Can Yayınları’nın dünü, bugünü

Nisan 17, 2012

Can Yayınları’nın dünü, bugünü

Can Yayınları Genel Müdürü Can Öz anlatıyor:

Can Yayınları’nın kısaca tarihçesini anlatabilir misiniz?

Can Yayınları, 1981 yılında çocuk kitaplarına ağırlık vererek yayın hayatına başladı. Babam (Erdal Öz) edebiyatın ve düşüncenin içinde bir adam zaten… Ankara Üniversitesi’nde belirli bir çevre edinmiş, yıllarca Varlık’tan kitapları çıkmış, Cem Yayınları’nda da çocuk kitapları çıkarmıştı. Ama Cem Yayınları’nda bir takım talihsizlikler olmuş, ayrılmak zorunda kalmış. Ayrılınca, benim tahminim, ortada kalıyor, ne yapacağını şaşırıyor. Bütün bunların ardından “Kendi işimi yapayım bari” diyip bir yayınevi kuruyor. Yıllar içinde, babamın nezaketi ve telif konusundaki hassasiyetinin de etkisiyle çok değerli Türk yazarlar, yayınevi çatısı altında toplanmaya başladılar. Sıkıyönetim döneminde Can Yayınları, bu yazarlar için güvenilir bir kale olmuştur. Kitaplar toplanır ve yazarlar sıra sıra dava edilirken Erdal Öz düşünce özgürlüğü idealiyle hem edebiyata hem de yazarlarına sonuna kadar sahip çıkmış ve defalarca cezalandırılmıştır. Can Yayınları’nın en önemli özelliği de bu: “Baskı altında dahi edebiyata sahip çıkmak”. Zaman içinde, babam okumak istediği yabancı yazarları da çevirtmeye ve yayımlamaya başlar. Böylelikle dünya edebiyatının en seçkin örnekleri Can Yayınları’nda yayımlanmaya başladı. Geçen yıllar içinde bu yayın kimliği okurlardan büyük ilgi gördü ve Can Yayınları’nı yavaş yavaş bugün olduğu noktaya kadar geldi.

Erdal Öz’ün yayınevinin geleceğiyle ilgili planları ve öngörüleri nelerdi?Babamın yayıneviyle ilgili bir planı yoktu. O bir yazardı ve yayınevinin bu derece büyümesinden çok şikâyetçiydi. Çünkü Can Yayınları, Erdal Öz’ün yazarlığından uzaklaşıp inzivaya çekilmesi olmuştur. İşler arttıkça da yazması iyice zorlaştı. Bu nedenle planlarından çok daha fazlası gerçekleşti ve bu onun en büyük dertlerinden birisi oldu.

Erdal Öz isminin yayıncılıkta getirdiği sorumluluklar neler?

Sık sık düşünürüm; yahu bir gün şöyle gelip yayınevine bir uğrasa, ufak bir tur atsak, yapılanlara baksa, sonra oturup ufak birer sade kahve içsek, “afffferin lan sana” dese… Erdal Öz’ün bana bıraktığı en büyük sorumluluk bu duyguyu hep kovalamak olacaktır, çünkü Can Yayınları her zaman Erdal Öz’ün yayınevidir.

BÜYÜK BOYLARA DEVAM

Yayıncılığa başlangıçta isteyerek mi girdiniz yoksa baba mirasına sahip çıkmak olarak adlandırabilir miyiz?
Başlangıçta bu işin altından kalkabileceğimi asla düşünmezdim; o nedenle de “Bu işi yapsam mı?” diye aklımdan hiç geçirmedim. Daha sonra ben Ankara’da araştırma görevlisi olarak çalışmaya başlamışken babam beni buldu ve onunla birlikte çalışmamı istedi. Bu hem babamla ilişkimi hem de hayatımı değiştiren bir adımdı. Sonrası ise hiç istemediğim gibi gelişti: 24 yaşındayken babam öldü, tüm işler çok genç yaşta bana kaldı. Altından kalkamasam ömür boyu kabusum olurdu Can Yayınları…

İkinci kuşak yöneticilik nasıl? Birinci kuşaktan beri ne değişti?
Erdal Öz yok, en çok değişen o. Yayıncılıkla ilgili konuştuğum her şeyi ben ondan öğrendim. Onun eksikliğini hayatımın her yerinde hissediyorum. Başka bir farklılık profesyonel yapıya daha fazla adapte olmaya çalışıyoruz. Ben buna daha fazla enerji harcıyorum. Babam, edebiyatın çok içinden bir adam olduğu için edebiyat dışında kalan işlerden çok yorulurdu. Fiyatlarla uğraşma, envanter filan pek ilgilenmezdi, “Çekil git başımdan” derdi.Ben bu konularla daha profesyonel ilgileniyorum. 

Can Yayınları, kapılarını çoksatanlara da açan yeni bir yapılanma içerisinde. Bu yapılanmanın klasik Can okurunun, yayınevini algılayış biçimini etkileyeceğini düşünmüyor musunuz?
Evet, birkaç sene olumsuz etkileyeceğini düşünüyorum. Çünkü okurlar bu kitapları görünce yayınevinin strateji değiştirdiğini düşüneceklerdir. Oysa bu doğru değil. Can Yayınları, önceki yıllardan bugüne Marc Levy, Paulo Coelho, Susanna Tamaro gibi çok satan yazarlara da zaten kapılarını açık tutmuş bir yayınevidir. Şu dönemde yapılan -yabancı telif ajanslarının da ısrarları sonucu- aynı kitapları büyük kapaklarla yayımlamak oldu. Ancak eminim ki okurlar da zaman içinde bu büyük boy kitapların benzerlerinden ayrıldığını ve kaliteleriyle ön plana çıktığını anlayacaklardır. Ayrıca Can Yayınları’nın klasik beyaz kapaklı kitaplarının da yayınevi külliyatının %90’ını oluşturduğunu ve böyle devam edeceğini göreceklerdir. 

