Çigdem Ülker’den “Ekinle Gelen”ler | Hülya Soyşekerci

Ocak 15, 2014

Çigdem Ülker’den “Ekinle Gelen”ler | Hülya Soyşekerci

Ekinle-Gelen_kapak-184x300Ülkemizin değerli eleştirmenlerinden Çiğdem Ülker, eleştiri ve deneme yazılarını bir araya getirdiği “Ekinle Gelen” adlı yeni kitabıyla selamlıyor bizleri.

Çiğdem Ülker’in eleştirilerinin çoğundan deneme tadı da alıyoruz; “eleştirel deneme” şeklinde kaleme aldığı bu yazılarında Çiğdem Ülker, edebiyat sanatına özgü sorunsallara, bazı kavramlarla ilgili tartışmalara, edebiyatın işlevine, insan-hayat ve edebiyat ilişkisine ve bu ilişkideki kırılma noktalarına yoğunlaşıyor. Çiğdem Ülker, okuduğu kitaplara ve edebi metinlere farklı bakış açılarıyla yaklaşarak yazdığı eleştiri metinlerini zenginleştiriyor, anlamları derinleştirip çoğaltıyor. Eleştirmenliğini, “okuduğu kitapla kurduğu anlamsal ilişki” olarak tanımlayan Çiğdem Ülker, kendisinde düşünce, düş ve duygu izleri bırakan kitaplara dair yazmayı önemsiyor. Bu seçim,  Çiğdem Ülker’in eleştiride içtenliği, sahiciliği ifade eden yaklaşımını da işaret ediyor aynı zamanda. Onun eleştirilerinin her satırında içtenliğin, gerçekçiliğin, sahiciliğin izlerini görebiliyoruz. Çiğdem Ülker bu yazılarında eleştirinin her şeyden önce bir edebiyat türü, bir yazınsal yapıt olduğu gerçeğini kanıtlıyor bizlere.

Ekinle Gelen içindeki yazıların tümünde; duru, akıcı, sade ve anlaşılır bir dil ve anlatım, metinlerin asıl dokusunu oluşturuyor. Zor meselelere nüfuz edebilen farklı bir yaklaşım, onları kolayca anlaşılır kılan özgün bir anlatım Ekinle Gelen içindeki yazıların keyifle, ilgiyle okunmasını sağlıyor. Eleştiri ve deneme yazılarında yazarın kendine özgü edebi üslubunun varlığı, o yazılara ayrı bir değer kazandırır;  Ekinle Gelen içindeki yazılara da Çiğdem Ülker’in üslubu damgasını vuruyor. Onun benzetmeler, imgeler, eğretilemelerden süzdüğü anlamsal zenginlikler,  yazılarının özgün ve edebi üslubunu oluşturuyor. Bu üslup, anlaşılırlıkla yan yana ilerlediği için, sanatsal yapı, anlamın üzerini örtmüyor.

Çiğdem Ülker Hacettepe Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü bitirip felsefe bölümünde master çalışması yapmış olduğu için, yazılarındaki felsefi derinlik ve temellendirme hemen dikkati çekiyor. Felsefe eğitimi almış bir edebiyatçının titiz araştırma, inceleme, irdeleme ve yorumlama faaliyetlerinin etkileyici ve değerli bir toplamını oluşturuyor Ekinle Gelen içindeki yazılar. Çiğdem Ülker’in yazı dünyasını oluşturan unsurlar arasında, yerli- yabancı edebiyat eserleri ve felsefenin yanı sıra Balkan edebiyatı da yer alıyor. Dört yıl kadar Makedonya’daki bazı üniversitelerde ders veren Çiğdem Ülker, Makedon dili ve edebiyatı üzerine önemli bilimsel çalışmalara da imzasını attı. Akademisyen, eğitimci ve öğretmen kimliğinin yanı sıra, eleştiri, deneme, gezi yazarı olarak, yazar kimliğine sahip Çiğdem Ülker’in Ekinle Gelen’i içinde, yerli ve yabancı edebiyat eserlerine dair çözümleyici ve karşılaştırmalı eleştiri yazılarının yanında Balkan ve Makedon edebiyatlarına dair çalışmaları da yer alıyor.

