“Sardalyanın Gizemi”: Yaşamın her bir parçası | Emek Erez

Her okurun metinden aldığı haz kendi deneyimlerine göre şekillenir. Bu nedenle bir metnin iyi ya da kötü olmasını belirleyen kesinlikli sınırlardan söz edemeyiz gibi geliyor bana. Kendi okuma deneyimimde daha çok metinlerarası ilişki kuran, türler arası sınırı belirsizleştiren, parçalı, olay örgüsü düz bir zaman çizgisinde ilerlemeyen, hâttâ karakterlerin birbirinin önüne geçmeden belirsizleştiği ve konu edilenin … Read more

“Kaplumbağa Makamı”ndan öyküler | Emek Erez

Enrique Vila-Matas, Marcel Duchamp’ın küçük şeylere hissettiği çekimden bahsederken ona göre bunun anlamını şöyle ifade ediyordu: “Küçültülen şey bir bakıma anlam açısından da özgürleşir. Küçüklüğü aynı anda hem bütünü hem de her bir parçayı simgeler. Küçük olanı sevmek çocukça bir duygudur.”[1] Bu cümleyi minimal öyküler üzerinden düşündüğümüzde de benzer bir durumun söz konusu olduğunu söyleyebiliriz … Read more

Kendiyle dost olmak, kendi hikâyeni yazmak ama nasıl? | Emek Erez

Benliğimizle kurduğumuz ilişki başkası ile olanı da belirler. Bu nedenle insanın kendine dair olan durumu, sevgisi, özsaygısı yalnızca onun bireyliğiyle ilişkili değil gibi görünüyor. “Kendini Sev” söyleminin, insanı narsisizme çıkardığı da söylenebilir ki dünyanın son yıllarda deneyimlediği olumsuz gidişatın ardında genellikle narsisizme kayan benliklerin rolü olduğuna dair çokça çalışma var. Demek ki bir orta yol … Read more

Asuman Susam’ın “Plasenta”sından: “Silinirken BEN” | Emek Erez

Asuman Susam, “Kemik İnadı” kitabında hâfızanın kuyusunu kazıyor, bizi yaşamımızdaki “Leviathan”larla yüzleştiriyor, unutulmayacak olanın izini dizeleriyle sürüyordu. Son kitabı “Plasenta”da ise bedeni, ben’i, suskun sözün dilini, iç’in sesini, doğanın akışını, suyun sözünü, tanrı olmaya kalkmış insanın vaadinin ortaya çıkardığı olmamışlıkları, kayboluşu, yiteni, zamanın değişen anlamlarını ve hayattan elimizde kalanı konu ediyor fikrimce. Susam’ın bu kitabındaki … Read more

Bilge Karasu: Okurluk, yazı ve anımsamalar | Emek Erez

Yazarın mirası yakın çevresini aşar. Çünkü onun metinleri vardır ve onların ulaştığı okurlar. Okur için yazarın kaybı, bir şekilde kendisine ulaşmış ve dokunmuşsa onu önce acıyla karşı karşıya bırakır, sonrasında ise duygunun yönü bıraktığı metinlere kayar. Raftan alınır kitaplar, altı çizili sayfalara göz gezdirilir, okunma ânına gidilir. Belleğin saklı köşesindeki sandık açılır, etrafa yaşam izleri … Read more

Ya ağaç ormanını özlüyorsa? | Emek Erez

“Bütün edebiyat doğa ile cennet arasında salınır ve birini diğerinin yerine koymayı sever.”[1] Canetti’nin bu cümlesi, doğanın cenneti, cennetin doğayı çağrıştırdığını, birinin diğerinin yerine konabildiğini anımsatıyor. Cennet fikri insanın ulaşmayı arzuladığı başka dünya değil midir? Peki, cenneti görmek için illa o uzak yere mi arzu duymak gerekir. Belki dünyanın ayrıntılarında gizlidir bu yer ve bana … Read more

