Deniz Gezgin’e 6 soru | Can Öktemer

Mayıs 11, 2018

Deniz Gezgin’e 6 soru | Can Öktemer

Hazırlayan: Can Öktemer

En son okuduğunuz kitabın adı nedir?  İzlenimlerinizi öğrenebilir miyiz?

En son Ursula K.Le Guin’in yorumuyla Lao Tzu’nun Tao Te Ching’ini okudum. Bülent Somay ve Ezgi Keskinsoy çevirisiyle çok yakın bir zamanda Metis Yayınları tarafından yayımlandı. Epeydir heyecanla beklediğim bir çeviriydi. İki bin beş yüz yıl öncesinden seslenen, Batı dillerine defalarca çevrilmiş bir metni Ursula K Le Guin’in yolu yordamıyla okumayı bir şans kabul ediyorum. Çünkü Le Guin’in de dediği gibi Tao Te Ching derin kaynaklar arasında suyu en berrak olanlardan. Düz yazının sınırlarından taşarak şiire bürünmüş ve yine Le Guin’in deyişiyle güzelliğini anlamından bulmuş. Tao Te Ching’den taşan sesler canlılığını sürdürdüğü için okunduğu her çağda diridir. Le Guin’in bir Yol Kitabı olarak kabul ettiği bu kaynağı yöneticiler için el kitabına dönüştürenler, şiiri düzyazıya, sesleri terime çevirerek Tao Te Ching’in cansız bir kopyasını çıkarmışlar. Bu yüzden beni bu çeviride en çok etkileyen Ursula K. Le Guin’in dokunuşuyla Lao Tzu’nun serbest akan seslerinin yeniden açığa çıkması oldu. Le Guin’in kaynaktaki hiçbir öneriyi bir kanıya sabitlemeden içinden neşe, tevazu ve sonsuz imkan çıkaranyorumuyla Tao Te Ching’i okumak sanırım “yoldan çıkacaklar” için de ferahlatıcı.

Son okuduğunuz kitapta, en beğendiğiniz cümle ya da alıntı nedir?

Olmamanın Yararları adlı metinden şu dizeler kafamda dönüp duruyor:

“Oda yapmak için

Oyulur kapı ve pencere.

Odanın olmadığı yerdedir

Yaşanacak yanı.”

Yeni bir kitaba başlamadan önce arkadaşınızdan mı tavsiye alırsınız, kitap eklerinden mi yararlanırsınız yoksa tamamen sezgilerinizle mi hareket edersiniz?

Yayın dünyasını, özellikle de ilgi alanıma dair yayım yapanları zaten yakından takip etmeye çalışıyorum böylece yeni kitaplardan önceden haberim oluyor. Beklediklerim, birikenler derken okuma listem şekilleniyor. Tek sosyal medya hesabım olan Twitter’a da aslında en çok bu amaçla ihtiyaç duyuyorum, kitap ekleri de var tabii ama kitap seçmemde eskisi kadar etkili olduklarını söyleyemeyeceğim. Genel olarak yayınevlerini, editör ve çevirmenleri takip ederek okuma listemi oluşturuyorum. Okuduğum bazı yazıların referansları da çok etkili bir kaynak. Bilhassa ne okuduğunu merak ettiğim, tavsiyelerine kulak verdiğim arkadaşlarım sayesinde yetişemediğim ve gözden kaçırdığım kitaplardan haberim oluyor. Bunun ötesinde küçük kitapçıları, sahafları çok seviyorum, nadiren de olsa şehre gittiğimde bu kitapçılarda uzun uzun kitapları karıştırabiliyor ve okuyacaklarımı seçebiliyorum.

Keşke bu kitabı ben yazsaydım dediğiniz bir kitap var mı?

