Doğanın kalbine dönüşün romanı: Doppler | Sedat Sezgin

Ekim 3, 2019

Doğanın kalbine dönüşün romanı: Doppler | Sedat Sezgin

Başarı ve satın alma temeli üstüne kurulu yaşam şeklimiz bir gün bizi çıldırmanın eşiğine getirmeyecek mi? Ya da basit bir uyaran bile olsa bizi, yani insanı, kendi doğasını tanımaya veya özüne dönmeyi eninde sonunda sağlamayacak mı? Kapitalizmin her alanına hükmettiği hayatımız buna daha ne kadar dayanabilecek, daha doğrusu bir gün “Dur!” demeyecek mi? Erlend Loe’nin Doppler yapıtına baktığımızda bunun yanıtı kuşkusuz “Evet” olacaktır. Ferah bir ev, güzel bir eş, getirisi makul miktarda olan kariyer vaat eden iyi bir iş, sağlıklı çocuklar, insan daha ne istesin? Ama işte tamda burada Erlend Loe, bize bir “Durun!” diyor, sadece kendimizle ilgili değil, geçmişimizle ve hatta insanlığın geleceği ile ilgili sorular sordurtarak.   

Doppler bir adamın isteyeceği her şeye sahip, en azından görünürde ve birçoğumuzun da arzu ettiği bir hayatı var. Çocukluktan başlayan başarı hikâyesi neredeyse hiç aksamadan daima yürümüş, başarısının üstüne başka başarılar da ekleyerek daha da taçlandırmış. Ancak geçirdiği bir bisiklet kazası, muhtemeldir ki yakın zamandaki babasının ölümü de bunu tetiklemiştir, hayatı üstüne düşünmeye başlar. Kaza rutin olarak bisiklet sürdüğü bir ormanda, orman yolunda gerçekleşir. Hafif birkaç sıyrığın yanında başı darbe almıştır, zonklar, sırt üstü uzanır, dinler, sessizlik her yerde. Doppler bir anda daha önce hiç duymadığı ve hiç yaşamadığı duygular hisseder. Orman adeta dile gelir: ağaçlar, dalların sallanışı, yaprakların kıpırdanışı, otlar, çalı çırpı, yaban hayvanlar, vs. Her gün iş yerinde koşuşturan hayatı. Başarı ya da kariyer peşindeki arzularının anlamsızlığı cuk diye beyninin ortasına yerleşir. Kendi kişisel zamanını elinden çalan karısı, çocukları, akrabaları, arkadaşları ve dahası, hepsi bir anda birer yüke dönüşür, gözünde veya omuzlarında.

Sözü fazla uzatmaya gerek yok, bu kaza ya da bu darbe Doppler’in hayatını kökten değiştirmesini sağlar. Doppler artık modern hayatın içinde yaşayan bir çalışan, bir baba, bir eş, bir arkadaş ya da zalim kapitalizmin durmaksızın hareket eden çarkın dişlerinden biri değildir ya da görülebilen arzusu budur. Doppler bundan böyle bir avcı toplayıcı. Ormanda yaşamaya karar verir ve insanlardan olabildiğince uzak durmaya çalışır.

Ancak gün geçtikçe modern hayatın devamını sağlayan çarkın başka dişlerinin de kopmaya hazır olduklarını fark ederiz. Bunun için küçük bir uyaran bile yeterli olacaktır, en azından bu yapıtta böyle olduğuna tanık oluruz.

Derken kahramanımız uzun bir aradan sonra ormanda bir arkadaş edinir, bir geyik yavrusu, adını Bongo koyar. Aslında karşılaşmaları oldukça trajiktir, ama eğer bir avcı toplayı isen bu durum o kadar da büyük bir sorun olmaktan çıkar. Zira yaşamak için sevimli bir yavru geyiğin annesini bile yemek zorunda kalabilirsin, sonuçta doğanın en bilinen eski kanunu ne yazık ki bu: Yaşamak için diğerini midene indirmek. Göründüğü kadarıyla Doppler’in okura yansıyan mantığı bu, bunun için onu suçlayamam ne yazık ki.

Doppler zekice yazılmış bir roman, detaylar okuru düşündürdüğü gibi bolca da gülümsetir. Moby Dick’ten ve Hemingway’in İhtiyar Balıkçı’nından izler taşır, Doppler’in yavru geyik Bongo’yla olan ilişkisine bakınca bunu bariz bir biçimde görebiliriz. Hâkim kapitalist dünya görüşünün daha ne kadar süreyle böyle devem edeceği sorusunu da kendi yöntemiyle bir kez daha sorması bakımından önemlidir. Ve her ne kadar görmezden gelsek de aslında doğanın ayrılmaz bir parçası olduğumuzu da bir kez daha anımsatır.

Sonuç olarak Erlend Loe, bu yapıtında adeta insanın hayati önemde olan organlarının doppler filmini çekerek bu organları besleyen tıkanmış damarları ve tıkanmanın asıl nedenini okura, belki de insanlığa göstermeye çalışır. Kuşkusuz doppler filmden, pardon, Doppler’den anlayabilenler çok şey bulacaktır.

Sedat Sezgin – edebiyathaber.net (3 Ekim 2019)

Yorum yapın