Keşke biz yayınlasaydık dediğiniz bir yazar var mı?
Bradbury, Steinbeck, Salinger ve daha niceleri. Türk yazar ismi veremem, çünkü bu isimleri vermek uyanık bir yöntemle teklif vermek anlamına gelir ve bu yakışık almaz.

Kişi kişi transfer çalışması yapmak çirkin bir şey

Zeynep Çağlıyor Can Yayınları Genel Yayın Yönetmeni

2009’da siz geldiğinizden beri ne değişti?
Ben geldiğimden beri kenarı köşeyi toparladım, bütün dolapları boşalttım. Hem mevcut şartları değerlendirmek adına, hem de listemizi ne hale getirmek isteriz diye bir taraftan da tartışarak bunların ışığında bir takım kararlar aldık. Bir takım kaybettiğimiz yazarlar var, bunların bazıları çok büyük isimler ve bizim listemiz için çok büyük kayıp… Gelir gelmez gördüm ki bizim yeterince Türk yazarımız yok. Bu eksiğimizi gidermek için, pek çok yazara “Biz sizi yayınlamayı çok isteriz, yayın programımıza çok yakıştırıyoruz…” mesajı verdik. Kişi kişi transfer çalışmasından bahsetmiyorum, o çok doğru bir şey değil. Bir başka yayınevinin yazarına gidip teklif yapmak çirkin bir teklif…
Can Yayınları’nın listesinde ne eksik değil; dünya edebiyatının hangi alanı, dönemi, dili, tarzı Türkçeye yeterince yansımamış, oradaki açığa biz nasıl katkıda bulunabiliriz diye düşünüyoruz. Bazı çevrilmemiş diller var. Mesela Almanca bile yeterince aktarılmamış. Japon yazarlar yavaş yavaş geride kalmış, eskiden yayınladığımız bir takım kitaplar yok. Onların tümünü geri alıyoruz. Klasikler listemizi tamamen elden geçirdik. Sonra diziler… Can Yayınları’nın ekibi ben gelmeden önce bir dizi üzerinde çalışıyormuş. Tanımlamak adına uzun uzun konuştuk ve oradan “Kırkmerak” çıktı. Gotik edebiyatın çağımızda ne kadar ilgi çektiğini ve gençlere de cazip gelecek bir edebiyat yayınlamanın üzerinde konuşurken “Gotik Romantik” serimize vardık. Gotik edebiyatın klasik örneklerinden yayınlıyoruz. Sonra başka okurlara da hitap etmeyelim ya da okurlara neden başka okuma zevkleri sunmayalım dedik. Büyük boylar öyle çıktı. 

Büyük boy kitaplara gelmişken, neden büyük boy kitaplar yayınlamaya başladınız?
Büyük boyların daha kolay ulaşılabilir olduğunu düşünüyorum. Okurun aradığı kitabı bulması, “Bu benim istediğim bir şey midir?” cümlesinin cevabını bulması daha kolay. Büyük boy olduğu için puntosu daha büyük, dolayısıyla okur için okunması daha kolay. Can Yayınları’nın edebiyat okurunun beyaz kitaplar içinde yolunu kaybedeceğini düşünmüyorum, o zaten ne aradığını bilen okurdur. 

Diğer taraftan da yayınevinin yeni politikası değişim korkusuyla klasik Can okuyucusu tarafından tepki topluyor ama…
Ben bu elitist tavırdan yana değilim. Kutsal olan okumak, ne okuduğun değil… Neyi okuyabiliyorsan ve neyi okumak istiyorsan onu okuyacaksın. Biz olabildiğince geniş bir çerçevede bunu sunmak istiyoruz. Can okurunun istediği kitapları eskisinden daha büyük bir itinayla yayınlamaya devam ediyoruz. Edebiyat dizimizi besliyoruz zaten, onlar diğerlerine engel olmuyor. 

Paul Auster meselesi çok konuşuldu. Siz bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?
Herhangi bir okur ne düşünüyorsa onu düşünüyorum. Hep şu soru geliyor: Paul Auster’ın satışına yansır mı? Paul Auster edebiyat yazarıdır. Edebiyat okuru böyle şeylerle ilgilenmez. Bugüne kadar hiç Paul Auster okumamış bazı edebiyat okurları tekrar duyunca okumaya başlamış olabilir. Eğer tartışma kitapla ilgili olsaydı konu bambaşka olurdu. Örneğin “Yaşam ve Yazgı”nın hikâyesi çok ilgi çekti ve haber oldu. Bunun haber olmasıyla satışlarına doğal olarak yansıdı, çünkü haber kitaptı. Bir hafta içinde yeni baskı yaptık. Paul Auster’da böyle bir şey söz konusu değil. Paul Auster’ın herhangi bir batılı aydın gibi hata gördüğü yerde fikrini söylediğini düşünüyorum. Aydının görevi bu değil midir sonuçta?

Söyleşi: Canan Hatiboğlu – Vatan Kitap (17 Nisan 2012)

 

Yorum yapın