Ali Volkan Erdemir: “Son yıllarda Murakami Haruki’nin eserleri çok okunuyor.”

Ocak 29, 2016

Ali Volkan Erdemir: “Son yıllarda Murakami Haruki’nin eserleri çok okunuyor.”

alivolkanerdemir_n

Söyleşi: Şirvan Erciyes

Oe Kenzaburo’nun Kurbanı Beslemek ve Murakami Haruki’nin Kadınsız Erkekler kitaplarını Japoncadan Türkçeye çeviren ve Erciyes Üniversitesi Japon Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı öğretim üyesi Ali Volkan Erdemir’le çeviri, Japon edebiyatı ve kültürü üzerine söyleştik.

Japon dilini hele de alfabesini düşündüğümde, Japonca öğrenmek neredeyse imkansız bir uğraş gibi geliyor. Dil öğrenme sürecinizi çok merak ediyorum açıkçası.

Japon dili öğrenimine Japon edebiyatı ve kültürüne ilgim dolayısıyla başladım. Akira Kurosawa’nın Yedi Samuray adlı filmini ilkokul beşinci sınıfta izlediğimde nedenini bilmeden çok etkilenmiştim. Lise yıllarında ise Mishima Yukio’nun romanlarını okumuştum. Çocuk sayılacak yaştaki kamikaze pilotlarının gözükaralığı ve hüznü bir yandan, dingin Zen keşişleri, meditasyon derken, bunları anlamak için işin kaynağı olan Japon dilini öğrenmek istedim. Ayrıca, Ankara Üniversitesi’nde Amerikan Kültürü ve Edebiyatı bölümünde öğrenim gördüğüm sırada, daha farklı bir şeylerle ilgilenmeyi de. Bunlar da beni Japon dili ve edebiyatını yerinde öğrenmeye yönlendirdi.

2015 yılı Japon dili ve edebiyatı öğreniciliğimin yirminci yılıydı ve bazen neden bu kadar kaprisli bir dille uğraşıyorum diye kendime sorduğumda, işte bu sözünü ettiğim edebiyat ve kültür ögeleri geliyor aklıma. Bir de farklı bir şeyler yapma isteği.

Bir akademisyen olarak öğrenciler yetiştiriyor ve Japoncadan Türkçeye nitelikli çeviriler yapıyorsunuz. Kenzaburo Oe’den çevirdiğiniz Kurbanı Beslemek 2015’in beğenilen kitapları arasında yer aldı. Oe’den üç uzun öykünün yer aldığı kitapta “Kurbanı Beslemek” diğer iki öyküden çok farklı, “Delilikten Kurtar Bizi” ve “Gözyaşlarımı Sileceği Gün” öykülerinde cinnetin sınırlarında dolaşan iki insanın duygu ve yaşantıları çetrefilli bir biçimde anlatılıyor. Okurken bile insanı zorlayan bu iki öyküyü çevirmek pek de kolay olmasa gerek.

Oe Kenzaburo’nun söz konusu öyküleri yazdığı yıllarda çok uzun cümleler kurmak, yazınsal nitelik olarak kabul ediliyordu. Dahası, Oe, Tokyo Üniversitesi Fransız Dili ve Edebiyatı bölümü mezunu; Fransız edebiyatının etkisi var yazdıklarında.

kurbani-beslemekÖyküleri içinde “Kurbanı Beslemek”, bence hâlâ güncelliğini koruyor ve insanlık bu kargaşa içinde yaşamaya devam ettikçe de –ettirildikçe demek daha doğru olabilir- koruyacak görünüyor. II. Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru Japonya’da küçük bir köye düşen ABD savaş uçağından kurtulan zenci asker. Kocaman, kara renkli bir adam. Köydeki Japonların hayatlarında ilk kez bir yabancıyla karşılaşmaları. İletişim noksanlığı. Zaman içinde düşmanlarının da aslında kendileri gibi insan olduğunu anlamaları. Zenci askerin köylüler için elinden geleni yaparak faydalı olma, anlamlı olma gayreti. Ama sonunda farklılığın dayatılması, düşmanlığın ağır basması ve insanın içindeki vahşi yanın daha fazla bastırılamaması. Kendi varlığını devam ettirmek için diğerini yok etmek!

