Dilâ Hanım: Balkan Zenginliğini Anadolu’ya Sıkıştıran Bir Uyarlama | Rıza Oylum

Ekim 4, 2018

Dilâ Hanım: Balkan Zenginliğini Anadolu’ya Sıkıştıran Bir Uyarlama | Rıza Oylum

Necati Cumalı (1921-2001); roman, öykü, tiyatro oyunu, şiir, deneme ve gezi yazısı üretimleriyle edebiyatımızın çok yönlü sanatçılarından biri. Sinemamızın da en önemli beslenme  kaynaklarından. Cumalı’nın eserlerinden Türk sinemasının başlangıcından 2018 yılına kadar 12 sinema filmi yapıldı.  Bu filmler; Boş Beşik (1952), Tütün Zamanı (1959), Susuz Yaz (1963), Boş Beşik (1969), Susuz Yaz (1973), Dilâ Hanım (1977), Derya Gülü (1979), Mine (1982), Tutku (1984), Dul Bir Kadın (1985), Adı Vasfiye (1985), Uzun Bir Gece (1986), Ay Büyürken Uyuyamam (2011) filmleriydi. Kimisi aslına sadık kimisi çeşitli değişiklikler barındıran bu uyarlamalardan bir olan Dilâ Hanım, Necati Cumalı’nın Makedonya 1900 isimli öykü kitabındaki Dilâ Hanım isimli eserin aynı isimli uyarlaması. Filmin yönetmeni Orhan Aksoy, senaristi ise Sefa Önal’dır.

Makedonya 1900 isimli kitabın ilk baskı tarihi 1976’dır. Altın Kitaplar Yayınları’ndan çıkan kitapta; Evimiz, Babam, Dayım, Dilâ Hanım, Zole Kaptanın Ölümü, Kurt Kanı, Uçak, Korku, Mavi Tencere, Arif Kaptan ile Oğlu, Bazen Bir Savcı adlı öyküler var. Kitap yayınlandığı yılın ertesi yılında 1977 Sait Faik Hikâye Armağanı’nı almıştı. Film kitabın çıkışının hemen ertesi yılı çekilmişti.

Cumalı’nın bu öyküleri; yaşadıklarından, gördüklerinden ya da izlenimlerinden beslenerek yazdığı öyküler değil. Balkan göçmeni bir ailenin evladı olan usta yazar, bu öyküleri ailesinin Balkan anılardan beslenerek kaleme alır. Yazar bu öykülerin nasıl ortaya çıktığıyla ilgili olarak şu ifadeleri kullanır:

“Makedonya 1900’de topladığım öyküler, çocuk yaşımdan başlayarak annemden, babamdan dinlediğim olaylardan doğuyor. Uzun yıllar yazmak istediğim konulardı. İlk notlarımı 20-25 yıl önce almaya başlamıştım. Değişik tarihlerde yazmaya başladım. Yarıda bıraktım. Daha doğrusu yazmamı geriye bıraktım. Sanatımda olgunlaşmayı bekledim. Annemden, babamdan dinlediğim olaylar genel olarak anı niteliğindeydi. Anı ile öykü ayrı ayrı şeylerdir. Bu anıları giderek öyküleştirmeye çalıştım. Kitabımda okuyacağınız öyküler bu çabanın sonunda oluştu” (Cumalı, 1990: 243).

Bu öykülerin yazar üzerindeki etkisinden bahsederken, Balkan toplumlarının da yazar üstünde bıraktığı etkileri görmek olasıdır:

“Bu konular bana ilk dinlediğim günlerden başlayarak değişik nedenlerle çekici geldi. İlk gençlik yıllarımda konuların çekici yönü benim için vurucu, çarpıcı öyküler olmalarıydı. Giderek konuların özünde yatan trajik çatışmaları görmeye başladım. Balkan halkları hakkında gezilerimle, okuduklarımla, bilgilerim arttıkça bu halkların birleşik yönlerini, insancıl bir açıdan ilişkilerinde ilerlemiş denilebilecek yakınlıkları gördüm” (Özer, 1977: 5).

Dilâ Hanım öyküsü Makedonya’da geçer. Öyküdeki karakterler, o coğrafyanın kültürel çeşitliliğini yansıtırlar. Arnavutlar, Türkler, Bulgarlar vb. milletlerden insanlar öyküde özbenlikleriyle yer alırlar. Ayrıca inanç çeşitliliği de öyküde kendine yer bulur. Hıristiyan ve İslam inancından insanlar farklılıklarını koruyarak bir arada bulunurlar:

“Beyin çobanlarından iri yarı iki Gega (Kuzey Arnavutluk Arnavut’u) bütün silahlarını kuşanmış” (Cumalı, 2013: 41).

“Perleşevitsiya’da durdular. Yolları üzerindeki ilk Arnavut köyüydü. Geceyi köyde, beylerini tanıyan bir Arnavut’un avlusunda…”  (Cumalı, 2013: 42).

“Gülünç, Malarika dağı yamaçlarında, çoğunluğu Arnavut ile Türk, biraz da Rum karışık üç yüz hanelik bir köydü” (Cumalı, 2013: 48).