Çiğdem Ülker
Çiğdem Ülker

Ekinle Gelen, üç farklı bölüme ayrılmış; Yazı Bir Yazgı bölümünde Çiğdem Ülker, edebiyat-felsefe ilişkisi, kadın edebiyatı, kadın dili, mitoloji edebiyat arasındaki bağ, çocuklar ve edebiyat, karikatür sanatındaki anlamsal ve eleştirel derinlik, deneme ve şiir arasındaki yakınlık… gibi edebiyatla ilgili genel konular ve kavramlar odağında genişleyen deneme ağırlıklı yazılarını ve bazı deneme/eleştiri kitaplarına dair yazdığı yazıları bir araya getirmiş. Özellikle felsefe-edebiyat ilişkisini işlediği yazısında, bu ilişkide deneme türünün önemi üzerinde duruyor. Felsefesi olan edebiyat eserlerinin, edebiyatın has yapıtları olduğunu dile getirerek, “ insana ya da insan toplumuna ait bir sorunu görebilen, bir farkındalığı berkitmeye çalışan ve çağdaşları arasında özel bir yeri olduğu söylenebilen yazarların yapıtları bu metinlerdir.” diyor. Bu bölümdeki yazılarda Çiğdem Ülker’in, ilginç sorularla, odağa aldığı kavram, olgu ya da durumu sorguladığı, analitik bir tarz geliştirerek vardığı sonuçları daha öncekilerle karşılaştırdığı görülüyor. Karikatür için “en yaman eleştiri aracıdır.” diyor ve devam ediyor: “Bir olayı, durumu, kurumu veya kişiyi gülünçleştirdiğiniz, onu mizah ve alay konusu yaptığınız an, bütün gücünü elinden alıverirsiniz. Çünkü gülünç olandan korkulmaz, ona itaat edilmez, o ciddiye alınmaz, otoritesi kabul edilmez. Üstelik gülmek sirayet edicidir, göz açıp kapayana kadar herkese bulaşır. Toplumu birleştiren bir güçtür mizah. Liderlerin en çok istedikleri ise asla gülünç olmak değildir, rakiplerini gülünç duruma düşürmektir.” Çiğdem Ülker’in mizah ve karikatürün gücü konusundaki  düşünceleri ne kadar güncel, bir o kadar da canlı ve etkileyici!…

Ekinle Gelen’in Roman Tehlikeli Sularda Mayınlı Topraklarda adlı ikinci kısmı, Çiğdem Ülker’in, roman sanatı çerçevesindeki kitaplara dair yazdığı eleştiri yazılarına ayrılmış. Özellikle Reşat Nuri Güntekin’in kadın kahramanlarının, karşılaştırmalı analizle odağa alındığı yazıdan çok şey öğreniyoruz. Reşat Nuri’nin, Çalıkuşu’nun arka planını oluşturan Anadolu Notları’ndaki gerçekçi tespitleri, İstanbul kızı Feride’nin roman içinde değişen ve gelişen dinamik bir karakter oluşu, Feride’nin ve Acımak’taki Zehra’nın eğitim ve tahsille toplumda kendine yer edinen aydın kadın kimlikleri gibi tespitler, karşılaştırmalı yorumlar ilgiyle okunuyor. Çiğdem Ülker, okuduğu romanlara dair yorumlarını yazarken roman sanatı-hayat ve insan ilişkisine dair önemli cümleler kuruyor: “Hayat, gözlerimizin önünden akıp gider ama olaylar,  bütünü görmemize çoğu kez izin vermez, akışın yönünü kestiremeyiz, aklımız güncelin aldatıcılığı ile karışır, renkli olanla kamaşır. Has edebiyat yapıtları ise olanı biteni anlatırken manzaranın bütününü görmemize yardımcı olur. Gerçek bir edebiyat eseri bir işaret fişeği gibi etrafı aydınlatır, bir an bile olsa en uzaktakini bize gösterir. İnsanın hoyratlığına sanatçı bir ruhun eli dokunmuştur ve işte o ışıkta insanoğlunun yıkıcılığının bedeli ödenir, adaletsizliği belki eşitlenir.” Bu bölümde Leylâ Erbil’in Karanlığın Günü adlı romanını inceleyen yazıda önemli düşünce ve yorumların yer aldığı görülüyor. Çiğdem Ülker “Erbil, mantık dizgesinin dışına düşmüş roman kişilerinin iç konuşmalarını sunarken okuru da olan biten üzerinde düşünmeye çağırır.” diyor. Ayrıca romandaki apartman boşluğu ve güvercinler metaforunu ince bir analize tabi tutuyor: “Apartman boşluğundaki güvercinleri öldürmek için ateşlenen silah, insanoğlunun evrensel masumiyetinin, doğuştaki safiyetinin ve kutsal sevebilme gücünün üstüne sıkılmış bir kurşun gibi patlar romanın sonunda. Karanlığın Günü başlamıştır artık.” sözleri etkileyici.  Bu bölümde Orhan Pamuk’un Masumiyet Müzesi’ndeki insan -nesne ilişkilerini felsefi ve psikolojik çözümlemelerle işleyen Çiğdem Ülker, romana farklı bir perspektiften bakarak görüş ufkumuzu genişletiyor. Söz konusu bölümde Mehmet Eroğlu, Erhan Bener, Amin Malouf gibi yazarların romanlarını da odağa alıyor.

