Ayşegül Kocabıçak’tan yeni öyküler: “Ben Söylemem Sen Anla”

Kasım 24, 2016

Ayşegül Kocabıçak’tan yeni öyküler: “Ben Söylemem Sen Anla”

kapak-ben-soylemem-1Ayşegül Kocabıçak‘ın yeni öykü kitabı “Ben Söylemem Sen Anla“, Nota Bene Yayınları etiketiyle yayımlandı.

Ayşegül Kocabıçak, ilk öykü kitabı Dilsiz Annelerin Sessiz Çocukları ile fazlalıklarından arınmış ve sadeliğiyle öne çıkan bir öykü dili yaratarak, özellikle kadınlar ve çocukların, gündelik hayatta her an yaşadıkları travmalar karşısında dilsiz ve suskun bırakılmalarına dair metinlere hayat verdi. Toplumsal cinsiyet kodlarının gelenekle beslenerek nasıl yeniden üretildiği, daha da önemlisi nasıl görmezden gelindiği Kocabıçak öykülerinin konusu oldu. Yazar, ilk kitabında dahi oldukça “zor” konuları, meselenin önüne geçmeyen bir dil kullanarak anlatmayı tercih etti. Başarmış olmalı ki, ilk kitap kısa zamanda ikinci baskıya ulaştı.

Ben Söylemem Sen Anla, yazarın ikinci kitabı. Ayşegül Kocabıçak bu kitabında da bağırmayan bir dil kullanarak, usulca eleştirmiş “hallerimizi”. Bilinen ama anlatılamayan, görmezden gelinen travmaların aslında onu yaşayan bireyler için ne denli yaralayıcı ve unutulmaz olduklarına işaret ederken, ilk kitabında olduğu gibi usulca ama rahatsız eden bir anlatım dilini tercih etmiş. Tek bir taşla camı çerçeveyi indirerek değil, camı kırmadan küçük taşlarla sabaha kadar o pencereyi taşlayarak…

Ayşegül Kocabıçak, kadınların kırılgan, ama bir o kadar neşeli ve direngen hallerini taşımış metinlerine. Penceremize attığı o küçük taşlardan kurtulmak ne mümkün… Yazar adeta “Pencerenizi açın!” diye bağıran bir çocuk! İster istemez açıyorsunuz pencerenizi. Bu sefer de, “Ben Söylemem Sen Anla” diyor, çaresiz anlamaya çalışıyorsunuz, anlamak istiyorsunuz. Sonra “anlamak” eylemi bir şenliğe dönüşüyor. Anladıkça sevilirmiş her şey, anlıyorsunuz…

Şimdilerde hayal meyal, ama sıcacık bir sevinçle hatırlıyorum, çocukluğumda “anlatan kadınlar” vardı. Annemlerin günlerine, güne paralarıyla katılmadıkları halde, sırf sohbetleri güzel diye davet edilirlerdi. Çantası gibi annemin elinde günden güne gezen ben, minnacık aklımla bu kadınların anlattıklarını, onları anlatırken hikâyeye kattıkları kimi neşeli, kimi üzgün detayları hayranlıkla dinlerdim. Alelade bir şeyden bahsediyor bile olsalar, bunu öyle güzel, öyle “anlatıcı” bir havada yaparlardı ki, çocukluğumun televizyonsuz, gazetesiz, kitapsız dünyasına bir gökkuşağı neşesi getirirlerdi. Ayşegül Kocabıçak’ın kurduğu anlatının, hikâyeleme yeteneğinin ardında bir yerlerde işte o kadınların saklandığını hissediyorum okurken. Üstelik bunu kalemi günden güne daha da keskinleşip parıldayan çok iyi bir öykücünün akıl ve duygusuyla yaptığını, yarattığı capcanlı ve diri anlatımı, öyküde kendine özgü bir kadın dili kurmaktaki başarısını hayranlıkla izliyorum. Kaleminin neşesinin, hikâyesinin soluğunun hiç tükenmemesi dileğiyle!

Mahir Ünsal Eriş

Sibel Öz – edebiyathaber.net (24 Kasım 2016)

Yorum yapın