Dile gelmeyen acılar | Şirvan Erciyes

Eylül 8, 2016

Dile gelmeyen acılar | Şirvan Erciyes

adi-baska-aci-baskaRoman, biyografi, derleme, inceleme-araştırma, mektup, monografi, çocuk edebiyatı gibi farklı alanlarda kitaplar yazan, sahnelenmiş iki tiyatro oyunu olan ve belgesel filmler de çeken İbrahim Dizman bu kez de Karadeniz’in son Ermenilerinden, Harut Usta’nın yaşamına odaklanan bir kitapla okura sesleniyor. 2016 baharında İletişim Yayınları “Anı Dizisi”nde yayımlanan eser  “Adı Başka Acı Başka” adını taşıyor.

İbrahim Dizman, farklı teknikleri ustalıkla bir arada kullanarak,  adeta biyografı ya da anı kitabı sınırlarını genişletmiş. Olayların kronolojik silsile gözeterek aktarıldığı ya da karşılıklı soru ve yanıtlarla ilerlediği bir kitap değil “Adı Başka Acı Başka”. Kimi zaman kurgu tadı veren anlatı  aynı zamanda tarihsel belgelerle destekleniyor. Bu nedenle de sözlü tarih çalışmalarından da ayrılıyor. Tarafsız dili kitabın öne çıkan özellikleri arasında. Ayrıca acı odaklı bir kitap değil, onca acıya karşın, yaşamda mutlu, kitapta anlatılanlar ve güzel şeyler olduğunu da fısıldıyor okurun kulağına.

Devletlerin kimlik inşası için kullandığı başat faktörlerden olan tarihin, nesnelliğinden ve objektifliğinden dem vurulur sürekli, ancak oyun hamuru gibi, kimin elindeyse ona göre şekillendiğine tanık oluruz genellikle. Liselerde okutulan tarih kitapları, savaşlar, antlaşmalar, toprak kazancı ve kayıpları ile ilerlerken insandan olabildiğince uzağa düşmüş ve adeta gençleri tarihten uzak tutmak için hazırlanmış gibidir. İşte tam da bu yüzden özellikle de yakın geçmiş en uzağımızdır. Yakın geçmiş, hafızalardan silinerek, yok sayılarak, görmezden gelinerek, külle kaplanmış gibidir. Bu külü üfleyerek, yok sayılan kesiti görünür kılmak adına güzel çabalar var neyse ki. “Adı Başka Acı Başka” tam da böylesi bir çabanın ürünü.

Ordu’da yaşayan son Ermenilerden bakır ustası Harut Artun ve ailesinin, tehcirin öyküsünü okuyoruz kitapta. Ayrıca yirminci yüzyıl başlarında Ordu ve civarının sosyal ve ekonomik yaşamı hakkında fikir verecek ilgi çekici pek çok detay satır aralarına sinmiş. Ordu’da Ermeni, Rum ve Türklerden kurulu yirmi beş parçalık bir bando ya da orkestranın olduğunu, konserler vermek için Trabzon’a gittiğini öğreniyoruz örneğin. Ya da bugün İsmet Paşa ilkokulu olan eski Ermeni Mektebi’nin üst katında yer alan salonda tiyatro oyunları oynandığını, sürgün öncesi kentte yaşayan bazı Ermeni tüccarların Avrupa’ya gidip geldiğini, hatta kente Fransa’dan gelenler olduğunu… Fındık ticareti yapan zengin Ermeni aileler, her milletten müşterisi olan Rum ve Gürcü meyhaneciler, kardeş gibi anlaşan Ermeni ve Türk gençlerin yaşadığı sokaklar.

Ordu’nun tarihi hakkında önemli bilgiler verildikten sonra Birinci Dünya Savaşı süreci ve tehcire değiniliyor. Tehcirin nedenleri ya da haklı haksız ikilemi yerine yalnızca insanı ve insani olanı anlatma çabasında, Dizman. Harut Artun, tüm kırgınlıklarına karşın yapıcı bir dille vefadan ve iyilikten yana bir dille aktarıyor olanı biteni. Yaşanılanları bir de Ermenilerin gözünden okumak isteyenler için ilginç ve ezber bozucu bir kitap.