Bugüne kadar içimden hiç böyle bir şey geçirmedim. Okurken beni heyecanlandıran, sarsan, çok sevdiğim kitaplar için olsa olsa ne güzel yazılmışlar derim ve bu esnada kendi yazarlığımı hatırlamam çünkü bir kitaptan çok etkilenmişsem zaten beni içine çeken o dünyada kaybolmuşumdur, kimseyimdir ya da belki o dünyadan birinin yerine geçmiş, onda gördüğüm, duyduğum başka bir varlığa dönüşmüşümdür. Bana kalırsa okumanın büyüsü de buradan gelir, yer ve form değiştirme imkânından. Bununla birlikte yazdığım ve yazacağım kitaplar yazmayı coşkuyla istediklerimdir aksi halde hiç var olamazlar.

Yazdıklarınızı ilk olarak ne zaman gün ışığına çıkardınız ve ilk kimlere okuttunuz?

Çocukken yazdıklarımı çoğunlukla saklı tutar veya yok ederdim. Biraz daha büyüdüğümde kendisi de metinler yazan ve tiyatrocu olan abimle yazdığım bir oyunu paylaştığımı hatırlıyorum. O ve arkadaşlarının beni yüreklendirişleri içimde iyi yer etmiş olmalı. İlk kitaba gelince, onu hem düşünce aşamasındayken hem de yazmayı tamamlayınca ilk kez İsmail’le paylaştım. YerKuşAğı da Ahraz da yayınevine yola çıkmadan önce defalarca ve çok farklı gözlerden okundu. Ayrıca çok önemsediğim sesli okumalar da var tabii, kalemi bıraktıktan sonra yazdıklarımı bir de başkasının sesinden duymak başka oluyor. Bu o uzunca kendinden geçiş sonrası biraz kendine gelmek gibi.

Belirli yazma alışkanlıklarınız var mı? Gürültülü bir yerde mi yoksa sessiz bir ortamda mı yazmaktan hoşlanırsınız?

Yalnız yazmayla ilgili değil hiçbir durumda gürültüye dayanamıyorum. Buna karşı bir savunma geliştiremedim henüz, gürültüden çok etkileniyor, sersemliyor ve sonucunda hasta düşüyorum. Fakat sesi gürültüden ayırmak gerek sanırım, sesli bir yerde elbette çalışabilirim, hayvan ve çocuk cıvıltıları, adımlar, mırıltılar, hışırtılar ve her türlü canlılık alameti çalışma isteğimi artırabilir. Fakat etrafımızdaki sesleri bastıran ve sessizliği boğan her türlü gürültü, yazmak şöyle dursun yaşamak için bile hayli zorlayıcı. Gürültüyü dinleyemezsiniz o seslerden oluşmaz. Sesler birbirine karıştıkça çoğalır, çocuk sesi sudan geçer suyunki rüzgârdan o da taşınırken hafifçe dağılır, çizip kırmaz. Aslında bu soru çok kritik bir zamanda geldiği için tahammülsüzce yanıt vermiş olabilirim. Malum inşaat mevsimi, dağın başında da yaşasanız dişliler her yere yetişiyor. Son günlerde sabah gözümü canavar adı verilen bir iş aletinin gürültüsüyle açıyor tüm gün balyoz sesleriyle yerimden zıplıyorum, kaptaki su bile tozla kaplı. Oysa bu serçelerin yavru uçurduğu, karatavukların durmadan şakıdığı, otların boylandığı, göçerlerin döndüğü açma açılma mevsimi. Şimdi iş makinalarının gürültüsünden hepsi tedirgin. Böylesi bir kapatılmayı ve mülk sahiplerinin arsızlığını anlayamıyorum. Kapatılmaktan kastım her birimizinki, işçinin, ağacın, gün ışığının ve hatta sahip olanınki de. Hani geçtiğimiz günlerde çok soruldu ya “iyi bir komşu kimdir?” diye bunu bir de kuşlara, etrafımızda yaşayan canlılara sormalı. Tabii hakkımızda diyeceklerini gürültüden duyabilirsek.

edebiyathaber.net (11 Mayıs 2018)

Yorum yapın