Dostunuz kim olmalı? | Feridun Andaç

Ekim 8, 2013

Dostunuz kim olmalı? | Feridun Andaç

Erkekler ve Kadınlar”ı okurken, merak ettim, Google’dan Françoise Giroud’nun fotoğraflarına baktım. Çekiciydi, ama güzel değildi!

Konuşmasında Levy’e şunu diyordu: “Hayır, güzel olmayan biriyle dostluk yapabilirim. Sevişemem.”

Sartre’a hayrandır, ondan etkilenmiştir de. Ama şunu söylemekten de alıkoyamaz kendini Giroud: “bana dokunmasını asla istemezdim…”

Peki, siz dostlarınızı nasıl seçer, dostluklarınızı nasıl oluşturursunuz? Hiç sordunuz mu bunu kendinize?

Geçenlerde bir dostumla konuşurken şu gözlemini hatırlatmıştı bana da:

“Dikkat ettim, hiç yapmadığın bir şeyi yapmış, o gün gidip Sait Abi’nin (Maden) tabutuna dokunarak ağlamıştın uzun uzun…”

Oysa gözyaşlarımı kimseye göstermemeye çalışmıştım!

Yitirdiğiniz bir dostunuzun ardından gözyaşı dökmek ne kadar doğalsa, onu yaşarken kucakladığınız bir ândaki sevinciniz de o denli yerinde bir duygu, bence.

Duygular gösterilerek/hissedilerek yaşanır, gösteriye dönüştürülerek değil. Yaşama ırmağında hayatımızın belirli dönemlerinde edindiğimiz dostlarımız/dostluklarımız vardır. Kimi başlayan ve süren, kimi de zaman tünelinde solup giden. Zamana yenilen zamanla yenilenen dostluklar derim bunlara. Bilirim ki her yeni gün bir insana kapı aralar. Tınılarınız tutarsa dostluk yoluna adım atarsınız veya arkadaşlık yolunu seçersiniz. Bu nedenledir ki hep deriz, arkadaşlıklar çok, dostluklar azdır.

Çok dostum var diyene gıpta edemem, ihtiyatlı bakarım. Çünkü bir dostluğu kazanmak için bazen bir ömür bile yetmez. İnsan, bir ömre de öyle “çok… çok… dostlar” sığdıramaz diye düşünürüm. Ama kimi kez de şu İtalyan atasözünü hatırlamadan edemem: Tanrı beni dostlarımdan korusun, düşmanlarımla baş ederim!

Çok dostlardan söz ettim… Siz öyle sansanız da, bu aldatıcı bir şeydir! O zaman önce kendinizi sorgulayın derim. Ne verdiniz ki bu kadar bağlandılar size?

Ayırmalı sonra “dostluk”la “bukalemun”luğu, hatta “dalkavuk”luğu…

Arkadaşlıksa başka şeydir. Gördükçe hatırlar, hatırladıkça da iletişim kurarsınız, o kadar.

Bir de akrabalıklarımız vardır ki, sakın ola onları bunlarla karıştırmamalı. Üstelik bir de, bizim gibilerin “edebî akraba”larından söz edersek…

İşimiz zor, anlaşılan!

Bir gün, gene de, size edebî akrabalarımdan burada söz etmek isterim sevgili okurum.

“Ün”e “Hayır” diyebilir misiniz?

Sartre, benim gözümde, ünlü bir “sansar filozof”tur!

Sevdiğim zeki insanlara “sansar” yakıştırmasını severim. Ele avuca sığmaz, nerede/ne zaman karşınıza çıkacağını bilemez, bir ânda da sıvışıp gitmelerine akıl sır erdiremezsiniz. O nedenledir ki, dokunmaya ürkersiniz!

Sartre’ın fiziksel olarak çirkinliğine itiraz eden var mı? Kendisi de bunun farkında olmalı ki Bernard-Henry Lévy, Giraud’la söyleşiminde şu hatırlatma da bulunur: “Ne dediğini anımsıyor musunuz? Filozof olduysam, gelmesi bu kadar geciken bu ünlülüğü böylesine arzu ettiysem, bu, aslında şu nedenledir: Kadınları etkilemek için.”

Ün, insan ruhunu okşadığı kadar, yıkıcıdır da bence!

İnsan kapanı da denebilir ün için. Hele günümüzde bunun nasıl bir öğüten değirmen olduğuna daha çok tanık oluyoruz. Her şeye rağmen, olumlayacağımız ünler vardır. Böyle bir konu açıldığında şunu hatırlamadan edemem:

Albert Einstein, ev değiştirmiştir. Akşamüstü sokağına gelir, ama döner durur, evini bir türlü bulamaz. Oyun oynayan bir çocuğu çevirir:

“Evladım, Albert Einstein burada hangi evde oturuyor acaba?” diye sorar. Çocuk da onun evini tarif eder.

Ün bazen böyle bir şeydir işte!

Ben böylesini severim. Ortada olmayan, görünmeyenini. “Bu ün değil, başka bir şeydir;” derseniz, itirazım vardır.

Bir dostluk örneği

Dostum Nükhet İpekçi’yle konuşurken, Ali Gevgilili’den söz etmişti. Amerika’da çocuklarının yanında yaşadığından, belleğinin pırıl pırıl işlediğinden okuyup yazışabildiğinden. Gözüm, kitaplığımda yan yana duran kitaplarına ilişmişti hemen. Gevgilili, ün ötesi bir yerde duruyor hâlâ yazıp ettikleriyle. Unutulmaz bir birikimin yansımasıdır şunlar: “Yükseliş ve Düşüş”, “Türkiye’de Yenileşme Düşüncesi, Sivil Toplum, Basın ve Atatürk”, “Türkiye’de Kapitalizmin Gelişmesi ve Sosyal Sınıflar”, “Çağını Sorgulayan Sinema”. Onun Abdi İpekçi ile inanmış/bağlanmış/sadakat gösteren bir dostluk bağını vardı.

Bazı yazarlar öyledir, sizi yazdıklarıyla bağlar kendine. Hiç tanımasanız, yüzünü görmeseniz, rastlaşmasanız bile yazdıklarıyla vardır sizin için. Galibe asıl edebî akrabalık da işte bu noktada başlıyor. Ama daha başka boyutları da var edebî akrabalıkların. Bunu da size anlatmak isterim.

Feridun Andaç – edebiyathaber.net (8 Ekim 2013)

Tüm yazıları>>>

Yorum yapın