“Delilikten Kurtar Bizi” ve “Gözyaşlarımı Sileceğim Gün” adlı öykülerde ise kendiyle, anne ve babasıyla, zihinsel engelli oğluyla, karısıyla, evliliğiyle, Japon imparatorluk sistemiyle kıyasıya bir mücadele veriyor Oe. Çok karanlık bir psikoloji içinde. Diğer yandan yaşama tutunmaya çalışması, iyi bir baba olma gayreti… Geçmişi yeniden kurma çabası, kendiyle, tarihiyle ödeşme çabası… Bencil bir yaşam gibi görünürken, ben’den geçip çoğalması… “Delilikten Kurtar Bizi”nin çevirisi sırasında şunu yazmışım

Oe’ye ithafen:

Oe Kenzaburo’ya-

yaşam alanına

dahil etmiş tüm evreni -bilmeden-

engelli çocuğunun sımsıkı tuttuğu ellerinde.

(7 Şubat 2015)

Haruki Murakami’den çevirdiğiniz Kadınsız Erkekler de yayımlandı. İki farklı yazarın kitabını yakın aralıkla çevirdiğiniz için ister istemez hangisi sizi daha çok zorladı diye bir soru geliyor aklıma. Bir de Japon diline ve kültürüne dair açıklamaların yer aldığı dipnotlar aracılığı ile okurla aranızda bir bağ kurulduğunu düşünüyorum ve bu konuda gösterdiğiniz özeni çok incelikli buluyorum.

Teşekkür ederim.

Oe Kenzaburo’nun karmaşık, noktaya hasret bırakan uzun cümleleri kadar Murakami Haruki’nin kısa, yalın cümlelerini Türkçeye aktarmak da pek kolay olmadı açıkçası; ama her ikisiyle uğraşmak son derece keyifliydi.

Murakami, Zen keşişi gibi; sade, yalın bir tarzla, kısacık cümlelerle kurduğu dünyada 21. yüzyıl kent insanını, yalnızlığını anlatıyor; aşkı da hani uçurumdan düşerken tutunmaya çalıştığınız son dal gibi işliyor. Günümüzde dayatılan onca şey içinde rafine bir yaşam sürenlerin, diğer bir deyişle müzik dinlemek ve kitap okumak dışında derdi olmayan kişilerin aslında ne kadar “normal” olduklarını da hissettiriyor.

Öte yandan her iki yazar da aynı şeyin peşinde kanımca. Oe, kışkırtarak, adeta şamar atarak sorgulatırken, Murakami yere düşüp dizini hafif kanatmış bir çocuğun başını okşayıp onu avuturcasına, nazikçe sorduruyor kişiye en temel, dipsiz soruyu: “Ben aslında neyim? Ben aslında kimim?”

Dipnot konusuna gelince, okuyucuya, abartıya kaçmadan, dipnotta bilgi aktarımının gerekli olduğunu düşünüyorum; özellikle de uzak (uzaktan kastım hem coğrafi hem de toplumsal boyut) kültürlerin eserleri için gerekli görünüyor. Kimileri bu bilgileri cümle içine yedirmeyi tercih ediyor, bence bu yazara ve metne ihanet. Ben klasik, doğal bir yaklaşım yeğliyorum; hem edebiyata sadık bir okur hem de çevirmen olarak.

kadinsiz-erkekler-kitabi-haruki-murakamiÇevirilerinizde akıcı, anlaşılır ve okuma hazzını geri plana itmeyen cümleler çıkıyor karşımıza ve ister istemez çevirmenin edebiyatçı olması gerektiğini düşündürüyor. Edebiyat birikimi olmayan birinin yaptığı çeviriler okuma hazzını sekteye uğratmaz mı, ne dersiniz?

