Aşk Meçhule Yürür’ün kadınları ve unutma üzerine | Şirvan Erciyes

Kasım 9, 2015

Aşk Meçhule Yürür’ün kadınları ve unutma üzerine | Şirvan Erciyes

ask-mechule-yururFiliz Özdem’in son romanı Aşk Meçhule Yürür’ü[1] okurken, sık sık Clarissia Pinkola Estes’in Kurtlarla Koşan Kadınlar[2] adlı muhteşem kitabında sözünü ettiği arketipsel bilgi ve sezgiyi taşıyan La Loba (Kurt Kadın)’nın bana seslendiğini işittim. Sanki soyu tükenmekte olan bir “Vahşi Kadın” duruyordu karşımda… Tarihsel süreçte kadınlara özgü içgüdüsel doğa, vahşi hayvanlar ve vahşi topraklar gibi yağmalanmış, neredeyse yok edilmişti. Estes, yabanıl benliğimizle olan ilişkimizi “İhmalden ötürü hayalete dönüşmüş , aşırı evcilleştirme nedeniyle mezara gömülmüş, içinde yaşanılan kültür tarafından yasadışı ilan edilmiş ya da artık hiç anlaşılmayan bir ilişki olabilir bu. Kadının adlarını unutmuş olabiliriz, bize seslendiğinde yanıt vermeyebiliriz, ama onu iliklerimizde tanır ve özleriz; onun bize, bizim de ona ait olduğumuzu biliriz.”[3] sözleri ile açıklıyordu. Bir kadın, vahşi doğası ile yeniden ilişki kurmayı başarırsa içerdeki ve dışardaki dünyada coşkulu bir hayatın yolunu bulur, içsel gözlem gücüne sahip, bilge, hayalperest, kâhin, esin kaynağı, sezgi sahibi, yapıcı, yaratıcı, mucit ve dinleyici yeteneklerle donanırdı. İşte Mercan tam da böyle bir kadındı.

Aşk Meçhule Yürür’ün kahramanı Mercan; acı, keder,ölüm gibi hayatın her türlü tuzağı ile defalarca sınansa ve zaman zaman ölmek istese bile hayata dönük, canlı, diri, güçlü bir sese sahip. İfratla tefrit arasına sıkışmış, arızalı/deli kadın gibi tanımlamalara maruz kalan Aşk Meçhule Yürür’ün kadın kahramanları, sahip oldukları güçlü sezgileri dinleyen, içlerinde uyuyan yabanıl özü uyandırmış cesur kadınlar olarak da okunabilir. Üstelik Mercan, büyüklerinden dinlediği masallarla/anılarla yüklenmiş belleğini nesilden nesile aktarmaya çalışan bir ‘cantadora’ yani topladığı öyküleri dağıtan şair ve sanatçı misyonuna sahip kadınlardan biri.

Aşk Meçhule Yürür, bilincin yitip gittiği bir ruh ikliminde, vecd anında beliren esinle yazılmış hissi veren coşkun bir roman. 126 sayfa olan kitap 21 bölüm içeriyor. Bu bölümler romanı parçalamıyor, aksine inanılmaz bir uyumla birbirini bütünlüyor, öyle ki arada hiçbir boşluk kalmıyor. Alışıldık roman örgüsüne benzemeyen ve kitabın bütünlüğüne zarar vermeyen, kurgusal gerçekliği defalarca ters yüz eden bu parçalı yapı roman tekniği açısından oldukça etkileyici. Filiz Özdem, bin bir özenle inşa ettiği kurguyu bir fiskede deviriyor ve desteyi yeniden karıp, elindeki iskambil kağıtlarından yeni bir inşaya başlıyor. Çok yüzlü, çok katmanlı ve her zaman akılla açıklanması mümkün olmayan farklı bir evren sunuyor okurlarına.

