Artık eko-terörizm romanları zamanı | Şule Tüzül

Mayıs 3, 2018

Artık eko-terörizm romanları zamanı | Şule Tüzül

Hala aynı heyecan ve hevesle okuduğumuz elli ya da yüzyıl öncesinin romanları, yazarlarının dehası ile yarınlara da taşınacak. Edebiyat, insanlık durumlarını, yakın ya da uzak başka başka hayatları, dünün, bugünün, yarının okurlarına niteliğinden taviz vermeden taşırken, çağlar boyu farklı okurları ortak duygu ve düşüncelerde buluştururken, o muhteşem eserler yazıldıkları çağın kültürel, sosyoekonomik ve toplumsal koşullarını tarih kitaplarından daha yalın, daha çıplak ve doğrudan anlattılar. Kadınların ne birey ne de yazar yerine konulduğu bir dönemin yazarı olduğunu bilerek Jane Austine’e ve romanlarına hayran olduk. Joseph Conrad’ın Karanlığın Yüreği, 1900’lerin sömürgeciliğinin dünyayı nereye götürdüğünün bir çırpıda dile gelen destanı oldu çoğumuz için. Romanı okurken dönemin insanları ile özdeşleşip, roman kahramanı ile birlikte dünyaya “Dehşet… Dehşet” diyerek bakakaldık. Dostoyevski, Tolstoy, Puşkin ve daha nicelerinin yarattıkları karakterlerin hikayeleri ile yaşanan dönemi bazen şaşkınlıkla, inanmazlıkla izledik. Yıllardır sadece romanları değil, romanların zamanlarını, dönemlerini de yorumluyoruz.

Hiç düşündünüz mü, bugün yazılan romanların bundan yüz yıl sonra nasıl yorumlanacağını, yüz yıl sonrasının insanlarının bizim yaşadıklarımıza nasıl bakacağını? Aklıma şöyle şeyler geliyor: Ne acayip değil mi o zamanın insanları binlerce büyükbaş hayvanı bir tesiste hızlandırılmış şekilde besleyip kesip yiyorlarmış… O da bir şey mi binlerce tavuğa da aynı şeyi yapmışlar üstelik işe yaramadığı gerekçesiyle binlerce milyonlarca civcivi de telef ederek… Aman Tanrım vahşet…  Ya binlerce balığın çiftlik denen deniz altı kafeslerinde tutulup şişmanlatılmaya çalışıldığını biliyor muydunuz… O da bir şey mi asıl siz bu hayvanlara besin diye zorla yedirilen kimyasallara, antibiyotiklere, hormonlara bakın… Sadece hayvanlara değil sebze ve meyveleri de böyle zararlı maddelerle üretiyorlarmış hem de tonlarca… 2000’li yılların insanları gerçekten deli olmalı neden kendilerine zarar verecek şeyler yapmışlar ki böyle… Para için… Ne saçma!…

Bugün yaşadıklarımız ya da yüz yıl sonra hakkımızda konuşulacak olanlar ne kadar saçma emin değilim, ama bugün yazılan romanlarda artık bu gerçekler var. Gıda endüstrisi dünya çapında yaptıkları ile hava kirliliğini büyük oranda etkiliyor. İnsan sağlığını tehdit eden katkı maddelerinin kullanımını, hayvanlar, sebze ve meyveler üzerinde uygulanan vahşet diyebileceğimiz yöntemleri öyle bir noktaya getirdi ki edebiyatın bu yaşananlardan bağımsız kalması elbette mümkün değildi.

Nisan ayında Palto Yayınevi tarafından yayımlanan Norveçli yazar Lars Lenth’in Vega Kardeşler isimli romanı tam da bu gerçekleri anlatıyor. Vega Kardeşler bir eko-terörizm romanı. Lars Lenth romanı ile, dünyanın en zengin, refah seviyesi en yüksek ve en medeni kabul edilen ülkelerinden biri olan Norveç’in sahne arkasını gözler önüne seriyor.

