiğince sade anlatımı gerçeklik duygusunu güçlendirip okuyucuyu olayın içine doğru çekiyor. Anlatımında kullandığı birinci ağızdan anlatım, olayları okuyucunun kulağına fısıldıyor. Kıssadan hisse vermekten kaçınan yazar, edebiyatın görev ya da gerçekle hiçbir ilgisi bulunmadığını düşünüyordu.

Bir Makaleyi X’lemek, Bir Blacwood Makalesi Nasıl Yazılır, Bay Thingum Bob’un Yazın Hayatı gibi öykülerinde Poe, yaşadığı dönemin yazın hayatını eleştirel bir dille ve mizahi bir anlayışla yansıtır. Bu öykülerde, Poe’nin o dönemin yazın dünyasına nasıl baktığının ipuçlarını buluyoruz. Bay Thingum Bob günün birinde baba mesleği berberliği bırakıp editör ve şair olmaya karar verir. Tabi bu işin nasıl yapıldığı konusunda pek bir fikri yoktur. Aklına dâhiyane! Bir fikir gelir. Şehrin ücra bir semtine gidip, unutulmuş bir sahaftan, unutulmuş! Kitapları yok pahasına satın alır. Aldığı kitaplar Dante’nin ve Shakespeare’in kitaplarıdır. Şiirlerin birer kopyalarını çıkarır ve hemen yayımlanmasını ve teliflerinin ödenmesini isteyen bir mektupla ve Oppodeldoc takma adıyla birlikte dört ayrı dergiye postalar. Dergilerin yanıtları çok sert olur. Oppodeldoc adlı küstahın ‘saçmalıklarını’ yayımlamaktansa, dergiyi hiç çıkarmamayı yeğlediklerini yazarlar. Şair olmak adına yapılan ilk girişim başarısız olmuştur. Kahramanımız hemen yılmaz;

“Bir methiye yazmak ‘Bob Yağı’ üstüne

Amma zor işmiş be.”

Dizelerini yazarak aynı dergilere postalar… Kısa bir süre sonra tüm dünyada tanınan bir şair olmuştur. Yayım ve yazın dünyasına göndermelerle dolu öyküsü sanırım biraz da kıssadan hisse çıkarmayı bekliyor!

Poe’nin yaşadığı dönemde yazınsal dünya bir romantizme doğru sürükleniyordu. Amerikan ulusu düşle gerçek arasında gidip geliyordu ve bilinmeyene, doğaüstü olaylara yoğun ilgi gösteriyordu. H. E. Bates, Poe’nin yaşadığı dönemi şöyle tarif eder;

“…19. yüzyıl Poe için uygun bir zamandı. Bilimsel buluşlar, spiritüalizme duyulan inanılmaz ilgi, eğitimin dokunuşuyla yıkılan eski batıl inançlar, melodramaya ve doğaüstü olaylara susamış bir toplum, kitap okuyanların sayısında hızlı bir artış ve bu insanların loş ışık altında hayalet öyküleri okuma sevgisi, bilinmeyenin çekiciliğini içine alan toplumsal tutku… Sözünü ettiğim çağ Poe virüsünün yayılması için çok uygundu…”

Yaşadığı dönem ‘Poe Virüsü’nün yayılması için uygun zemin hazırlıyordu, Poe’nin edebiyat dehası bu zeminde daha da gelişip güçlendi. O, edebiyatın en uçlarında gezinip, ölümle, dehşetle, korkuyla, gerilimle dolu başka bir yaşamın resmini çizdi. Bu resim sadece o dönem değil, her dönem insanların bakmak isteyecekleri bir resimdi. Hayatın ‘öteki yüzü’nün resmi…

Sürekli yazdığı, biçimden biçime soktuğu ölüm onu erken aldı. Poe öldüğünde 39 yaşındaydı. Uzun yıllar yaşasaydı daha neler yazacaktı kim bilebilir… Poe kitabının başına ‘Bu kitabı, düşlerin tek gerçeklik olduğuna inananlara adıyorum’ diye yazmıştır. O, düşlerin gerçekliğinde yaşıyordu. Ölüm onu bu dünyadan aldı ama tüm dünyada dolaşan bir Poe hayaleti bıraktı geride. Ölümün ve korkunun soğuk nefesini oradan oraya savuran mutsuz bir hayalet….

KAYNAKÇA: 

Edgar Allan Poe, Bütün Hikâyeleri -1-  İthaki Yayınları Çeviren: Dost Körpe

Edgar Allan Poe, Bütün Hikâyeleri -2- İthaki Yayınları Çeviren: Dost Körpe

Edgar Allan Poe, Bütün Hikâyeleri -3- İthaki Yayınları Çeviren: Dost Körpe

Edgar Allan Poe, Bütün Hikâyeleri -4- İthaki Yayınları Çeviren: Dost Körpe

Edgar Allan Poe, Bütün Hikâyeleri -5- İthaki Yayınları Çeviren: Dost Körpe

Özlem Narin Yılmaz – edebiyathaber.net (28 Eylül 2017)

Yorum yapın