Cansu Türedi: “Yazmayı ve okumayı hep çok sevdim.”

Kasım 26, 2019

Cansu Türedi: “Yazmayı ve okumayı hep çok sevdim.”

Söyleşi: Gizem Demir

Şair ve oyuncu Cansu Türedi ile Küsurat Yayınlarından çıkan şiir kitabı “Düşmek Baladı ve yazma yolculuğuna dair söyleştik.

Sizi Cesur ve Güzel, Yuvamdaki Düşman ve Tek Yürek dizilerinden tanıyoruz. Peki bir kitap yazmaya nasıl karar verdiniz ? Yahut sizi yazmaya yönlendiren şey ne oldu?

Oynadığım dizilerden de bir kitlem oldu, evet. Aslında hala oyuncu olduğumu bilmeyen de bir okuyan kitlem var. Önceden şiir okuyup, video paylaşırdım sosyal medyada. Bir gün sette biri “Ben sizin şiirlerinizi dinliyordum. Dizide görünce şaşırdım.” demişti. Küçük bir tayfaydık aslında hep. 🙂 Beni ilk olarak yazmam konusunda dürten şeyin ne olduğunu düşündüğümde çocukluğuma dönüyorum. Teyzemle aramda dokuz yaş var. O kokulu mektup kağıtları ve zarfları alırdı, ben de onları karıştırmayı çok severdim. Yazmayı ve okumayı hep çok sevdim. Dışarıdan bakınca zor bir çocukluk geçirmedim ama içeride işler öyle gitmiyordu. Ben de konuşamadığım, anlatamadığım vakitlerde yazmanın araç olduğunu gördüm. Bir de annemin bir defteri vardı. Orada şiirler saklardı. O defteri bulabildiğimde okurdum gizli gizli.  Kardeşimi kaybettim, O bir yaşındaydı, ben yedi yaşımdaydım. O zaman Türkçe kitabımızdaki bir şiiri değiştirip, Onun için uyarlamıştım. Sonra da hep arkası geldi. Biraz klişe olacak ama benim en yakın arkadaşım defterlerdi. Kitap yazma fikri… Hala durup durup “Kitap yazmak!” diyorum. O haddi kendimde göremiyordum çünkü. Hep böyle bir hayalim vardı, lisede bir girişip, kolay olmadığını görünce hevesim kırılmıştı. Evet, biraz da küsmüştüm. “Yazmasam ağlayacaktım.” Sen edebiyata sırt dönsen de, o seni buluyor. Yani hep vardı öyle bir kararlılık, sadece kavuşmamız gerekiyordu.

Henüz 24 yaşındasınız ve kitabınızın girişinde çok küçük yaşlarda yazmaya başladığınızı ve hatta uzun süre yazdıklarınızı imha ettiğinizi söylüyorsunuz. Bu döngüyü nasıl kırdınız?

Çok uzun süre böyle yaptım. Hala da yapıyorum zaman zaman. Kitap son aşamasına gelene kadar da durup durup “Yaksak mı bunları ?” diye sordum. Çünkü yazdıklarıma şiir demek bana çok cüretkar geliyordu. “Daha iyisi var.” “Bu ne böyle ?” “İnsanların yazdığına bak, şuna bak.” diyordum okuyup okuyup. Sonra bakış açım değişti, sanırım ondan. Belki cidden güzel bir şeyin görecesi olmaz ama her şey ve herkes kendi yarışının güzelini tamamlıyor bir yerde. Ve yaptığın iş kalıptan, teknikten öte duygu barından bir iş ise ve birileri “Benim söyleyemediklerimin sesisin,” diyorsa ve cidden birkaç kişi bile yeterli… O zaman “Galiba oluyor.” diyorsun. Bir de o yarışta hep kendini düşürmeye meyilli olduğundan, saygı duyduğun kişilerden onay almak yüreklendiriyor. Hayran olduğun zihinlerin, yeteneklerin takdiriyle kendi yaptığının güzelliğine ikna oluyorsun. Özetle, şekilden önce barındırdığı hisse bakmayı öğrendim. “Evet, bunun söylediği bir şey var. Bir derdi var.” dedim ve galiba kendime haksızlık etmeyi bırakmam gerektiğini de anladım. Bir de hiç değilse ben o topa vurdum, direkten mi döner, gol mu olur, aslında en başından beri pozisyon ofsayt mıdır, ona zaman karar verir.