Simone Weil’de kişi, kutsal ve hak | Emek Erez

Simone Weil enteresan bulduğum düşünürlerden, yaşam tarzı, kategorize edilmezliği, her konuya eleştirel yaklaşımı, bir ideolojinin sınırlarında değerlendirilememesi ve mistik yanıyla üzerine konuşmaya ve tartışmaya değer bir isim. Albert Camus onun için “zamanımızın tek büyük ruhu”[1] demiş, yaşadığı dönemde olmasa da sonrasında metinlerinin epey ilgi gördüğü biliniyor. Benim için Weil’i hakkında düşünmeye değer kılan bir yan … Read more

“Yedinci Adam”: “O adı sanı olmayan bir göçmen işçi” | Emek Erez

Göç kelimesi, çok boyutlu bir meseleyi içeriyor. İnsanların, savaş, doğal afet, devlet politikaları gibi nedenlerle bulundukları yerden başka bir yere gitmeleri olarak tanımlansa da kelime anlamından taşıyor. Çünkü göç pek sorunu beraberinde getiriyor. Öncelikle göç eden için bir belirsizlik var çünkü gittiğin yerin ne getireceği, ondan neler götüreceği, bu yolculuğu bir bilinmezliğe hapsediyor. Bunun yanı … Read more

Çivisi çıkmış dünyadan öyküler | Emek Erez

Etrafımıza örülü duvarlarla yaşıyoruz uzundur, duvarın ardına bakmak için her yeltenmemiz, ayağımız kaymış da tepe taklak olmuşuz gibi bir his bırakıyor. Duvarlar her yerde; okulda, sokakta, fabrikalarda, kentlerde, doğada ve en çok da hapishanelerde.  Üzerimize üzerimize gelen, ardına geçmeye çalıştıkça daha çok nefessiz bırakan, hayatımızın tam ortasında duran, aşındırma çabasını anlamsız kılan yapılar ve onların … Read more

“Yürüyen Kelimeler”: Galeano ile dünyaya pencere açmak | Emek Erez

Arkadaş Zekai Özger, “Pencereyi kapama gök dolabilir İçeri” diyordu, “Pencereler”[1] adlı şiirinde. Bu dizenin ifade ettiği çok şey var aslında çünkü pencere anlam yüklü bir kelime. Evlerin yaşayanlarının, dışarıyla, doğayla, bulunulan yerin diğer sakinleriyle göz teması kurmasını sağlayan, yalnızlık duygusunu azaltan, bulutu, güneşi içeri çağıran, kuşun göçünü, ağacın renk değişimini gözlememizi sağlayan kısacası iç mekân … Read more

Dünyaya Bitkilerin Gözünden Bakınca | Emek Erez

İnsan türü doğaya ve kendi varlığına uzaklaştıkça etrafındaki diğer türlerle de arasına mesafe koyuyor. Veya da başka türleri sadece kendi varlığını devam ettirme açısından değerlendirip, onlarla ilişkisini faydacı bir anlayış üzerine kuruyor. Oysa doğadaki diğer canlılarla ortak bir yaşamı paylaşıyoruz. Farkına varmadan yanından geçip gittiğimiz bir bitki de insan gibi dünyada “var kalma” çabası veriyor. … Read more

Selahattin Enis öyküleri: Bataklığın arkasını görmek | Emek Erez

Genellikle, döneminin kültürel ve sosyal yapısına getirdiği sert eleştiriler ile anılan ancak edebiyatı çok fazla tartışılmamış bir yazar Selahattin Enis. Bu nedenle, Ayrıntı Yayınları’nın Türkçe Klasikler dizisinden çıkan, yazarın öykülerinin yer aldığı, “Bataklık Çiçeği” üzerinde durulması gereken bir metin fikrimce. Bu kitapta yer alan öykülerden anlıyoruz ki Enis’in öfkeli dili yalnızca döneminin yöneticilerine ve edebiyat … Read more