Aynalara saklanmış yalnız kadınlar | Anıl Ceren Altunkanat

Kasım 18, 2015

Aynalara saklanmış yalnız kadınlar | Anıl Ceren Altunkanat

yalniz-kadinlar-arasinda “her suskunluk

bir iç kanamasıdır ilişkilerde

her duygu bir sürgüne dönüşür

bir kadın kimliğinde”[1]

Bir aynadan diğerine, yalnız kadınlar arasında mekik dokuyoruz. Bir umutsuzluktan yeni bir yenilgiye, yalnız kadınlardan, hep kendimize – ama ‘ben’ olmayan kendimize – koşuyoruz. Yoruluyoruz sonra, düşüyoruz. Kimse el uzatmıyor, bir kez daha düşüyoruz.

Kalkıyoruz derin bir solukla, dünya çağırıyor. Yerçekimine kulaklarımızı tıkıyoruz. Yoksa düşeriz! Yeniden! Aman!

***

“Konuşmanın bir işe yaramadığını anladıkça daha fazla konuşur olmuştum. Özellikle kadınlar arasında.”

Konuşmak işe yaramıyor, evet; yalnız kadınlar durmadan kendilerini kendilerine çarparak paramparça bir dünya kuruyorlar. Pavese’in (C. Pavese, Yalnız Kadınlar Arasında, çeviri: Rekin Teksoy, Can Yayınları, 8. Basım, Mart 2015, İstanbul) kadın kahramanları da bizler de… Clelia da Rosetta da, sen de ben de… Kimimiz savaşarak, kendini yeniden var ederek görüyor bunu, kimi baştan yenilmiş olarak düşüyor umutsuzluğun pençesine. Ve görmeden yaşamı, yumuyor gözlerini yenilgiyle.

“(…) şu ya da bu kişinin, bir gecenin ya da bir mevsimin yol açtığı bir tiksinti değildi bu, yaşamaktan, her şeyden, ama her şeyden, hem süratle geçen, hem geçmek bilmeyen zamandan duyulan bezginlikti.”

Görmekle yenilgiyi kabullenmek arasında bir fark var elbette. Bunu en iyi Pavese’nin başkahramanında, Clelia’da görüyoruz. Ve Rosetta’da. Yaşama kafa tutmakla hüzne teslim olmak arasında bir fark var. Yaşamı tırnaklamakla bezginliğin tatlı sularında sözde fırtınalarla çalkanmak arasında fark var.

“Eskiden böyle durumlarda yaşamımın değerinin ulaştığım yerden, elde ettiğim şeylerden kaynaklanmayıp buraya niçin ulaştığımda, bunları niçin elde ettiğimde yattığını düşünerek avuturdum kendimi. ‘Rastgele bir yazgı benimki de, üstelik kendi ellerimle çizdim’ derdim. Ama ellerimin titremesi sürüyor, bir türlü sakinleşemiyordum.”

Sakinleşemiyoruz. Aynada Rosetta hüzünle büküyor boynunu, biz ne kadar zaferle gülümsesek de. Her zaferin ardında kırgın bir kız çocuğunun balonunu yitirme telaşı var, biliyoruz. Her zaferin ardında yeni bir korkunun yinelenen titreyişi var.

“İnsan düştüğü tuzağa yine düşer.”

Düşüyoruz sonra; yerçekimi kazanıyor. Dünya ve ‘dünya’ sözcüğüne iliştirdiğimiz, tüm o baş edemediklerimiz kazanıyor.

Tam da bu yüzden Rosetta kendini öldürmek istiyor. Rosetta ıssızlığın huzurunu istiyor. İşte, bu yüzden Rosetta doğmamış bir yaşamı, filizlenmemiş bir tutkuyu ancak ve ancak ölümle karşılayabiliyor.

“Yalnız kalmak istiyordu, kalabalıktan kaçmak istiyordu, oysa o çevrede yalnız kalınamazdı, yalnız kalabilmenin tek yolu varlığını ortadan kaldırmaktı.”

Pavese susmuyor, Murathan Mungan’la söylüyor:

“nereden gelsem ben

nereye gitsem Pavese

kimsenin ağırlamadığı.”

Kimse ağırlamıyor yalnızlığı. Kimse kapısını açmıyor yalnızlığa, kimse ses veremiyor yalnız kadınlara. Kimseye ses etmiyor yalnız kadınlar. Her şey geçmişin süt beyaz sisine bulanıyor, geriye bir tek gitme isteği kalıyor.

“Gitmek istiyordum. Bütün bunlar geçmişimdi benim, dayanılmaz, bu kadar değişik, bu kadar ölü geçmişim.”

Bir uçurum duygusu karanlık sonu, o en dibi – benliğin uçurumunu – arıyor:

“pavese, yani o bilenmiş uçurum duygusu

bulur son hüviyetini sıkılgan katilinde.”

Kimi kendidir insanın kendi katili – belki çoğu öyledir. Savaşmaktan vazgeçen, ne için savaştığını unutan her insan katilini doğurur. Kadınlar daha çok doğurur, kadınlar unutmaya daha meyillidir. Zira kadın daha çok yaşar; ve yaşam, unutmak demektir biraz da. Evet, ölmek demektir biraz da.

“günden güne eksiliyor tekil kalabalığım

Artık sabahları da kaplıyor acı.

Tiksiniyorum bütün bunlardan

Sözler değil. Eylem. Artık yazmayacağım.”

Murathan Mungan’dan Pavese’ye geçiyor söz:

“Öykü öyle anlamsız ki, doğru olmalıydı.”

Doğrudur, budur öykümüz. Yalnız kadınlar arasında anlatılan, en çok da sessizliklerle, suskunluklarla anlatılan öykü budur. Anlamsız, doğru ve çokça yalnız.

“İlginç olan, bir resim atölyesi kiralayıp buraya yalnızca bir koltuk getirmesi ve superga’ya bakan pencerenin önünde böyle ölmüş olmasıydı. Bir kedi hainlik etmiş – onunla birlikte odadaymış, ertesi gün miyavlayıp tırmalayarak kapıyı açtırmış.”

***

Yalnız Kadınlar Arasında’yı okur okumaz rafa kaldırdım; bir yakınlık kuramamıştım metinle. Evet, o kadınları tanıyordum, tenimden biliyordum sızılarını ama anlatacağım, üstüne yazacağım bir şey yoktu.

Birkaç gün sonra kendimi hayatıma değen kadınları düşünürken buldum. Birden bire. Yıllardır anımsamadığım kadınlar sesleniyordu bana. Unuttuğum, unuttuğumu sandığım sözleri yankılanıyordu içimde; sözler sözleri doğuruyordu. Sanki o kadınlar beni doğuruyordu. Şaşırdım. Çok şaşırdım. Sonra sevindim, kavuşmanın sevinciydi bu.

Karşı konulmaz bir çağrıydı; Yalnız Kadınlar Arasında’yı yeniden elime aldım. Durdum, düşündüm, sonra bu yazıyı – ne kadar kotarabildiysem – o güzel kadınlar için yazdım.

Anıl Ceren Altunkanat – edebiyathaber.net (18 Kasım 2015)

[1] Bu ve metnin devamında italik olarak alıntılanan dizeler Murathan Mungan’ın “Pavese’nin Günlükleri” şiirindendir; Murathan Mungan, Oyunlar İntiharlar Şarkılar, Metis Yayınları, 1999, İstanbul.

Yorum yapın