Düşmek Baladı oldukça etkileyici bir kitap. Okurken kelimelerin kalbime dokunduğunu sonuna kadar hissettim. İnsanda oldukça tesir bırakan bu kitabı yazarken zorlandığınız kısımlar oldu mu peki?

Teşekkür ederim. 🙂 Sanırım zorlanmadığım kısmı olmadı. Bir zarfı yapıştırıp, kapatıyorsunuz. Aslında varlığını unutmuyorsunuz ama zarfı yırtarak içindekileri okumaya başlayınca anlattığı ne varsa o ana dönüyorsunuz. Böyle bir şeydi benim için. Çünkü nereden baksak oradakilerin toplamı neredeyse on yıl… Tabii düzenlemeler ve yine bir imha süreci de dahil. Bir de ben bir şey yazayım deyip de başına oturup, yazabilen biri değilim. Bazı anlarda, genellikle uykudan uyandığımda aklımda birkaç cümle oluyor ve onları not alıyorum. Bu notları toplayıp, hikâyeleri birbirine bağlayıp, anlatmak çok zorladı mesela. Aynı ana ait, farklı hislerle aldığım birçok nottu hepsi çünkü. Evet, en zorlayan kısmı bu oldu.

Düşmek Baladı’nda her şiirin, eksikliklerin bir yaması olduğundan söz etmişsiniz. Peki siz de yaralarınıza şiiri mi tampon yapıyorsunuz?

Ben şiiri daha çok yarayı deşmek için kullanıyorum. 🙂 Ama bu öyle bir umutsuzluk haliyle değil. Çünkü bir şeyi yoluna koymak, iyileştirmek için önce varlığını kabul etmek gerekir. Umutsuzluğu anlatacak bir umut hali gibi. Aslında anlatabildiği için o kadar da umutsuz değil, anlatabildim mi ? 🙂 Bu da bir döngü benim için. Şiire meyil ettiğin kadar eksiksin ve eksiklerin yaması yine şiir.

Bazı yazarlar vardır, aradan uzun zaman geçse bile dönüp okuma ihtiyacı hissedersiniz. Sizin böyle dönüp okuduğunuz, ruhunuza şifa yazarlar var mı?

Bazen içimden “Şöyle bir mahalleyi dolaşayım. Ya da İstanbul’u.” diye bir his geliyor. Ama o enerjiyi bulamıyorum çoğu zaman. O zaman Yaşar Kemal okuyorum. O sokaklarda Yaşar Kemal’in insanlarıyla dolaşıyorum. Mesela “Çenesini dizine dayadı.” diyorsa, ben de dayıyorum. İnsanların gözüne bakmak gibi, iyi geliyor. Bir de şairler… Dönüp dönüp Didem Madak, Edip Cansever okuyorum. O zaman da onlarla aynı masada oturuyor gibi hissediyorum. “Nasıl geçtiniz dünyadan.” diye konuşuyorum, anlatıyorum, ulaşabildiğim, okuyabildiğim için mutlu oluyorum.

Kitapta yaralarını kendi üflemeye alışmış ve bunu çok küçük yaştan beri yapan bir kız var. O küçük kız siz miydiniz?

Ben değilim desem, çok inandırıcı olmayacağını biliyorum. 🙂 En azından bazı kısımlar için empati diyebiliriz. Başkalarının yaşadığını kendi dilimle anlatmak, dinlediğim hikâyelerle hikâyemi pekiştirmek… Temel olarak ben olsam da, yön veren birkaç kişi de var.