1915 Anadolu’sunda yaşananların nedenleri üzerinde uzun uzun durulabilir, bu konularda pek çok kitap yazılmış, yazılmakta. Birbirini zıddı tezler ileri sürülmekte. Uçlar arasında süregiden tartışma ortamında uzlaşı zemini bulmak neredeyse olanaksız. İnsan göz ardı edilerek, gelecek kuşaklara bir nefret yumağı bırakılacak gibi görünüyor. Bu kitap nefrete bir itiraz olarak okunabilir.

Harut Artun, anımsadıklarını ve işittiklerini aktarıyor. Pek çok Ermeni gibi, onun ailesinde de yitip gidenler, ölümler, kapanmayan yaralar var. Ama o ısrarlar ve inatla doğduğu ve ait olduğu toprakları terk etmiyor. Ermeni kimliğini koruyarak ve babasından öğrendiği bakırcılık mesleğini icra ederek Ordu’da yaşamaya devam ediyor.

Kafileler halinde Ordu’dan göçe zorlanan Ermenilerden sağ kalanlar, kaçmayı başaranlar ortalık durulduktan sonra geriye dönüyor. Annesiz babasız kalmış, komşuları tarafından himaye edilen Ermeni çocukları toparlayarak bir enkazın üstünde yeniden yaşam kurmaya çalışıyorlar. Kimi Ermeni intikam güdüsü ile çetelere katılırken, Harut Artun’un babası şans eseri kurtulmayı başardığı sürgünden sonra Ordu’da eskisi gibi yaşamaya devam etmek istiyor. Kendisi gibi ailesini yitirmiş bir kadınla evlenerek çocuklarını Ordu’da büyütüyor.

Harut Artun’un mutlaka okunması gereken aile öyküsünün detaylarına girmek henüz kitabı okumamış olanlara haksızlık olacaktır. Ancak okurların karşılaşacağı sarsıntıya hazırlıklı olması gerekir. Yazar İbrahim Dizman ve Harut Artun, yaşanan kötülükleri öne çıkarmak yerine iyi insanlardan bahsediyor ve iyilikle besliyor öykülerini, ancak elbette yaşanan trajedinin korkunçluğunu azaltmıyor bu durum. Ermenilere yardım eden Türk aileler, Harut Usta’nın babasını ve arkadaşlarını saklayan Alevi köyünün ahalisi, çocuklara sahip çıkan komşular minnetle yad ediliyor.

Bu büyük yangından geriye kocaman bir susku kalıyor. Sağ kurtulanlar asla dinmeyecek bir fırtınanın içinde tamamlıyor kalan ömürlerini. Korku ve kederle büyüyen bir fırtına. Susuyorlar, en yakınları ile bile konuşmuyorlar, tehciri ve yaşanılanları. En yakınlarını soruyor çocuklar; amcaları, halaları, teyzeleri, büyük anne ve babaları. “Öldü” demekle yetiniyor anne ve babalar, hiçbir detaya girmeden. Çocukları bu trajedinin ağırlığı altında ezilmesin istiyorlar, böylece onları koruyacaklarını düşünüyorlar. Seneca’ya atfedilen sözde olduğu gibi “Hafif acılar konuşulabilir, ama derin acılar dilsizdir.” Acının  derinliği onu dile getirmeyi güçleştiriyor elbette ancak bu suskunun kökeninde korku olduğu da yadsınamaz. Korkudan dile getirmekten kaçınıyor yaşanılanları geride kalanlar. Korktukları için onları kim suçlayabilir?

Bu konular konuşulmaya başlayalı çok olmadı esasen. Yitip gidenlerin çocukları, torunları kimliğinin / köklerinin peşine düştüğünde bölük pörçük öykülerle karşılaştı. Artık Müslüman ve Türk olmuş kadınların ve adamların büyüttüğü Türk ve Müslümanlar esasen Ermeni olduklarını öğrendiklerinde artık Ermenilik onlar için kimlik temsilinin bir parçası olamayacak kadar uzaktı.

Suskunun kırılmaz sanılan sert kabuğunu kırma adına önemli bir çaba olarak yazın dünyamızda yerini alan “Adı Başka Acı Başka” Ermenilerin penceresinden bakabilme, Karadeniz’in tarihçesi ve geçmişle barışabilme adına atılmış önemli bir adım. Okundukça önyargıların kırılmasına katkı sağlayacaktır kuşkusuz.

Şirvan Erciyes – edebiyathaber.net (8 Eylül 2016)

Yorum yapın