Kadın kahramanların egemen olduğu bir roman Aşk Meçhule Yürür. Mercan’ın annesi, anneannesi, kardeşi Meltem, arkadaşı Okşan, Seta teyze, Baylan pastanesinde tanışılan Nursel teyze, öğretmen emeklisi yan komşu, çocukluk anılarından çıkıp gelen falcı kadın, Avrupa gezisinde tanışılan sevimli kadın, keşke demeyen Efnan ve diğer kadınlar… İçlerinden Okşan’ı ayrı bir yere koyarsak geri kalanı birbirlerine destek olmayı ve şefkati bilen, ruh akrabası, dayanışmacı kadınlar. Okşan, yok ediciye dönüşme potansiyeline sahip bir ruh emici gibi görünür romanda. Mercan, arkadaşının bu özelliğini fark ettiğinde sabır ve iyi niyetin bir yerden sonra safdilliğe dönüşebileceğini bilen akıllı bir kadın gibi davranır ve onu yaşantısının uzağına atar.

“Etrafımda ne baba, ne koca, ne sevgili… hiçbir erkek olmasın. Tombul ve yumuşak elli anaç kadınlar şefkatle saçımı okşasın. Başım onların kucağında, öylece kalakalsın.” diyen Mercan’ın dünyası kadınlarla çevrilidir ve kadın dostluğunu kutsar. Aşk da önemli bir yere sahiptir hayatında, sevdiği/seviştiği, yüreğine değip dokunmuş hiçbir erkeği de unutmaz. Özlemle, sevgiyle ya da öfkeyle anar onları. Ama onlar olmadan yaşayabileceğini bilir. Mercan merkezde bir kadındır zaten, kırgın ve yaralı pek çok insanı kendisine çekebilecek ve onlara yaşam enerjisi aktarabilecek bir güce sahip olduğunu sezeriz…

Bulduğu her fırsatta Seta teyzenin dizlerine yatar Mercan; şefkate muhtaç ruhu bu kadının kemikli ellerinden şifa bulsun ister… Seta teyzenin saçlarını okşadığı Mercan’ın aklında Medusa vardır, buklelerinin yılan olup Seta teyzenin ellerini sokmasından korkar… Bu bölüm geçmişten gelen zehrin günü yaşanılmaz kıldığına bir işaret olarak okunabilir.

Sezgileri güçlü şaman bir kadındır Mercan, sevdiklerinin başlarına gelecek olan felaketleri, ölümleri, acıları sezen bir iç yangısı taşır. Falcı kadınla ya da Nursel teyze ile göz göze bakarak birbirlerini ağlatabilecek ve anlayabilecek bir güce sahiptirler ve rüyalar dile gelir Aşk Meçhule Yürür ’de. Kadınların birbirleri ile paylaştığı, ya da suya anlattığı rüyalarla kıvamlanmış anlara hangimiz tanık olmadık ki? Hayatın ve acının uzağında ikinci bir dünya yaratılabilir rüyalardan ve belki de kadınlar uyumak için değil rüya görmek için yatarlar geceleri; rüyalarını eski çağlardan kalma bir ayin gibi birbirlerine anlatarak hayra yormak için…Kendi gerçekliklerinde bulamadıkları mutluluğu rüyada ararlar. Mercan’ın rüyaları ise daha çok gaipten haber getiren kara bir kuzgun gibidir, acı rüyada bile kesintiye uğramaz. Mercan acının üstesinden gelmeye çalışır, elinde tüyler boncuklar, ağaç dalları, kemikler yoktur ama Ziya’dan gelen mektuplar vardır. Ziya, Abidin ya da Durul… Tüm sevmeler tek bir sevgiye ait bir bütünlük içinde yer değiştirir; öyle ki Mercan’ın kocasının Ziya mı yoksa Abidin mi olduğunu tam olarak kestiremeyiz.