Yüzünde edebiyat çizgisi olmayanların (bunu Murathan Mungan mı söylemişti?) edebiyat çevirisine kalkışması henüz yüksek lisans tezini yazma aşamasında olduğu halde, “benim akademik çalışmalarım” diyecek özgüveni kendinde bulan kişilerin durumu ile aynı bence.

Öte yandan Japoncadan kaynaklanan bir sıkıntı yaşıyorum; önerdiğim çözüm de yayınevleri tarafından kabul edilmedi; Japonca sözcüklerin transliterasyonu. Karışıklık çıkmaması, anlaşılır olması adına Türkçe okunuşuyla yazımı tercih ediliyor Japonca sözcüklerin; ancak Mishima’yı Mişima yazmak, Hanshin Tigers’ı, Hanşin Taygırs yazmak aslında Şıtaynbek, Kamü, Göte diye yazmak kadar ürpertici bir durum bence. Rusçada da var bu durum yanlış bilmiyorsam. Abecesi farklı dillerin kaderi mi?

Abecesi farklı olmasa bile pek çok yazarın adını yanlış telaffuz ediyoruz ne yazık ki. Ama ben söyleşiyi farklı bir alana kaydırmak istiyorum, ülkemizde Japon edebiyatı ve kültürüne yönelik ilgi ne durumda?

Son yıllarda tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de Murakami Haruki’nin eserleri çok okunuyor. Geçen yıl sonunda Japon edebiyatı dersimi alan öğrencilerimden pek çoğu, Murakami’nin bir eserini okuduktan sonra Japon edebiyatına ilgilerinin arttığını, başka yazarların eserlerini de okumak istediklerini belirttiler. Murakami, Nobel Edebiyat Ödülünü henüz alamamış olsa da, bence, dünyada Japon edebiyatı fahri konsolosu gibi bir görevi yerine getiriyor. Elbette bunu, onun eserlerinin dünya edebiyatına mı Japon edebiyatına mı dahil olduğu tartışmasını bir kenara bırakarak söylüyorum.

Japon kültüründa günümüzde en popüler olanlar anime, cosplay, manga ve Murakami’nin eserleri. Coşkulu, renkli bir dönem bu. Ve tabii ki haiku. Haiku, en cool şiir türü bence; hem bilge hem haylaz; oyun peşindeki kedi yavrusu kadar da sevimli.

Japonya bildiğimizi sandığımız, uzak coğrafyadaki bir ülke aslında. Tek bir Japonya ya da Japon insanından, dolayısıyla edebiyat ve kültüründen de söz edemeyiz bu yüzden. 30 günde Japonca öğretme iddiasında olan kitaplar, on adımda on iki adım atmak gibi bir yanılgıdır; benzer bir yanılgı da Japonları bağdaşık bir toplum olarak değerlendirmektir. Kendilerinin terk ettiği nükleer santralleri Türkiye’ye tesis etme pazarlığında yarışan Japonlar mı, yoksa bu santrallerin Türkiye’ye kurulmasının söz konusu edildiği dönemde bu durumu protesto eden Japonlar mı, hangisi “bizim Japonumuz”? (Aslında bu sorunun temelinde biz kimiz ve neyiz yatıyor, ama o apayrı bir konu.)

Peki tam tersini soracak olursam, bu konuda yazdığınız Japonya’da Türk İmgesinin Oluşumu, 1890-1914 adlı bir de kitabınız var, okurlarımıza Japon insanındaki Türk algısı hakkında bilgi verir misiniz?

