Batı ve Doğu’nun gözleri | İsmail Gezgin

Ağustos 13, 2015

Batı ve Doğu’nun gözleri | İsmail Gezgin

ismailgezginyeniGözün gördüğü ile ruhun gördüğünün yansıması

Görülebilen nesnelerde gözlerimizle gördüğümüz sadece ışık ve renktir.

Nesnelerin diğer tüm niteliklerini muhakeme yoluyla biliriz…

Görülebilen tüm nesneler oluş ve yok oluş dünyasındaki

değişimlere tabidir ve bu değişim bizim algımızı da belirler;

bu nedenle hiçbir şeyi aynı biçimde görmeyiz,

ikinci bakışta farklı görürüz.

İbnü’l-Heysem (945-1040)

Sanat bir anlamın vücuda-dile gelmesi, bedenlenmesi, görünür kılınmasıdır. Ve kim tarafından görünür kılınırsa kılınsın hiçbir anlam toplumsal bakıştan azade değildir. Üç genel tarafı vardır; anlam (yaratım motivasyonu), yaratan-sanatçı ve izleyen-okuyucu. Toplumsala dair simgesel bir biçim olan sanat, bakışın mekanı, kamusalın tezahürüdür. Bakışlar için inşa edilmiş, bedensiz gözler kapanıdır sanat, bedeni bakışın ardına gizler. “Göz etrafta gezinirken vücudun esaretinden kurtulmayı sevse de, bakışımız bedene bağlıdır”. Bu nedenledir ki, anlamı bedenlendiren bakış da bedenlenmiş bu anlama gözünü kaptıran bakış da bedenden bağımsız değildir. Hatta bakışın odağı olmayı hedefleyen anlamın kendisi de toplumsalın semiyotik bedeninde filizlenir. “Gözlerimiz olduğu için bakıyoruz” ama gördüğümüz bildiğimizdir, bildiğimiz bedenimizden öte bağlandığımız anlam dünyasıdır. Bakış, hangi semiosferin içinde bulunan bedenin gözünden çıkıyorsa, görünen şey o dünyanın simgesel evrenine aittir. Şu halde görülenin her yerde farklı algılanması, görülene bakışın farklı kaynaklardan yöneltilmesi nedeniyle normaldir.

Doğu ve Batı kavramsal olarak tarihin en eski ayrımıdır ve coğrafi olanın dışında ve ötesinde büyük bir görüş ve felsefe farklılığını da içermektedir. Troia Savaşı’ndan bu yana iki farklı politik tutum olarak gündeme gelen bu kavramlar, Ortadoğu’da birbiri ardına zuhur eden semavi dinler nedeniyle karşıt kutuplara dönüşmüş, dinsel bir içerik de kazanmıştı. Son zamanlarda zikredildiği biçimiyle (Ortadoğu’da yaşanan savaşın “Uygarlıklar savaşı” olarak isimlendirilmesinden de anlaşılacağı üzere) iki farklı “uygarlık” alanını ifade eder hale gelmişti… Bu farklılığın en fazla görselleştiği, su yüzüne çıktığı yer ise kuşkusuz sanattır. İslam’da figüratif sanatların hoş görülmemesi bu farklılığın en büyük nedeni olarak kabul görmüş, farklılığın dogmatik bir yasaktan kaynaklandığını düşünmek ise işleri kolaylaştırmıştır.

Doğulu bakış

Bakışı sanatın dışında bir felsefi kavram olarak algılayan Arap merkezli Doğu bilimi için, “görme” açık uçlu bir süreçti ve sonu yoktu; bakan gözün ötesinde başka bir sürü şeye bağlıydı ve somutlaştırmayı hedefleyen görsel sanatlara sıcak bakılmıyordu. İmgelerin sonsuz seçeneğinden bir imgenin belirlenerek görselleştirilmesi imkansız görülüyordu. Önemli düşünür, İbnü’l-Heysem’in düşüncesine göre, “imgeler insanın gözünde değil, hayal gücünde oluşuyordu; hayal gücü ise içsel duyularla zuhur ettiğinden, dışsal duyulara hitap eden imgelerle tasvir edilemezdi.” İmgelerden uzak, imgesiz ışığın geometrisine yoğunlaşan bir sanat ortaya çıkmıştı. Çünkü bu düşünce biçiminde “görsel imge, insanın gözlerinin önüne koyabileceği bir imge değil, insanı gördürten zihinsel bir imgeydi. Görünür kılınması mümkün değildi. Çünkü dış dünyada mevcut değildi.” Batı dünyasına göre resim bile olmayan içsel imgeler, resimler, görsel algı içsel duyular sayesinde tamamlanırdı ve yegane resimler bunlardı. İçsel duyular sayesinde görünür olanların, “gördüklerimizin, görünür dünyayı tasvir eden resimlere hapsedilmemesinin nedeni budur.” İçsel duyularda oluşan imgelerin, hayal gücünün bozulmaması, gözün gördüğü fani imgelerden etkilenmemesi için görsel cazibelerden kaçınılır. “İçsel resimlerin insan eliyle yapılmış birebir tasviri ancak put olabilirdi, çünkü sahte bir resimden başka bir şey değildi. Göz bütünsel imgeler göremez”.