Mercan acının bitmeyeceğini bilir, eski acılar üzerine yenilerinin ekleneceğini de… Ama yaşama arsızca tutkundur, dalında moraran böğürtlen ya da denizde gördüğü yunus sürüsü aklını başından almaya yeter de artar bile. Bunca ölüm ve acının arasında diri kalabilen yaşam sevgisi ve mutlu olabilme yeteneğine kendisi de şaşar kimileyin hatta suçluluk duyar bu güzel özelliklerinden dolayı.

Onun acıları yalnızca sevdiklerinin ölümünden değildir, yaralarının yalnızca aşktan olmadığı gibi… Her gün duyduğumuz tüm ölüm haberlerinden sonra hangimiz benzer duygulara kapılmıyoruz ki? Soma’da göçük altında kalan yüzlerce madenciden sonra, ya da Suruç’ da Ankara’da katledilen gencecik güzel insanları toprağa verdikten sonra hangimiz yaşadığımız için suçluluk duymadık? Güven ve umut dolu bakabilecekken yarına; yitik, silik ve kanayan bir gelecek görüntüsü belirmiyor mu gözlerimizi kapatınca. Kaygılarımız nedensiz mi?

Anneannesi ölmeden önce Seta adında bir kız kardeşi olduğu sırrını verir Mercan’a ve onu bulmasını ister. Seta bir Ermeni adıdır ve Mercan Ermeni akrabaları olduğu gerçeği ile ilk kez yüz yüze gelir. Arayıp bulur Seta teyzeyi, ondan 1915 yılı civarında geçen acı ve ölüm yüklü anıları dinler. Müslüman erkeklerle evlenmek zorunda kalan zaten evli Ermeni kadınlar ve onların ad değiştiren küçük oğullarına dair yaşantılarla iyice ağırlaşır Mercan’ın yükü. 12 Eylül’den Mercan’ın payına düşen ve üstesinden gelmeye çalıştığı onca tahribata bir de kırılıp giden, sır gibi saklanan gizli kimliği eklenir. Seta teyze durup dinlenmeden anlatır anımsadığı her şeyi. Yıllardan beri susmak zorunda kalmış bu kadın, konuşulması bile yasak ve tehlikeli olan zehirli geçmişi Mercan’a devreder.

Köklerinden kopma, kimliğini gizlemek zorunda kalma, şiddet, işkence gibi ülkenin unutmaya çalıştığı ne varsa ısrarla onları yeniden ortaya döküyor Filiz Özdem. Yaraların kabuk bağlamasına izin vermiyor, aksine kanatıyor yeniden yeniden… Unutmanın iyileşmek olmadığını biliyor, asıl iyileşmenin yüzleşme ile mümkün olduğunu da… Her şeyi unutup bu acılara neden olanları affedecek ve tüm genç ölenleri, zulme uğrayanları toprağın altına mı terk edeceğiz. Faili meçhul ölülerin yattığı gizli mezarların üzerlerinde çimenler büyüyecek ve o çimenler üzerinde çocuklar top oynayacak, gençler sere serpe uzanıp ayrılıktan ve aşktan mütevellit acıların yazılı olduğu romanları okuyacak, gözyaşları dökecek, öyle mi? Hayat böyle mi yaşanıyor bu coğrafyada? Unutmazsak üst üste birikmiş acıların altından nasıl kalkarız diyecek birileri biliyorum, bazen unutmak ruha iyi gelir, kalbi iyileştirir diyecek. Ama bastırmak, görmezden gelmek ve unutmak suça ortak olmaktır kimi zaman da… Filiz Özdem bu suça ortak olmamak için yazıyor; keskin, sivri, hüzünlü ama güçlü bir dille, iyi ki yazıyor.

Şirvan Erciyes – edebiyathaber.net (9 Kasım 2015)

[1] Aşk Meçhule Yürür, Filiz Özdem. YKY, Mayıs 2015

[2] Kurtlarla Koşan Kadınlar, Clarissa Pinkola Estes, Ayrıntı Yayınları, 2012

[3] Age syf. 19

Yorum yapın