İkinci bir kitap gelecek mi ? Gelecekse türü ne olacak?

Evet. Benim en büyük korkum kendimi tekrar etmek. Mesela bir şiiri, bir alıntılamayı gördüğünüzde onun melodisinden “Şu yazara ait.” diyebilmek bence çok güzel bir şey. Ama bunun yanında aynı konunun, aynı duygunun tekrar ediyor olması bana sıkıcı geliyor. Özeleştiri olarak söylüyorum bunu, kimse için değil. 🙂 Yani, yine şiir. Ama bakış açısı değiştirilmiş bir şiir.

Son olarak okurlarınıza söylemek istediğiniz bir şeyler var mı?

Ben öncelik olarak bana mesajlar attıklarında ya da denk geldiğimizde “Abla” diyenler için bir şeyler söylemek isterim. Bir ara “Abla nasıl başarıyorsun?” “Abla istediğim bu ama yolunu bilmiyorum.” gibi mesajlar alıyordum.

Dediğim gibi ben yazmaya başladığımda yedi yaşımdaydım. Büyüdüğüm yer de o zamanlar taşra denilebilecek bir yerdi. Bazen durup buna hayret ediyorum. Hayatım bazen olmazların olduğu filmler gibi geliyor. Aklına bir şeyi koyuyorsun ve başından türlü olaylar geçiyor, yol değişiyor, yön değişiyor ama o zaman aklına koyduğun konumda görüyorsun kendini. Çocukken kitap fuarlarında benim gözüm hep yazarların oturduğu standlarda olurdu. Kitaplarını  uzaydan bir parça keşfi gibi önlerinde sergilerdi onlar. İnsanlar okur, okuduklarının etkisinden sohbet etmek isterlerdi. Onlara çok imrenirdim. Bir gün orada oturmak istediğimi çok iyi biliyordum. Biraz akrep burcu olmakla da ilgili sanırım, her zaman isteklerimi alenen dile getirip, o yolda göze parmak adımlar atmam ama içten içe hep bir kurgusu vardır. Kişisel gelişim kitapları gibi konuşmak istemem ama cidden isteyince ve peşini bırakmazsan, on yıl sonra da olsa seni buluyor. Ben yazmaya da, konuşmaya da küsmüştüm. Bu yüzden lisenin bir dönemi konuşma bozukluğum bile vardı. Doğru kelimeleri bulamayıp, kekeliyordum. Dilim dolanıyordu resmen. Sonra yine konuşmayı bırakınca yazmaya döndüm. Sanırım o da bana döndü. 🙂 Biliyorum, çok zor oluyor, hiç geçmeyecek, yoluna girmeyecek gibi geliyor ama illa ki olumlanıyor. Kendini karşına alıp sürekli dertleşmek lazım, kendini hatırlatacak neresiyse oralarda turlamak, o müzikleri dinlemek lazım. Lisede bir radyo programı yapıyordum. Orada demiştim, kendimi anlatmak değil, sizin diliniz olmak için konuşuyorum, diye. Kitap için yola çıkışım da öyle oldu. Derdimi, derdinizle anlatmak. Çünkü görmek isteyince çok güzel okunuyor. Ben insanlardan okuduklarımı yazıp, onlara kendilerini okutmayı seviyorum. Ve türlü başlıkların aramıza koyduğu türlü sınırları kelimelerle kaldırmaya inanıyorum. Aynı çatısızlık altında biriz ve göğümüz çok geniş. Bu sebeple hep kavuşacağız. Kelimelerle de, bedenen de. Ben iki kapak arasında çırılçıplağım, aynı sadelikle okunacağımı umuyorum. Yazana kadar benimdi, artık sizindir.

edebiyathaber.net (26 Kasım 2019)

Yorum yapın