Torvald, Einar ve Gunnar Vega, dünya somon üretiminin büyük bölümünde payı olan bir somon firmasına bağlı en büyük üretme çiftliklerinden birinin sahibi üç kardeş. Çiftlik, Norveç’in doğası en güzel kasabasında ve fiyortlarından birinde bulunuyor. Buzdağının görünen kısmında dünyanın en modern ve en iyi işletilen çiftliklerinden biri bu çiftlik. Hem tüm dünyaya pazarladıkları besin değeri yüksek bu harika balıkları üretiyorlar ve hem de binlerce kişiye istihdam yaratıyorlar. Topluma faydaları bununla sınırlı değil, halk için büyük bütçeler ayırıp festivaller, konserler organize ediyorlar, ihtiyacı olanlara yardım kampanyaları yapıyorlar.

Buzdağının görünmeyen yüzünün gerçekleri ise çok başka. Çiftlik dediğimiz alan, her birinin içerisinde en az iki yüz bin somonun bulunduğu devasa kafeslerden oluşuyor. Kıpırdanacak alanı olmayan bu kafeslerdeki somonlar sağlıklı biçimde beslenmek yerine daha çabuk büyümeleri ve daha kilolu olmaları için kimyasallar, antibiyotikler, palm yağı ve büyüme hormonu ile besleniyorlar. Genleri ile oynanıyor. Bu şekilde beslenen somonların derilerinde yaralar oluşuyor, yüzgeçleri parçalanıyor, o pembe etin rengi griye dönüşüyor. Zavallı somonlar, o gri rengi pembeye dönüştürmek için de başka kimyasallara maruz bırakılıyorlar. Binlerce somondan çıkan atıklar, çiftliğin neden olduğu çöpler ve balçık o güzelim fiyord sularına karışıyor. Daha kötüsü ise, kafeslerden kaçmayı başaran gözleri patlamış omurgaları deforme olmuş somonlar, denizdeki özgür balıklarla çiftleşmeleri ya da daha büyük balıklara yem olmaları sonucu özgür deniz balıklarına da aynı hastalıkları bulaştırıyorlar.

Doğa ya da insanların sağlığı kimin umurunda! Önemli olan para! Hep daha çok daha çok ve daha da çok para! Kasaba halkı, ulusal ve uluslararası çevreci kuruluşlar durumun farkında ama hiçbir şey yapamıyorlar. İşin içinde öyle büyük bir para dönüyor ki, bu konuda karar verici makamlarda oturan devlet adamları, hukukçular, polisler, basın ve hatta toplum sağlığını güvence altına alma amacıyla kurulmuş uluslararası kurumlar bile bu ranttan pay alıyor, sistemin bir parçası haline gelmişler, seslerini çıkaramıyorlar.

Sosyal medyada ya da bağımsız medya kuruluşlarında yer alan çığlıkların da işe yaramadığını gören bir grup insan işin sorumluluğunu üzerine alıyor. Kafeslerdeki balıkların firar etmesini sağlamaktan, firmanın tesislerine ve çalışanlarına düzenlenen saldırılara kadar birçok eylem yapmaya başlıyorlar. Somon üreticileri ve onların destekçileri kendilerine savaş açan bu bir avuç insana terörist diyorlar. İnsan sağlığını tehdit eden, hayvanlara ve doğaya sınırı olmayan bir vahşet uygulayan Vega kardeşlere ve onları destekleyen kurum ve kuruluşlardaki insanlara ne diyeceğiz peki?

Vega Kardeşler, somon üreticileri ve gıda endüstrisi ile bu ufacık gurubun arasında geçen macera dolu bir mücadeleyi anlatıyor. Diğer yandan bu mücadele kapsamında genel olarak dünya gıda sektöründe dönen dolapları, uluslararası politikaların bu sektörün hizmetinde ne kadar ileri gidebileceğini, çevreci ve sol partilerin de nasıl sistemin bir parçasına dönüştüğünü masaya yatırıyor Lars Lenth.