Japonya’da 19. yy sonlarına değin Çin ve Avrupa üzerinden edinilmiş Türkiye bilgisi var. Dolayısıyla bunların içinde nitelikli bilginin yanı sıra ön yargılı ve egzotik olanların yer alması kaçınılmaz. 19. yy’dan itibaren Japonya’nın kapalılık politikasını bırakıp dünyaya açılmasıyla birlikte yoğun ilgi gösterdiği ülkelerden biri de Osmanlı İmparatorluğu. Osmanlı’nın üç kıtada farklı dil, inanç ve ırktan toplumları 600 yıl boyunca nasıl yönetebildiğini anlamak istiyor, kendi de bu yola girecek çünkü sonraki yıllarda. Öte yandan Tokutomi Kenjiro gibi yazarlar da kısa süreyle İstanbul’da bulunuyor. Aslında Tolstoy’la görüşecek; o zaman da bugünkü gibi İstanbul ulaşımda bir aktarma merkezi; zorunlu seçmeli ders gibi yolu bizden geçiyor yani. Bununla birlikte 1890 yılındaki Ertuğrul Fırkateyni faciasından sonra Türkiye’ye gelen Japonlar arasında yirmi yıla yakın bir süre İstanbul’da çeşitli faaliyetler gösteren Yamada Torajiro var; birkaç yabancı dil bilen, gazetelerde, dergilerde yazıları çıkan, Türk kültürü ve toplumu üzerine ilk elden bir de kitap yazan, uluslararası bir entelektüel bu kişi. İşte bu kısa ya da uzun zamanlı konukların Japonya’ya gönderdikleri mektuplardan, kaleme aldıkları seyahatname, dergi ve gazete yazısı ve kitaplar aracılığıyla aktardıkları “ilk elden” bilgiler, dikkate değer.

Japonya’yla Türkiye’nin birbirini resmi olarak tanımasının ve karşılıklı büyükelçilik açılışının ancak 1925 yılında gerçekleşmesi de gözden kaçırılmaması gereken bir diğer faktör.

Türkçeden Japoncaya çevrilmiş eserler var mı, Japon okuru Türk edebiyatı hakkında fikir sahibi mi? Japonya’da uzun yıllar yaşadığınız için bu konuda gözlemleriniz olmuştur diye düşünüyorum. Ve sizin Türkçe’den Japonca’ya bir eser çevirme projeniz var mı? Böyle bir teklif gelse hangi yazarların eserlerini çevirmek isterdiniz?

Evet, sanırım tahmin edilenin ötesinde var. Nasreddin Hoca çevrilmiş ilklerden biri. Nazım Hikmet’in şiirleri ve Ferhad ile Şirin’i; Turgut Özakman Şu Çılgın Türkler’i; Ahmet Hamdi Tanpınar, Dede Korkut, Aziz Nesin, Latife Tekin’in eserleri…

Elbette Orhan Pamuk; Benim Adım Kırmızı, Kar, Beyaz Kale, Babamın Bavulu, Yeni Hayat, İstanbul Hatıralar ve Şehir; Masumiyet Müzesi adlı kitapları çevrildi. Bizde 1968 ve 1994’te Nobel Edebiyatı almış iki Japon yazarın kitaplarının orijinal dilden çevirileri toplamı henüz bu sayıya erişebilmiş değil.

Japoncaya çeviri konusunda ise, öncelikle Sabahattin Ali’nin tüm eserlerinin çevrilmesini isterdim. Yusuf Eradam’ın haikularının, Metin Altıok ve Cevat Çapan’ın şiirlerinin.

Sırada yeni çeviriler var mı?

Evet, var ama nezaketsizlik olarak görmezseniz yeni çevirilerin ortaya çıkmalarını bekleyelim mi adlarını anmak için?

Mecburen bekleyeceğiz ancak sürprizler olduğunu biliyorum hiç olmazsa bu kadarını söyleyebiliriz sanırım. Zaman ayırdığınız için çok teşekkür ederim.

Bu değerli fırsat için asıl ben teşekkür ederim.

Söyleşi: Şirvan Erciyes – edebiyathaber.net (29 Ocak 2016)

Yorum yapın