Düşler, tutkular ve hayal kırıklıkları | Can Öktemer

Ocak 11, 2019

Düşler, tutkular ve hayal kırıklıkları | Can Öktemer

Peter Stamm‘ın Nebula Kitap’tan yayımlanan ve Regaip Minareci’nin titiz çevirisiyle Türkçeleştirilen Yedi Yıl isimli romanı son zamanların en dikkat çekici yapıtları arasında yer alıyor. İsviçreli yazar Peter Stamm, yazarlığa başlamadan önce uzun bir süre muhasebeci olarak çalışmış. Psikoloji ve psikopatoloji eğitimleri almış. Çeşitli dergi ve gazetelerde gazetecilik yapmış. Peter Stamm’ın eserleri bugüne kadar birçok prestijli ödülü layık görülüp farklı dillere çevrilmiş durumunda. Yedi Yıl haricinde Türkçeleştirilmiş bir diğer eseri Uçuyoruz da geçtiğimiz yıllarda İthaki Yayınları’dan yayımlanmıştı. Psikoloji ve psikopataloji eğitiminin Peter Stamm’ın yazarlığına oldukça katkı sağladığı söylenebilir. Karakter yaratımındaki gerçeklik ve karakterlerin iç dünyasına dair detaylı analizler romanlarında en çok dikkat çeken unsurların başında geliyor.

Stamm, derinlikli karakter analizlerine ve etkileyici hikaye örgüsünün izlerine Yedi Yıl’da da rastlanıyor.  Oldukça basit bir konu etrafında gelişen hikaye örgüsü, Stamm’in farklı anlatım ve çarpıcı anlatım tarzıyla klişeler yumağı olmaktan kurtuluyor. Yedi Yıl’da 1980’li yıllarda başlayıp 1990’lı yıllarda devam eden oldukça karmaşık bir aşk üçgenine tanıklık ediyoruz. Elbette bu ilişki biçimlerine ne kadar aşk ne kadar tutku ne kadar illüzyon denilebilir ayrı mesele. Stamm, sınıfsal çelişkileri, kazanma hırsını, ambalajlı mutlulukları, hayattan gerçekten ne istendiğini, sadakati, tutkuları sorguluyor. Mutluluğun sırrı ve manasını arıyor. Her şeyin materyalist bir gerçekliğe dönüştüğü günümüz dünyasında huzurun nerede aranabileceğinin cevabını arıyor.

Karmaşık bir aşk üçgeni

Yedi Yıl, 1980’li yılların Almanya’sında başlayıp 1990’lı yıllara uzanan bir hikaye. Hikayemizin başrollerinde iki gelecek vadeden mimari öğrencisi aynı zamanda sınıf arkadaşı olan Sonja ve Alex yer alıyor. Sonja varlıklı bir aileden gelen hırslı, güzel bir kadındır. Alex ise Sonja kadar varlıklı bir aileden gelmeyen ama zeki, yakışıklı ve mimar olarak geleceği parlak birisidir. Sonja ve Alex’in üniversitede başlayan ve uzun yıllara yayılan dostlukları vardır. Sonja, Alex’in de yakından tanıdığı birçok erkekle ilişkisi olur. Alex’in de farklı kadınlar ilişkisi olmuştur ama onun gönlü ilginç bir şekilde Polonyalı göçmen Iwona’dan yanadır. Iwona, Alex’in nefretle sevgi karşımı tarifiyle oldukça silik, sessiz, çirkin ve renksiz biridir. Kendisiyle tesadüfen bir barda tanışmıştır, ondan arkadaşlarıyla tanıştırmaktan çekinecek kadar utanmaktadır. Alex’in etrafındakiler onun Iwona’da ne bulduğunu çözemezler mesela. Alex de benzer bir hissiyat içindedir, Iwona’da onu çekeninin ne olduğunu bulamaz.

Tüm bunlar olurken, üniversite biter. Mesleki ve gelecek kaygıları öne çıkar. Herkes kendi yoluna dağılmaya başlar. Sonja ve Alex ise tesadüfi bir şekilde gelişen olay örgüsü içerisinde bir Fransa tatilinde yakınlaşırlar. Birbirlerini uzun süredir tanımanın verdiği gerginlik yakınlaşmanın ilişkiye dönmesine ilk başta engel taşısa da ikisi de tutkuların önüne geçemez ve ilişkileri başlamış.