Ekinle Gelen’in üçüncü bölümünde (Öykünün Etkisi Ani Tadı Keskin) Çiğdem Ülker’in öykü türüyle ilgili düşüncelerine ve öykü kitaplarına dair yazdığı eleştiri yazılarına yer verilmiş. İlk yazıda öykünün ne olduğunu sorgulanıyor ve birtakım sonuçlara ulaşılıyor. İyi bir öykü; yazar ustalığının öyle bir ürünüdür ki, bu küçücük çerçevenin içine her şey sığar ve söyledikleri hayatı derinden kavrayabilmemize aracılık eder. sözleriyle, Çiğdem Ülker, öyküye bakışını dile getiriyor. Unutulmuş öykücülerimizden Osman Cemal Kaygılı ve Kenan Hulusi Koray’in öykülerinin incelendiği yazılarda bu öykücülülerimizi ve onların öykü dünyasını yakından tanıma olanağı buluyoruz. Osman Cemal Kaygılı’nın karakalem resimler çizdiğini, İstanbul’da gördüklerini ve karşılaştığı, dinlediği insan hikâyelerini Köşe Bucak İstanbul adlı kitabında yazıp çizdiğini öğreniyoruz mesela. Kenan Hulusi Koray’ın öykü için iyi malzemeler toplamasına rağmen bu malzemeyi bir Sait Faik gibi öyküleştiremediğini de… Bu bölümde Çiğdem Ülker, Osman Şahin öykülerini etraflı bir incelemeye tabi tutuyor ve onları konu, dil, insan, coğrafya, yerel kültür motifleri açısından odağa alıyor. Osman Şahin’in yerelden evrensele ulaşabilme başarısının altını çizerken şunları söylüyor: “Edebiyat varsa bunun için vardır belki de. Türdeşimizi, insankızını, insanoğlunu tanımak, edebiyatın aynasında onun yüzünü görebilmek ve ancak ondan sonra dönüp aynı aynada kendi yüzümüze bakabilmek…”  Bu bölümde, Çiğdem Ülker’in Borges’in seçtiği Rus Öyküleri kitabıyla ilgili değerlendirmesinin önemini de vurgulamak gerek.

Ekinle Gelen’de, edebiyata dair görüş ufuklarınız genişlerken, aklınız ve bilinciniz yepyeni bilgilerle donanıyor; yüreğiniz edebiyatın yüreğiyle buluşuyor; edebi metinlere farklı perspektiflerden bakmanın, yepyeni duyumsamaların tadını çıkarıyorsunuz. İşaret edilen edebiyat eserlerinde insan gerçeğini buluyor; bu gerçeğin derinliklerinde kendinize yeniden kavuşuyorsunuz.

Ekinle Gelen, başucu kitaplarınız arasında yerini alacak nitelikte, dopdolu bir eser…

Hülya Soyşekerci – edebiyathaber.net (15 Ocak 2014)

Yorum yapın