David Vann: “Kitaplarımı verip babamı almak isterdim”

Aralık 10, 2012

David Vann: “Kitaplarımı verip babamı almak isterdim”

Haber Türk Gazetesi’nden Ümran Avcı’nın “Edebiyat Söyleşileri”nde bu haftaki konuğu David Vann’dı.

13 yaşında babasını intihardan kaybedince ağır bir travma yaşayan David Vann, edebiyatın gücüyle yaşama tutuldu. İntihar üzerine hikayeler yazan Vann, bu dosyayı tam 12 yıl çekmecesinde tuttu. Yayımlandığında ise David Vann artık ödüllü bir yazardı…

Babası, eski eşiyle telefonla konuşurken tabancayla intihar etti. Bu trajik sondan çok etkilenen 13 yaşındaki oğlu David Vann 15 yıl boyunca uykusuzluk hastalığına yakalanıp, 20 yıl boyunca da babası gibi intihar edeceği korkusu yaşadı. İntihar hikayeleri yazarak yaşama tutundu. Bu dosya tam 12 yıl çekmecede bekledikten sonra “Bir İntihar Efsanesi” adıyla yayımlandığında David Vann artık dünyanın tanıdığı ödüllü bir yazardı. Geçtiğimiz günlerde İstanbul’a gelen David Vann, hem trajik hikayesini hem de “Bir İntihar Efsanesi”ni HT’den Ümran Avcı’ya anlattı:

13 yaşında babanızı çok trajik bir şekilde kaybettiniz. Bu sizin bir travmanız. İstemezseniz bu konuda hiç konuşmayabiliriz…

Öyle bir aileden geliyorum ki beş intihar, bir de cinayet var. Bu tek şeye yarıyor artık hiç utanmıyorsunuz. Alışmış oluyorsunuz, dolayısı ile bu konu hakkında rahat rahat konuşabiliriz. Muazzam bir özgürlük hissediyorum. Alaska’da 1980 yılının 5 Mart’ı babam çok yalnız. Ardında iki evlilik bırakmış ve onu başka bir adam için terk eden üvey annemle barışmak istiyor. Aynı zaman dişçi olmaktan nefret ediyor. Bunu yalnızca para için yapıyor. Kendine yeni bir ev yapmış fakat bomboş. Çok izole bir hayat yaşıyor. Devlet vergi borçları nedeniyle peşinde. Kendini bana ve kız kardeşime karşı çok suçlu hissediyor. Ve California’daki üvey annemi arıyor, “Seni seviyorum, sensiz yaşayamayacağım” diyor ve telefonda intihar ediyor. Son derece acımasızca.

Olayı nasıl öğrendiniz?

California’da annemle kumsaldaydık. Telefon geldi ve annem ‘Ah benim çocuklarım’ diye ağlamaya başladı. Dedem öldü zannettik. ‘Babanız kendini vurdu’ dedi. ‘Ayağını bir yere mi vurdu?’ diye sordum. Reddediyordum. ‘Hayır baban kendini başından vurdu’ dedi. Odama kaçtım. En acıklısı 8 yaşındaki kardeşimin yüz ifadesiydi. “Bir İntihar Efsanesi”ndeki altı hikaye bu intiharı farklı açılardan anlatıyor.

Yaşadığınız travmayı atlatmakta edebiyatın yardımı mutlaka olmuştur 

Terapi de, yazmak da gerçeğe dair. Terapide saklı bir gerçeği bulur, yazarak da gerçeği ararsınız. Yazının ardında farklı bir motivasyon var; bu da güzellik. Yazmak benim için bu çok berbat ve çirkin aile hikayelerinden güzel bir şey yapmak. Ailedeki beş intihar ve cinayet Alaska ve Kuzey California’nın olağanüstü doğası fonunda oldu. Yazdığım şey kurgu. Hiçbiri bu intiharları birebir anlatmıyor ancak bu kurguyu anlatacak duygusal malzeme de geçmişimde fazlasıyla mevcut. Yazarken bir planım yok. 30 yıl önce yaşadığım bu hikayeler bambaşka suretlere bürünüyor. Yazmanın tamamen bilinçaltından geldiğine inanıyorum. Çünkü bir İntihar Efsanesi’ni yazarken amaç babamı anlamaktı fakat bir noktadan sonra babamın intiharını anlamak oldu. Onun için yazmaya başladım. Bir noktadan sonra hikaye bambaşka bir yere gitti. Kitaptaki novellanın arkasında bir şey var; babam o yaz Alaska’ya gelmem ve yazı onunla geçirmem konusunda çok baskı yaptı fakat ben gitmedim. Bu hikayede kendime gitme şansı verdim.