“Demek dört kişi, dört koca Gega, bir Makedonyalının hakkından gelemediniz, kolunu bacağını zapt edemediniz” (Cumalı, 2013: 57).

Öyküde milletlerle beraber Balkan coğrafyasının köyleri, şehirleri, gölleri de belirgindir. Yazar öyküsünü son derece görsel bir dille mekân ayrıntılarını vererek okuyucuya sunar:

“Bir saat sonra Malinka dağı eteklerinde yol bayıra vurduğu sırada soğuk kırıldı”  (Cumalı, 2013: 41).

“Perleşevitsiya köyüne girdiklerinde gecenin karanlığı inmişti”  (Cumalı, 2013: 42).

“Çok uzaklarda Prespa, Ohri gölleri soluk mavi sularıyla göğün yere düşmüş birer parçası gibi yamanıyorlardı bu kar örtüsüne… Dağı aştıktan sonra çok çok bir saatlik bir yol kalırdı Bogradiç’e (…) Malinka dağının güney etekleri ise açıklıktı. O yakada Goriçka, Sarıgöl kar tutmazdı” (Cumalı, 2013: 43).

“Kuzey Arnavutluk’un, belki de bütün Makedonyo’nın en büyük sürüsüydü, kahyası olduğu sürü”  (Cumalı, 2013: 46).

Öyküdeki temel iki tema, aşk ve intikam temalarıdır. İkisi de aynı kişiler arasında gelişir. Öyküdeki intikam olgusunun nedeni, Rıza Bey’in Arnavut Beyi’ni öldürdüğü iddiasıdır. Yazar bu olayın nasıl geliştiğini oldukça başarılı bir tasvirle okuyucuya sunar:

“Beyi kimin vurduğu açıkça bilinmiyordu. Daha sonra ölüyü yaylaya taşırken Rıza Bey’in vurduğu söylenilmeye başlandı. Düpedüz yakıştırmaydı bu. Beylerini vuranın, bey olmasını uygun görmüşlerdi. Rıza Bey namlı atıcılardandı. Bir kez adı geçtikten sonra,  gerçek suçluyu araştırmalarını önleyen bir direnme duygusuna kapıldılar. Beylerini Rıza Bey’in vurduğuna inanıp kabullendiler” (Cumalı, 2013: 45).

Öyküdeki aşk temasının ortaya çıkmasını ise öykücü, Dilâ Hanım’ın Rıza Bey’i gördüğünde hissettikleri üzerinden okuyucuya sunar:

“Göğüslerinde sırtında, dudakları ucunda biraz daha dinleyecek olursa kasıkları arasında ürpermeler, sıcaklıklar duyuyordu. Bir yanları akıp gidiyordu yabancıdan yana. Ne güzel erkekti! Kocasının ölümünün ikinci yılı dolmak üzereydi. İki yıldır hiçbir erkek karşı cinsten olduğunu hatırlatmamıştı ona”  (Cumalı, 2013: 67).

Öyküden Sinemaya Dilâ Hanım

1977’de çekilen filmin genel akışı öykünün konusuna uygundur. Ancak öyküyü özgünleştiren zenginlikler filmde karşımıza çıkmaz. Filmin konusu şu şekildedir: Kocası vurulan Dilâ Hanım kocasının öcünü almak için Kara Haydar’la anlaşır. Dilâ Hanım, Rıza Bey’i bulmak için yola çıkar. Yolda yaralı bir adama rastlar, onu konağa götürür. Kendisi de Rıza Bey’in konağına gider ancak eli boş döner. Yaralı bulduğu adam Rıza Bey’dir. Kendisini Değirmenci Yakup olarak tanıtır. Onu değirmene götürür. Yakınlaşmaları, birbirlerine ilgi duymaları bu değirmen çevresinde olur. Statülerinden bağımsızlaşarak birbirlerinin insani yönlerini keşfederler. Dilâ Hanım, değirmencinin Rıza Bey olduğunu öğrenince onu yaralar. Onunla olmak istemez. Daha sonra öykü İstanbul’a taşınır. Rıza Bey kendini İstanbul’un burjuva çevrelerine bırakır ve bohem bir dönem geçirir. Dilâ Hanım da onu aramak için arkasından İstanbul’a gelir. Kaldığı lüks otelin resepsiyonuna onu nerde bulabileceğini sorar. Resepsiyon çalışanı Dilâ Hanım’ı Hilton Otel’in havuzuna yönlendirir. Bu sahnelerde kent ve taşra arasındaki kültür çatışmasını görürüz. Öyküde olmayan bu yaklaşım filme eklemlenmiştir. Dilâ Hanım, burjuva çevreleri içinde Rıza Bey’i bulur. Ona silah doğrultur ancak vuramaz. Tekrar konağa döner. Yörelerindeki köy düğününde bir araya gelen ikili aşklarına ket vuramayıp birlikte oynarlar. İlerleyen sahnelerde, Dilâ Hanım’ın adamları tarafından öldürülürler.