Kitapta yer alan birçok bilginin doğruluğunu internette yapacağınız kısa bir araştırma ile görebilirsiniz. Bugün, Norveç somonunun dünyadaki birçok ülkeye girişi yasak. Norveç fiyortları dünyanın en iyi seyahat noktalarından biri olarak kabul ediliyor. Fiyortların neredeyse tamamı UNESCO dünya mirasında yer alıyor. Birleşmiş Milletler bu bölgelerin korunması için net ve katı taleplerde bulunuyor. Ama demek ki yeterince katı değiller ki, somon üreticileri yasaları ve kuralları pek takmıyorlar.

Belli ki Lars Lenth gıda endüstrisinin yaptıklarına dair kapsamlı bir bilgi birikimi ile kitabı yazmış. Bu konuda okuru bayağı bilgilendirmesine rağmen kitap asla bu bilgileri okura empoze eden bir kurgu ve yapıya sahip değil. Vega Kardeşler tam anlamı ile bir macera romanı; kötü adamlar, iyi adamlar, sonu gelmez kovalamacalar, silahlar, kan ve şiddet, aşklar, entrikalarla dolu bir roman. Kitabın adındaki “Vega”nın çağrışımı ya da kitabın konusu da sizi yanıltmasın, kitap ne veganizmi, ne vejeteryanlığı, ne çevreciliği savunmak gibi bir misyonu üstleniyor. Somon üreticilerine karşı savaşanlardan sadece biri çevreci bir aktivist, ama o da çok ön planda değil zaten. Mücadelenin baş aktörleri doğa konusunda bile yeterince bilgi ve duyarlılığa sahip olmayan, sadece yapılan haksızlıklara isyan eden sıradan insanlar aslında.

Dünyayı tehdit eden gıda endüstrisine karşı tepkiler her gün çoğalıyor. Son yıllarda edebiyat da işe karıştı. Yayımlanan birçok eserde konu ne olursa olsun doğaya, insan sağlığını ve doğayı tehdit eden büyük küçük doğa katliamlarına göndermeler olduğu gibi, konuya doğrudan yaklaşan Vega Kardeşler gibi edebi eserleri daha çok göreceğiz. Vega Kardeşler bir eko-terörizm romanı olarak tanıtılıyor. Mücadelenin hangi tarafı bu sıfatı daha çok hak ediyor çok açık, ama diğer yandan her iki taraf da eylemlerinde şiddet kullanıyor. Bu alanda en çok sorgulanan meselelerden biri bu. İnsanlık gıda terörüne nasıl dur diyecek?

Burada önemli ve güzel olan, artık edebiyatın “öteki”ni anlama rolünün kapsamına doğa ve doğada yaşayan insan dışındaki diğer tüm canlıların da girmiş olması. Elbette edebiyat tarihi konusu doğa olan, kapitalizmi hedef alan birçok eseri barındırıyor. Ancak bugün bambaşka gerçeklerle karşı karşıyayız. Bundan sonra ortaya çıkacak eserlerde artık dilin ve anlatımın insan odaklı olup olmadığı sorgulanacak. Çünkü insan odaklı yaşam biçimlerimizin bizi getirdiği nokta kendi kendimizi vurduğumuz bir nokta olacak.

Vega Kardeşler’in edebi değeri ayrı bir tartışma konusu, bunu ilgili otoritelere bırakmayı tercih ederim. Kendi adıma okur olarak beni heyecanlandıran, edebiyatta insanın biricikliği yanılsamasından kurtulup, insanlık durumlarının doğa ve doğada yaşayan canlılardan bağımsız düşünülemeyeceğine doğru gidiyor olmamız.

Şule Tüzül – edebiyathaber.net (3 Mayıs 2018)

Yorum yapın