Bu suçluluk duygusundan dolayı belki de orada çocuğu öldürdünüz? 

Evet aynen öyle. Babamın intiharından sonra resmen babamın vücudunun ağırlığını üzerimde taşıdım. Hikayede de çocuğu öldürerek, çocuğu babaya taşıttım. Bir şekilde psikolojik bir öç aldım. Ben onu nasıl hayat boyu taşıdıysam, hikayede de baba çocuğu bir süre taşımak zorunda kalıyor.

Bir anlamda babanızın intiharın bedelini yazarak ödettiniz?

Doğru, müthiş bir utanç var ancak duygular çok karışık. Yalnız öç alma duygusuyla açıklanabilecek şeyler değil. Yaşadığım utanç nedeniyle üç sene insanlara babamın kanserden öldüğünü söyledim. Otuz yıl boyunca içimde çok yoğun bir öfke taşıdım. Bu öfkenin ardında şu vardı; benim sevgim onun intihar etmemesi için neden yeterli olamadı? Yazmanın bir amacı da onu hayata geri getirmek. Olanları olmamış kılmak, o süreci tersine çevirmek. Bir yerde bunun için de yazdım.

Caribou Adası”nda babanıza çok benzer bir karakter var kitabın sonunda da o ölüyor. Babanızı bir hikayede yaşatıyor ama bir diğerinde öldürüyorsunuz?

Evet bu da doğru ancak bir kere ölürsün, bir kere de insanlar seni unuttuğunda ölürsün. Ben hiç değilse onu unutmadığını gösteriyor ve yaşatmaya çalışıyorum.

İlk hikayede çocuk ile babanın bir otel odasındaki son görüşmesi var. Babanın gece ağladığı bir sahne hikaye edilmiş. Babanızla son görüşmeniz de böyle miydi? 

Sizi tebrik ederim. Çok doğru bir saptama. Tam anlamıyla çok iyi bir okursunuz. Gerçekten de babamla son görüşmemi tasvir ettim orada. Bir kayak merkezinde, otel odasındaydık. Geceydi, babam ağlıyordu. Bu benim için çok rahatsız ediciydi. Çünkü babamın çöküntüsünü o noktada gördüm. Aramızda bir diyalog olmadı ama onun depresyonunu hakikaten çocuk gözümle tank oldum. Onun intihar edeceğini tahmin etmedim ama işlerin yolunda gitmediğinin farkındaydım. Ve o son görüşmemizdi.

Babanızı affedebildiniz mi?

Evet öfkem bitti. Sonradan anladım ki bu öfkenin ardından sevgi var. Bir şekilde onu özlediğimi, sevdiğimi ve bu yüzden de ona bu kadar çok öfkelendiğimi görüyorum…

Derslerinizde çok başarılıymışsınız. Bu kadar travmaya rağmen nasıl geldi bu başarı? 

Annem bizi çok çalıştırırdı. Diğer taraftan ikili bir hayat yaşıyordum. Gündüzleri çok iyi bir öğrenciydim. Geceleri – annem büyük bir hata yaparak bana babamın tabancalarını vermişti – uyuyamayıp etrafa ateş ediyordum. Bu silahlardan biri bir ayıyı öldüren Magnum’du.

Siz de yıllarca intihar korkusu yaşamışsınız…

Evet ciddi bir korku vardı. Kendimi rahat bırakamadım. 15 yıl uyuyamadım. Yatak odamın tavanında bambudan bir ormanın desenin olduğu duvar kağıdı vardı. 15 sene boyunca o duvar kağıdına bakıp durdum. İntihar öyle bir şok olmuştu ki, ben de bir gün intihar edeceğim korkusuyla hayatımdaki her şeyi kontrol etmeye çalıştım. Alkol almadım, cinsel ilişkiye çok uzun süre girmedim. Çünkü sekste de kontrolünüzü kaybediyorsunuz. Kontrolümü kaybeder ve intihar ederim diye korktum. Sanıyorum iyi bir öğrenci olmamın ardında da bu var. Bir de ailemde o kadar çok intihar olunca ve babam da intihar edince sanki ailenin bir lanetiymiş gibi algıladım. Bu bir kader, bundan kaçamam diye düşünüyordum.

