Dar-alan/Daral-an | Mehmet Özçataloğlu

Ekim 16, 2017

Dar-alan/Daral-an | Mehmet Özçataloğlu

Durmadan, duramadan, bir soluklanmadan yaşamaya çalışıyoruz. Ne oluyor, nasıl oluyor diye sorgulamadan çoğu zaman olaylara tepkiler veriyoruz, yeni yöntemler geliştiriyoruz. Sosyal ve ekonomik açıdan daha iyi bir yaşam kaygısıyla kendimiz için kurduğumuz dünyanın içerisinde adına da yaşamak dediğimiz sürecin içinden geçiyoruz. Kaygılar ortak olsa da yaşananlar değil. Herkesin kendine göre bir düzeni, sevinçleri, üzüntüleri ya da her gün yaşamak zorunda olduğu engelleri var. Hele ki kadınlar için bu engeller daha fazla, daha zorlu…

Çocuklar için daha güzel bir dünya düşüyle yaşadığını bildiğim yazar, yayıncı Mine Soysal’ın Günışığı Kitaplığı tarafından yayımlanan “Daralan” adlı kitabında da bu konuyu okuyoruz. Sahte ışıklarla parlatılmış, yerel yönetimler tarafından özel ilgi gösterilerek eksiksiz bir yaşam alanı oluşturulmuş, yapay ilişkilerin oluşturulduğu ya da hiç oluşturulmadığı yerlerde değil de gerçek anlamda bir yaşamın sürüldüğü mahallede geçiyor Daralan. Hani sahne karartılır da sadece solist aydınlatılır ya, Mine Soysal da elindeki ışığı karartılmak istenmesine inat kıyıda kalmış bu yaşamların üzerine tutuyor. Kitap, Mete’nin anlatımıyla ilerliyor. Liseye başlayacak olan Mete, ergenliğinin getirdiği sorunlarla birlikte yaşanan maddi sıkıntılarla ve bedensel engelli ablasının çaresizliğiyle de baş etmek zorundadır. Bunlar yetmezmiş gibi bir de karşı eve taşınan komşularının gürültüsü eklenmiştir. Gürültü deyince yüksek sesli müzik gelmesin aklınıza, evden yükselen ses aile için şiddetin yankılarıdır. Her ne kadar ekonomik olarak yetersiz bir yaşamları olsa da Mete aile içi şiddete tanık olmamıştır hiç. Öyle ya ülkemizde bu türden şiddetin birincil nedenlerinden biridir ekonomik sıkıntılar. Nice ailenin yok olmasına neden olmuştur bu sıkıntıların getirdikleri. Mete ise ilk defa tanık olduğu için sarsılmış, durağan hayatını da etkilemiştir. Tüm bunlarla birlikte bir de teyzesi gelmiştir yanlarına. Mete’nin teyzesi psikologdur ve tezini yazmak için oradadır. Mete ilk olarak bu durumdan hoşlanmasa da sonrasında bu düşüncelerinden vazgeçecektir. “Daralan” bir mahallede karşılıklı iki kapının içinde yaşanan ama başına gelmeyenin çok da kafa yormak istemediği iki sorunu aktarıyor bize. Engelli bir birey olmak ve aile içi şiddet. Her defasında sanki yaldızlı kâğıtlarla üzeri örtülen ama çok uğraşmadan tırnak ucuyla kazıdığımızda alttan kendini gösteren iki önemli sorun.

Kitabı okumaya başladığım günün bir gün öncesi 11 Ekim Dünya Kız Çocukları Günü’ydü. Türkiye, Kanada ve Peru tarafından yapılan girişimler sonucu 2012 yılından bu yana böyle anılıyor 11 Ekim günü. Tabi biz anma ve kutlamaları her zaman olduğu gibi yine karıştırıyoruz. Farkındalık yaratma amacıyla ortaya çıkan bir günde çok başka şeylere dikkat çekiyoruz sanırım.

Metelerin karşı komşusu, Ömer’in ablası Kader de o kız çocuklarından biri işte. Babası ve abisinden şiddet gören, istemediği biriyle evlendirilmek istenen bir kız çocuğu. Başka bir deyişle, 11 Ekim dolayısıyla UNICEF’in açıkladığı verilere göre dünyada, 18 yaşın altında her gün evlendirilen 47700 kız çocuğundan biri.

Peki, ne yapmalı? Onun da yanıtını Mine Soysal kitabında incelikle aktarmış. Mete’nin ailesi, Ömer’in annesi ile dayanışmaya girerek Ömer’in ve ablası Kader’in kaderini değiştirmek için mücadele veriyorlar. Eşzamanlı olarak kendi kızlarının yaşamdaki engellerini kaldırmak için de (teyzenin önayak olmasıyla) gayret gösteriyorlar.

Yazıya şöyle bir bakınca, engelli yaşam, aile içi şiddet, yoksulluk, yoksunluk, çocukların gelecek kaygısı gibi birçok sorun görünüyor. Sanki yerli bir dizi ya da Yeşilçam’dan bir Sezercik örneği gibi düşünülmesin. Bir Kemalettin Tuğcu kitabı hiç değil! Mine Soysal o denli incelikli aktarmış ki tüm bu olanları, umut da her daim kendini hissettiriyor. Umudun olduğu yerde yılgınlığa, üzüntüye ve kedere yer olmadığını da düşününce “Daralan”ın hiç daraltmadığını söyleyebilirim.

Mehmet Özçataloğlu – edebiyathaber.net (16 Ekim 2017)

Yorum yapın