Bu ilişki tahmin edilebilecek bir şekilde kısa bir süre içinde evliliğe dönüşür. Sonja ve Alex’in ilişkileri tam bir kusursuzluk içerisinde devam eder.  Birbirlerine sarılıp aynaya baktıklarında defosu olmayan bir mutluluk tablosu görürler mesela. İyi bir işe sahiptirler, göl manzaralı güzel bir ev, şık bir araba… Çiftimiz üst orta sınıf arzularını gerçekleştirmiş gibidir. Bir modernlik çıkmazı olan suni mutluluklar ya da ambalajlı kusursuzluklar bir süre sonra ilişkilerini çıkmaza sürükleyecektir. Sonja’nın bulunduğu konumu kaybetmemek için çabaladığı aşırı hırs, Alex’in kendisini onu beğendirme çabası, çiftin huzurunu kaçırmaya yetmiştir bile. Alex çareyi yıllar önce beraber olduğu ve pek de insan yerine koymadığı Iwona’da aramaya başlar. Gizlice yeniden onunla buluşmaya başlar. Gerçek huzuru onun yanında bulduğunu fark eder. Iwona’nın sade ve iddiasız hayatı Alex’e oldukça huzurlu gelmektedir mesela. Iwona ise maddi zorluklarla ve pasaport sorunlarıyla boğuşmaktadır. Lakin Iwona ise üniversite yıllarından beri ümitsizce aşık olduğu Alex’in yanında olmaktan memnundur; her ne kadar bu ilişkinin bir yere bağlanmayacağının farkında olsa da.

Sonja, Alex ve Iwona etrafında gelişen aşk üçgeni her geçen zaman daha da karmaşık hale gelir. Sonja ve Alex’in işleri iyi gitmemeye başlar. Ekonomik bunalım evliliklerinin üzerine kabus gibi çöker. Sonja çalışmak için başka bir ülkeye gider. Alex ise tek başına kalmanın verdiği melankoliyle içkiye başlar. Huzuru yine Iwona’nın evinde arar. “Dibe vurduysan ya da hala düşüyorsan” sözü Alex için gerçek olmaya başlar. Üçü için de yıllar pek parlak geçmemeye başlamıştır. Iwona, ümitsizce Alex’in yolunu bekler, Alex hayatına tam olarak yön verememiş olmanın ve huzurun aslında neresi olduğunu sorgulamaya başlar, Sonja ise kusursuzluğu zedelenmiş hayatını toparlamaya çalışır. Karakterlerin hayatlarının seyri belirsizleşmiş bir hale dönüşmüştür artık. Gerisi hepimizin bildiği gibi hayattır her türlü sona açıktır…

 Kusursuzluğun kusurları

Peter Stamm, Yedi Yıl 1980’li yıllardan Berlin Duvarı’nın yıkılışına ve tüm bu süreç içerisinde Avrupa’nın nasıl bir sınıfsal ve kültürel olarak değişime uğradığının panoramasını sunuyor. Malumunuz 1980’li yıllar tek kutuplu dünya ve yeni acımasız bir ekonomi politiğin hayatımıza girdiği dönem oluyor. Kazanma hırsının, dünyevi tutkuların, şekilciliğin ve duygusuzluğun çağı olarak da tarif edilebilir bu dönem. İsviçreli yazar, romanında açıktan bir politik mevzi almıyor. Bu meselelere yönelik açıktan bir tavır almıyor ya da eleştiri getirmiyor. Karakterler arasındaki ilişkilerde bile nesnelliğini koruyor.

Peter Stamm
Peter Stamm

Bununla beraber romanın alt metninde böyle bir tutum hissedildiğini de belirtmek gerek. Yazar, esas olarak modern hayata, ilişkilere yönelik bir eleştiri sunuyor gibi. Duygularıyla hareket etmeyen, hayatı materyalist bir perspektifle yaşamaya çalışan, çıkarlarını her şeyin önüne koyan, mutluluklarını ambalajlayan, kusurlar ortaya çıkınca da kriz yaşamaya başlayan insanlık hallerini önümüze koyuyor. Rasyonelize edilmiş hayatların ne kadar da problemli olduğunu, hırsların, dünyevi tutkuların insanı ne kadar da karanlık bir yere saptırdığını hatırlatıyor bir anlamda. Kendimize çizdiğimiz ya da çizemediğimiz yolların sonunda özgürlüğümüzü ve huzurumuzu kaybettiğimizi gösteriyor roman boyunca. Kaybettiklerimizi fark edince geride kalan sadece yılların değil kendimiz olduğunu da anımsamış oluyoruz. Nerede hata yaptığımızı aramakla geçiyor zaman.  Zaten pişmanlık takvim yapraklarının hep en sonunda yer alır. Diğer taraftan da duygularıyla hareket etmeye çalışan, koşulsuz sadakatle birine gönlünü kaptıranlar içinse de bu dünya pek güzel bir yer olmasa gerek… Çünkü insan bekliyor ama hep bekliyor. Çalacak telefonları ve kapıları…

Peter Stamm, yukarıda da belirtmeye çalıştığımız gibi, romanında karakterlerin iç dünyalarına, çelişkilerine eğilmeye çalışmış. Oldukça basit gibi görünen hikayenin bu kadar etkileyici olmasının ana sebeplerinden biri de bu olsa gerek. Yedi Yıl, son zamanların en çarpıcı romanlarından biri. Yüzümüze tutulan ayna gerçekliğinde, mutlaka okunası….

edebiyathaber.net (11 Ocak 2019)

Yorum yapın