Film ve öykünün birbirinden önemli farklılıkları söz konusudur. Filmde kültürel çeşitlilik ve tarihsel arka plan yok edilmiştir. Makedonya’da geçen öykü, Anadolu’ya taşınmıştır. Film Kapadokya’da çekilir. Böylece millet ve inanç zenginliği kaybolur. Üstelik yazarın anlattığı coğrafi özelliklerin zenginliğini de filmde bulamayız. Karlar arasında Arnavut Beyi’nin ölüsünün taşınma macerasının anlatımıyla başlayan öyküye karşılık atmosferin derinliğini yok eden yaz ayında taşınan bir naaşla açılır film. Öyküde bütün milletler kendi özellikleriyle yer alırlar. Söz gelimi Rıza Bey’i vurmaları için tutulan adamlar, Kuzey Arnavutluktandır. İri yarı ve iyi silah kullanmalarıyla meşhurdurlar. Dilâ Hanım da Arnavut’tur. Arnavut inatçılığıyla kocasının katili olduğunu düşündüğü Rıza Bey’in peşini ısrarla bırakmaz. Umuttan inada dönen Dilâ Hanım’ın öç alma dürtüsü, Bir Arnavuttan bekleneceği gibidir. Filmde bu derinlikler yoktur. Üstelik öyküde Arnavut özelliğiyle sarışın ve beyaz tenli olan Dilâ Hanım, filmde esmer Türkan Şoray tarafından canlandırılır. Makedon olan Rıza Bey de Karadağlı Rıza Bey olarak sunulur. Arnavut Beyi de Barazoğlu İbrahim Bey olarak verilir. Filmde hiçbirinin getirdikleri kültürel özellikler yoktur.

Öyküde kocasının öcünü almak için Dilâ Hanım kâhyasıyla anlaşırken, filmde dağlarda yaşayan bir eşkıya olan Kara Haydar’la anlaşılır. Eşkıya Kara Haydar, vuracağı adamın Rıza Bey olduğunu öğrenince kabul etmek istemez. Ancak Dilâ Hanım’ın güzelliğinden etkilenir. Öyküde kâhyasına sürülerinin yarısını vermeyi taahhüt eder. Filmde ise eşkıya Kara Haydar, Dilâ Hanım’ı görür, beğenir. “Senin gibi güzel bir kadına hizmet etmek her erkeğe nasip olmaz.” deyip teklifi kabul eder. Ne istediğini söylemez. “Zamanı geldiğinde istediğimi gelip alırım” der. Rıza Bey’e pusu kurmadan önceki gün de Dilâ Hanım’a, “Yarın herkes muradına ermiş olacak.” der. İzleyiciye hissettirilen, Kara Haydar’ın Dilâ Hanım’ın kendisini isteyeceğidir. Ancak yaralı olarak konağa gelip konağın önünde ölür.

Öyküde yaralanan Rıza Bey bir tanıdığının evinde kalır. Filmde ise tesadüf eseri Dilâ Hanım’ın konağında misafir edilir. Öyküde Dilâ Hanım erkek kılığında Rıza Bey’i bulmak için onun gittiği hana gider. İlk defa orda onu görür. Filme bu durum, Dilâ Hanım’ın erkek kılığında Rıza Bey’in konağına gitmesi olarak yansır. Rıza Bey, Dilâ Hanım’ın karşısına bir değirmenci olarak çıkar. Öyküde tek başına kendini vuran Dilâ Hanım, filmde Rıza Bey’le birlikte adamları tarafından vurulur ve el ele ölürler.

Başlangıcından günümüze kadar, Türk sineması edebiyattan beslenerek gelişim gösterdi. Ancak senaristler çoğunlukla edebiyat eserlerini hazır senaryo metinleri olarak görme hastalığından kurtulamadılar. Dilâ Hanım uyarlaması, bu durumun somut örneklerini bünyesinde barındırıyor. Öykünün zenginliğinden haberdar olunmadığında oyuncularının ve müziklerinin çarpıcılığıyla ses getirmiş bir filmdir. Ancak film, öykünün çok boyutlu, çok milletli panaromasının yanında sönük kalır.  Yazılı eserleri görsel bir dünyada yeniden var ederken onların ana fikrini ve derinliğini koruyan uyarlamaların son yıllarda çoğaldığını söyleyebiliriz. Yeşilçam dönemindeyse Dilâ Hanım örneğinde olduğu gibi edebiyat eserlerinin arka planının ve zenginliğinin çoğu zaman görmezden gelindiğini söylememiz mümkündür.

Kaynakça

Cumalı Necati, Yeşil Bir At Sırtında, Can Yayınları, İstanbul, 1990

Özer Kemal, Sait Faik Armağanı’nı Cumalı Aldı, Makedonya 1900, Cumhuriyet Gazetesi Yıl: 1977, s 4

Cumalı Necati, Makedonda 1900, Cumhuriyet Kitaplığı, İstanbul, 2003

Oylum Rıza, Türk Sinemasında Necati Cumalı Uyarlamaları, Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2016,Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi’nden hareketle yazılmıştır.

edebiyathaber.net (4 Ekim 2018)

Yorum yapın