Batı’nın bakışı

Batı’nın görsel algısında ise bakışın kendisi ön plandadır; imgeler bu nedenle tasvir edilebilmektedir, çünkü zaten insan dünyayı resimler halinde görmektedir. Varlığa gelen imgelerin floransa-ve-bagdat--Front-1bakışa ve bakışı sunacak öznelere ihtiyacı vardır. Çünkü hayal gücü, imgeler gözle ve gözde mümkündü ve görme öznenin gözüyle başlardı. “Bakış ve göz yalnızca Batı’da bir bütündür”. Ve bakış gözle birlikte hareket eder, arayıştadır, “kendini bulacağı resimler peşindedir”. Görme duyusu, dünyayı kendi gözleriyle görüp deneyimlemek isteyen Özne’nin doğal hakkı haline gelmişti. Arzusunu bedenden alan Batılı göz, yaşama dair görünür olanı arzusunun nesnesi kıldı. İnsan merkezli dünyanın ölçüm aracı gözdü. Dünyayı bakışıyla kendisine ait kılmaya çalışan Narkissos, Batı sanatının nirengi noktasıydı. Perspektif izleyen gözü, resmin odağı haline getirmiş, ressamın ölçütü izleyen bir çift göz olmuştu.

İbnü’l-Heysem ve perspektif

İslamî “görme teorisi”nin en önemli karakterlerinden olan Heysem, ışığın fiziksel bir varlığa sahip olduğunu dolayısıyla algımıza hükmettiğini düşünüyordu. Gördüğümüz her şey ışığın kırılması sayesinde mümkün oluyordu. Kendisi doğrudan algılanamayan ışık, cisimlerin algılanmasından birinci derecede sorumluydu. Ve bakışla cisimlerin algılanması mümkün değildi. Onlar ancak zihinle kavranabilirdi. Görsel algı sürekli olarak değiştiğinden, cisimler hakkındaki bilgiler ve hayal gücünün de devreye girmesi gerekiyordu. Çünkü Heysem’e göre, görünür dünya ancak okunarak algılanabilirdi. “Dünyanın görünürlüğü, görme duyumuzla ömür boyu talim edip öğrendiğimiz gramerle deşifre edilebilir”. Öte yandan perspektif de, Heysem’in dünyaya bir hediyesi olmuştu. Perspektif sanat Heysem’in görme ışınları ve ışığın geometrisinin matematik kuramına dayanmaktadır ve çıkış noktası asla sanatla ilişkili değildir.

Geometrik sanat

Dünyayı resmetmek ve süslemeli uygulamalı sanatlar arasında oluşan fark Doğu ve Batı’yı sanatsal bakış açısından, birbirinden ayırmıştı. Figüratif sanatın kabul görmemesi salt dini bir dogma değildi; dışarıdan gelebilecek görsel kirliliğe karşı içsel imgelemin bozulmasını engelleyecek gözde yaratılan bir sansürdü. Gözün bedene bağlı hareket etmesinden ziyade içsel duyulara bağlı bir bakış tarafından kontrol edilmesini, ehlileştirilmesini arzulayan bir sansürdü. Öte yandan “yaratılmış” olanın resim ya da heykel gibi sanatlar yoluyla dahi olsa “yaratıcı” rolüne bürünmesi hoş karşılanacak bir şey değildi. Geometri, İbnü’l Heysem’e göre, başlı başına bir sanattır ve sadece bir süsleme unsuru değildir, kozmik yasaları temsil eder. Motiflerin birbiri ardına kozmik bir uyum içinde bir arada bulunmalarını, bütünün oluşumunu temsil eder. Heysem geometrinin bir yazı gibi adım adım okumasını tavsiye eder. Çünkü geometri şeylerin bir gramer içerisinde bütüne gidişleridir. Ve geometri görmeyi fazla duyusallıktan ve gözün şehvetinden arındırır. Bu nedenle de İslam mimarisinin iç mekanları kozmik bir düzenin varlığını sahnelerler. Onların düzeni duyularla algılanamaz, onu algılamak matematiğin alanıdır.

Hepimiz etrafımıza gözlerimizle bakar, dünyayı gözlerimizle algılarız, ama bakış her şeyden önce bireyin ifadesidir ve toplumsal bir edimdir… Bakış ne fizyolojik kavramlarla tanımlanabilir ne de kullandığı algı tekniklerine bağlanabilir. Bizi özneye götüren bir dayatma vardır bakışta; özne bakışıyla şiddet uygulamakta ya da bakıştaki şiddete maruz kalmaktadır. Fakat son dönemde özne bir dekonstrüksiyon modasının kurbanı olmuştur. Bakışın arzuları ya da inhibisyonlarından içgüdünün mekanizmaları sorumlu tutulur. Ne var ki, bakış temasını yakalayan tarihi dikkate almazsak hayaletlerle savaşırız. Bakış her toplumda kolektif bir biçimde gerçekleştirilir, oysa herkes bakışı kendi bakışı olarak görür. Farklı ırklardan insanların belli bir kültüre aidiyetleri beden duruşları ya da dansları gibi, bakışlarından da ayırt edilir. Bu anlamda, bakışın fetişizmi de kültürel bir olguydu. Algının aynı zamanda hem motoru hem de frenidir bakış. Bakış ve göz, ister suç ortağı ister düşman olsunlar, ayrılmaz bir bütündür.

Hans Belting’in kaleme aldığı, Zehra Aksu Yılmazer’in Türkçeleştirdiği ve Koç Üniversitesi Yayınlarının bastığı “Floransa ve Bağdat: Doğu’da ve Batı’da Bakışın Tarihi” isimli kitap baskı kalitesi, çevirideki başarısı ve çarpıcı içeriği ile yolu sanattan geçenlerin kütüphanesinde bulunmayı hak eden mühim bir çalışmadır.

İsmail Gezgin – edebiyathaber.net (6 Ağustos 2015)

Yorum yapın