İntihar korkusu nasıl geçti?

Dibe vurduğum bir noktada halloldu. Körfez Savaşı sırasında Türkiye kıyalarında Amerikalı turistleri gezdiriyordum. Fakat Amerikalılar coğrafya konusunda o kadar cahil ve bilgisiz ki Körfez Savaşı’nın Türkiye kıyılarında olduğunu zannedip gelmediler. Amerika’dan arayıp, ‘Çocuklar ölürken nasıl tekne gezisi düzenlersin?’ diyorlardı. Ben de ‘Dünyanın her tarafında çocuklar ölüyor ama burada daha fazla ölmüyor çünkü Körfez Savaşı burada olmuyor ki’ dedim bu geri zekalılara ama anlamıyorlardı. İşimi kaybettim. Teknem evimdi. Bir anda battım ancak hayatımın en kötü anı olarak adlandırdığım o gün, birkaç gün sonra en güzel anına dönüştü çünkü o süre içinde fark ettim ki, intiharı falan düşündüğüm yok.

Roman ve öykülerle geçmişi yeniden sorguluyor ve kurguluyorsunuz. Değiştirme şansı olsaydı geçmişi nasıl kurgulardınız?

Kitapları verip babamı geri almak isterim. Ancak hayatınızda yaşadığınız trajedilerden güzel şeyler yapıyorsunuz. Ben bu trajedileri yaşamasaydım bu kitapları yazamayacaktım. Dindar biri değilim ama şunu görüyorum, hayatta ikinci şanslar var. Çok da farklı bir geçmiş aramıyor, istemiyorum artık.

Sizin için roman mı öykü mü? 

Roman tek parça, çok tatmin edici. Bu nedenle romanı tercih ediyorum. Son dört senede üç roman yazdım. Türkiye’de henüz yayımlanmayan “Pislik” ve “Keçi Dağı” diye iki romanım daha var. Bu dört kitapla aile meselesini bitiriyorum. Farklı bir kitabın çalışmasına yeni başladım. Aslında kitaplarımı çok kısa sürede yazıyorum. Bir İntihar Efsanesi’nin yarısını 17 günde tekne sallanırken yazdım. Romanlarımı beş ayda bitirdim. O kadar yoğun çalışıyorum ki, okur ben ne hissediyorsam onu hissediyor.

Türkiye’ye ilk kez gelmiyorsunuz yani…

Hayır çok sık geliyorum. Hatta 90’larda buralarda bayağı dolaştık. Eşimle bir dönem burada yaşamayı bile düşündük. Senenin 3 – 5 ayını Marmaris, Bodrum, Antalya kıyılarını dolaşarak geçiriyoruz. Kıyı şeridi dünyanın en güzel yerlerinden biri. Buralarla bir aşk ilişkim var. Türkiye’yi tekne endüstrisi sayesinde tanıdım. Bir İntihar Efsanesi 12 yıl basılmadı. Dosyayı altı ajansa yolladım hepsi kitabın iyi fakat çok karamsar olduğunu söyledi. İşte bu sırada tekne gezileri yaparak geçimimi sağladım ve bunu Türkiye’de yaptım.

Türk edebiyatını takip ediyor musunuz?

Orhan Pamuk’u ayrıca Nazım Hikmet ve diğer şairleri tanıyorum. Siz Nobel aldı ve çok konuşuluyor diye belki sıkılmışsınızdır ama ben Orhan Pamuk’u çok seviyorum. Çok orijinal bir sesi var ve harika bir yazar. Kitaplarımın Türkiye’de basılmasına ayrıca çok seviniyorum çünkü bu güne kadar Türkiye’de hep teknemle var oldum, şimdi edebiyatımla var olmak olağanüstü bir şey benim için. Çünkü burayı çok çok seviyorum.

haberturk.com (10 Aralık 2012)

Yorum yapın